Volkan Alıcı

Geoffrey Ernest Maurice de Ste. Croix, Antik Yunan ve Roma dünyasının Arkaik Çağ’dan Arap fetihlerine kadar süren yaklaşık 1400 yıllık dönemini incelediği kitabı Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi’nde, mülkiyet ve emek biçimlerini, mülk sahibi sınıflarla köleler, köylüler ve diğer üretici emekçiler arasındaki sömürü ilişkilerini ayrıntılı biçimde inceliyor. Kitabın başka hangi konuları içerdiğini ve yazarın araştırma yöntemini ise önceki yazımız ‘Antik Yunan dünyasında sınıflar, mülkiyet, emek‘te değinmiş, üzerinde durulması gereken önemli ayrıntıları bu yazıya bıraktığımızı söylemiştik.

Ste. Croix kitapta üretim koşulları, emek biçimleri, hâkimiyetin askeri unsurları, sınıflar arası mücadeleler vb. üzerine bilgiler verip berrak analizler sunarken, aynı zamanda yapıtın kapsadığı dönemlerde filozofların ve şairlerin mülkiyet ilişkilerine ve özellikle köleliğe bakışına dair çarpıcı bilgiler de veriyor.

“Kel kafalı küçük tamirci” felsefeyle ilgilenirse
Aristoteles, Ste. Croix’in kitabında genişçe yer ayırdığı bir isim. Marx’ın Aristoteles için söylediği “dev bir düşünür”, “antikitenin en büyük düşünürü”, “antik felsefenin doruğu” gibi övgülerin boşuna olmadığının altını çizen yazar, Aristoteles’in Yunan dünyasındaki siyasi faaliyetlere dair çözümlemesinin Marx’ın çözümlemelerine (“Bireylerin çoğunun siyasal davranışlarını belirleyen esas etken iktisadi sınıftır”) çok yakın olduğunun altını çiziyor.

Ste. Croix ayrıca, Aristoteles’in büyüklüğünü ortaya koyan şeyin “mülk sahipleriyle mülksüzler arasında bir ihtilaf yaratan yapısal kusurları tespit etmesi” kadar, “bu kusurların kötü sonuçlarını hafifletmeye yönelik” uygulanabilir fikirleri olduğunu da belirtiyor. İşte bu noktada Platon’dan kesinkes ayırıyor onu. Bir kere Platon’u, “demokrasinin baş düşmanlarından biri” olarak görüyor Ste. Croix: Platon’a çağlar boyunca gösterilen “son derece abartılı saygı”nın, onun edebi dehasından ve “bilim insanlarının çoğunluğunun anti-demokrat içgüdülerinden” kaynaklandığını söyleyen yazar, Platon’un siyasal düşüncesinin merkezinde olan devlet kuramı hakkında şöyle diyor: “… Platon’un hem ‘en iyi’ hem de ‘ikinci en iyi’ devletleri, her türlü değişim ya da gelişmeyi engellemek için tasarlanmış ve geçinmek için fiilen çalışması gereken herkesi siyasi haklardan daimi olarak yoksun bırakan sağlam oligarşilerdi.”

Platon’un, el işini yani üretici emeği aşağılaması ise yazarın üzerinde durduğu bir diğer örnek. Bunu meşhur “Devlet”ten aktardığı pasajlarla da ortaya koyuyor Ste. Croix. Örneğin, el işinin zihni yozlaştıracağını düşünen Platon, “hilkat garibesi” dediği, “kel kafalı küçük tamirci” benzetmesini yaptığı emekçinin felsefeyle ilişkilenmesi halinde ortaya çıkacak “korkunç!” sonuçları şöyle tarif ediyor: “Bu tür bir eşleşmenin sonucu, rezil piçlerden başka bir şey olabilir mi? Ve aynı şekilde, Felsefeyle kültürden yoksun insanlar arasındaki yanlış evlilikten ne tür fikir ve görüşler doğacaktır? Bilgeliğin gerçek çocukları değil; onlara verilebilecek tek doğru isim safsata olacaktır.”

