Medeni Yılmaz

1- 1906 yılında Adapazarı’nda varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya gelir Sait Faik. Şanslıdır Sait Faik; hem tek çocuktur hem eğitimli bir ailedendir hem de zengindir. Bunu da iyi değerlendirecek ve hayatı boyunca uzun soluklu bir işte çalışmayacaktır. Emlak gelirleri sayesinde Yusuf Atılgan’ın C. karakterine ilham verircesine gayet rahat ve aylak bir hayat sürecektir. Ama bu durumun negatif yanları da yok değildir hani; hem zengin hem de tek çocuk olmak, biraz tembelliğe ve şımarıklığa itmiştir Sait Faik’i. Zira döneminin en iyi okullarından olan İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken Arapça hocasına “tatsız bir şaka” yapan grupta yer alır. Hocanın oturduğu minderin altına iğne koyarlar. Cezaları sert olur; şakayı yapan 41 kişilik grup, ülkenin farklı illerindeki okullara adeta sürgüne yollanırlar. Sait Faik’e de Bursa yolu görünür. İstanbul’da başladığı liseyi, Bursa’da ancak üç yılda tamamlayacaktır.

2- ”Zengin ve şımarık” Sait Faik’in eğitim hayatındaki tek sorun bu değildir. Üniversitede de rahat durmaz. Abasıyanık, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü gibi pek itibarlı bir bölüme girer girmesine ama buna en fazla iki yıl katlanır. Çünkü hocaları ona edebiyattan ziyade, oldukça gereksiz olduğuna inandığı bazı dersler (Uygurca) öğretmeye kalkacaklardır! İki yılın sonunda bu bölümü de yarıda bırakarak önce İsviçre’nin Lozan kentine, daha sonra ise hayatında önemli bir yer teşkil edecek olan Fransa’nın Grenoble kentine İktisat okumaya gider. Sonrasında sık sık gideceği Fransa, onda derin izler bırakacak ve hayatında adeta bir dönüm noktası olacaktır.

3- Babasının isteğiyle Türkiye’ye dönen Sait Faik için artık çalışma vakti gelmiştir. Ne de olsa artık 27 yaşındadır, “bir baltaya sap olma” vakti gelmiştir. Babası ona Unkapanı’nda bir zahire dükkanı açarak ticarete atılmasına ve artık kendi ayakları üstünde durmasına vesile olmak ister. Yakın bir arkadaşını da onun ortağı yaparak deneyimini ona aktarmasını bekler. Ancak işler hiç de babasının umduğu gibi gitmez. Bu defa sorun, oğlu Sait Faik değil, yakın arkadaşıdır. Oğlunu kazıklamış ve şirketin iflasına sebep olmuştur. Böylece Sait Faik, ilk iş deneyimini başarısızlıkla sonuçlandırmış olur.

4- Babasının 1939’daki ölümü, Sait Faik’in hayatında yeni bir evreyi işaret eder. Artık baba zoruyla ve istekleriyle hareket etmek zorunda olmayacaktır. Kendi başına buyruk, özgür ve rahat olabilecektir. Yine de o kadar da vefasız değildir Sait Faik. Babasının kendisinden beklediği çalışma disiplinini yakalamak ve onu yad etmek amacıyla bir işe daha koyulur. Yatılı bir okulda Türkçe öğretmenliğine başladı. Ancak bir türlü ruhundaki avare, bohem ve aylak titreşimlere engel olamaz. Öğrencilerin de vurdumduymazlıkları ve yaramazlıklarına daha fazla katlanamayarak bu işten de ayrılır. Son iş deneyimini adliye muhabirliği yaparak gerçekleştiren Sait Faik, bu işi de sadece bir ay yapabilir. Artık bir ömür aylaktır.

5- Aylak adam Sait Faik, çeşitli iş denemelerinin nihayete ermesinin ardından yoğun bir yaratıcılık dönemine girer. Bu doğrultuda kendisini tamamen hayatın içine atar. Çünkü Abasıyanık, hayatın ta kendisinden, küçük ayrıntılardan, anlık izlenimlerden ve en çok da sıradan insandan beslenir. Kahvehaneler, sinemalar ve sokaklar haricinde kış aylarını Şişli’de, yaz aylarını ise Burgaz Ada’da geçirir. Ölümünün ardından bu küçük ada, onunla özdeşleşecek ve yaşadığı ev müzeye dönüştürülecektir.