Bu zihniyet yalnızca Platon’a özgü değil kuşkusuz. Ste. Croix, Antik Yunan ve Roma dünyalarında sınıf mücadelesinin ideolojik düzlemde nasıl verildiğini uzun uzun anlatıyor kitabında. Yönetilenlerin maruz kaldığı şiddet yöntemleri kadar önemli olan ve hatta ondan daha sofistike biçimler alan bir mücadele biçimi bu, mülk sahibi sınıflar için. Hâkim sınıfların “sömürdükleri kişileri kendi mazlum konumlarını itiraz etmeden kabul etmeye ve hatta mümkünse bundan keyif almaya ikna etme” çabalarından söz eden Ste. Croix, Pisagorcu okulu buna örnek veriyor. Bu okula göre ideal olan şudur: Tebaa yalnızca itaat etmemeli, aynı zamanda efendilerini sevmelidir de; “philodespotos” yani “efendi sevgisi” de bunun kavramıdır. Yine bu okula göre “eşitsizlik gerçek eşitliktir”.

Kölesin sen, köle kal!
Mülk sahibi sınıfların mazlumlara bakışını taşıyan filozof ve şair örneği kitapta epey var. Örneğin şair Theognis, “boş kafalı demos”u (halkın büyük bir çoğunluğu) “yeterince sert tekmelediğinizde, onları arzu edilir koşullara mahkûm edebileceğinize inanırdı.” Ya da Roma emperyalizmine hayran bir coğrafyacı olan Strabon’u da örnek verebiliriz. Romalılar tarafından yakalanıp çarmığa gerilen ayaklanmacı kölelerin, işkence altında bile zafer naraları atmaya devam etmesi, ona göre “budalalık ve vahşiliklerinin” bir kanıtıdır. Çünkü gerek Yunan gerekse Roma dünyasında efendilere itaat etmemek, “pek çok yurttaşın zihnini ele geçiren, vebaya benzer bir hastalık”tır filozoflara göre.

Egemenlerin bir diğer propaganda biçimi de, yoksulları, yönetmeye uygun olmadıklarına ve bu işi kendinden “üstün” olan, eğitimli, boş zamanı olan “efendiler”e bırakmaya ikna etmek üzerine kurulu. Filozofların temellendirmek için didindiği “doğal kölelik” kuramı da bu zihniyetin bir ürünü aslında. Kimin ne dediğine örnek vermek istediğimizde yine dönüp geliyoruz Platon’a! Ste. Croix’in aktardığına göre Platon, çağdaşlarının büyük çoğunluğu gibi, “Yunanlıların, ‘doğal düşmanlar’ olarak adlandırdığı ‘barbarları’ köleleştirmelerinin haklı ve doğru olduğunu kabul ediyordu.” Bu kuramın, Palton’un felsefesine içkin olduğunu da düşünüyor Ste. Croix.

Bazı insanların doğaları gereği köle olduğunu savunan Yunan filozoflarını Roma düşünürleri takip ediyor. Yahudileri ve Suriyelileri “kölelik için doğan halklar” olarak tanımlayan Cicero, bu dönemin egemen sınıflarının en ünlü sözcüsü. Özel mülkiyet haklarının korunmasını ve köleler ile diğer emekçilerin iktidardan kesinlikle uzak tutulmasını vaaz eden Cicero, “Mülkiyetin eşit dağılımından daha büyük hangi kötülük olabilir?” diye soruyor bir yazısında. “Cicero’nun konuşmaları, mektupları ve incelemeleri, bizzat Roma’daki alt sınıflara yönelik ağır sözlerle doludur” diyor Ste. Croix, Yunan halk meclislerindeki zanaatkârları, ayakkabı tamircilerini, küçük dükkân sahiplerini “devletin süprüntüleri” olarak gördüğünü, konuşmalarından örnekler vererek aktarıyor. Cicero için egemen sınıfların iktidarını sürdürmek adına her yol mubah! “Genellikle her türlü Roma ikiyüzlülüğünün en seçkin örneğini kendisinde bulabileceğimiz Cicero”, mülk sahibi sınıfların, “halkın işe yaramaz meclislerini engellemenin makul bir yöntemi olarak” kehanetlere sahip olması gerektiğini bile savunabiliyor: “Zira ölümsüz tanrılar, kehanetler vasıtasıyla halkın adil olmayan taşkınlığını dizginlerler!”

Sonuçta, filozoflar ve şairlerin büyük çoğunluğu mazlumlara karşı sömürücü mülk sahibi sınıfların yanından, onlar adına konuşuyor. Ezilenlerin tarihi ise ancak Ste. Croix gibi bilim insanlarının çalışmalarıyla ortaya çıkabiliyor. Bu kitap, diğer şeylerin yanı sıra, bunun için de önemli. Tarihe mazlumların, ezilenlerin yanından baktığı için.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi – G.E.M. de Ste. Croix,
Yordam Kitap – 2014