6 – Hani Orhan Veli’nin pek meşhur “Rakı şişesinde balık olsam” dizesi vardır ya, işte bu dize sanki Sait Faik için yazılmıştır. Tıpkı çağdaşı Orhan Veli gibi, Sait Faik de balıksız ve içkisiz yaşayamayan biridir. Hayatının büyük kısmını balıkçılarla, Marsilya, Adapazarı, İstanbul gibi kıyı kentlerinde denizle iç içe geçirir. Ama ölümü de işte tam da bu nedenle olur. Siroz’a yakalanır Sait Faik. 1954 yılında iç kanamasından vefat eder. Henüz 48 yaşındadır. Ölümü yurtiçinde öylesi büyük yankı yapar ki daha önceleri bir yazarın halk ve aydınlar nezdinde bu derece kabul gördüğüne pek az rastlanmıştır. Özellikle ada sakinleri büyük şaşkınlık içerisindedir, sıradan bir insan gibi kendileriyle kahvehanelerde oturup muhabbet eden, birlikte içki içen ve anılar biriktiren bu “şehirli”, meğer çok büyük bir yazar imiş.

7- Aslında Sait Faik’in yazarlık kariyeri ta lise yıllarına kadar gider. İlk önemli öykülerini o yıllarda kaleme alan Sait Faik, klasik çizgide başladığı öykücülükte sonradan iyice ustalaşacak ve kendine özgü bir stil geliştirecektir. Özellikle Alemdağ’da Var Bir Yılan adlı öykü kitabında iyice belirginleşen bu farklılık, onun daha yaşadığı dönemdeki yazarları bile derinden etkilemesine sebep olacaktır. Hatta o kadar k, Amerika’daki ünlü Mark Twain Derneği’nce öykü türüne yaptığı katkıları nedeniyle onur üyeliğine bile seçilecektir.

8- Abasıyanık’ın yazım biçimini öykü ve deneme yazarı dostu Oktay Akbal şöyle anlatıyor:

“Boğaziçi’nde bir kıyı kahvehanesinde idik. Birden Sait Faik bana dönerek, ‘Şu kahveyi anlatmak istersen nereden başlarsın?’ diye sordu. Sınav sorusu gibi bir şeydi. Birden şaşırdım, kahvenin duvarına asılmış Şah ve Atatürk resimleri gözüme takıldı. ‘Bu resimlerle başlarım, sonra kahvenin içindekileri anlatırım,’ dedim. Sait kızdı bana, ‘Hikâye duvarda değil, orada oturan ihtiyar adamdadır,’ dedi. Gerçekten de masalarda bir iki sessiz yaşlı oturmuş, hiç konuşmadan çay içiyorlardı.”

Bu anekdotta da görüleceği üzere Sait Faik için en temel ilhan kaynağı insandır.

9– Yapıtlarında siyasi hemen hiçbir şey olmamasına rağmen Sait Faik de bazı yapıtları yasaklanan ve hatta toplatılan yazarlardan biridir. Bu nedenle bir daha yazı yazmamaya karar verir. Bunu bir öyküsünde (“Haritada Bir Nokta”) kahramanı aracılığıyla şöyle dile getirir:

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”

10- Sait Faik, yüreği insan ve doğa sevgisiyle dolup taşan, bunu yapıtlarına da taşıran dünya çapında bir öykücü idi. Onun bu insani duyarlılığıyla ilgili yanına değinen anılardan Yaşar Kemal’in paylaşımıyla yazımıza noktayı koyalım:

“Ona Kadıköy iskelesinin kanepelerinde rastladım. ‘Ne var ne yok Sait,’ dedim. ‘Hikâye yazıyor musun?’ ‘Yok,’ dedi, ‘yaşıyorum.’ Hüzünlü, ılık, insan sevgisiyle dolu hikâyelerini Sait yazmaz, yaşar.” 

Arka Kapak dergisi 20. sayı