Ümit Alan

“Öncelikle biz bir “iç serüven”e mecburuz. Ki insanoğlunun mecbur kalacağı budur, nihayetinde. Sıkılıp bu sonsuza yuvarlanan renk topundan, hakiki bir serüvene çıkmaya niyetlenecektir insan. Yeni çağın yeni kıtasıdır “iç”.”

Ece Temelkuran, bundan 20 yıl önce yayınlamaya başladığı Hayat Üçlemesi’nin ikinci kitabı İç Kitabı’nda böyle tanımlamış başladığı serüveni. Bütün Kadınların Kafası Karışıktır ve Kıyı Kitabı ile birlikte bu üçleme, evlerden sokaklara tutuklu annelerini anlattığı Oğlum, Kızım, Devletim” (1997)’le birlikte Ece Temelkuran’ın ilk dönem yapıtları. Şiirsel metinlerden oluşan Hayat Üçlemesi, Temelkuran hakkında çok bilinen bir yanlışın da düzeltmesi gibi sanki. Ece Temelkuran’ın yazı serüveni gazetecilikle değil bilakis edebiyatla başlıyor. Gazeteciliğe de hep o pencereden bakıyor. Yani kendi çıktığı iç serüvenin kıyısından. Ülkenin de en içlerine, derinlerine nüfuz ederek. Milliyet gazetesindeki ilk köşe yazılarını yeniden gözden ve elden geçirerek ama kenarına kıyısına pek çok sürpriz ekleyerek sunduğu kitaplara İçerinden Kıyıdan Konuşmalar (2004), Dışarıdan Kıyıdan Konuşmalar (2004) adlarını vermesi bu yüzden belki de. 2004 yılında o kitapları ilk kez sunarken düştüğü “Velhasıl, şimdi okuyacağınız her yazı, hepsi, sararıp solmak üzereyken kurtarıldı!” notu şimdi daha anlamlı. Türkiye’nin baş döndürücü değişiminde, bir dönemi o kurtarılan yazılar sayesinde anlıyoruz çünkü.

“Umut” sözcüğü Ece Temelkuran yazınında sık sık sorgulanan bir sözcük. Örneğin; Ne Anlatayım Ben Sana (2006) kitabının girişinde “Pek kederli bir sözcüktür ‘umut’ çünkü bütün sözcüklerden daha hızlı çağırır umutsuzluğu” diye girmesi boşuna değil. Nitekim artık gazetelerde yazamaz hale getirilmenin, kaçınılmaz bir keskinleşmenin kaydını tutan “Kayda Geçsin” (2012) kitabında “Umut pek güven duyduğum bir sözcük değil, ben inadı tercih ederim. Umudum yoksa bile inadım var.” diyerek “iç” serüveninin belki de en değerli harcını “inadı” tarifliyor. İnat deyince dünyada ilk akla gelen coğrafya olan Latin Amerika’da, Venezuella’da yaşanan bir devrim deneyimini sorguladığı Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita (2006) kitabı geliyor elbette akla. Yüzyılın ilk devriminin notları tarihe düşülüyor böylece.

Ece Temelkuran’ın yolcuğu, Latin Amerika’nın ardından Türkiye’nin bir iç sancısına doğru gidiyor sonra. Halledilmemiş bir iç meseleye: Ermeni meselesine. “Aidiyetlerimizin bize ezberlettiklerinin ötesinde bir ‘biz’ olabilir mi?” diye soruyor Ece Temelkuran Ağrı’nın Derinliği’nde. (2008) “İçine hapsolmadığımız, dışına atılmadığımız bir bir “ev”, bir ‘biz’ kurulabilir mi?” diye de ekliyor. Ermeni ve Türk milliyetçiliklerini ayrı ayrı sorgulayarak yapıyor bunu. Son görüşmelerinde Hrant Dink’in kendisinden özel olarak istediği bir şey aynı zamanda bu.

Londra’dan Beyrut’a uzanan bir hikâyeyi anlatan Muz Sesleri (2009) romanı, okuru muzların bir sesi olabileceğine ikna ederken, Ortadoğu’yu da “kalplerin yağmalandığı yer” diye tarifler. “Bu senin hikâyen” der okuruna. “Çünkü sen de Ortadoğulusun”. “İç”imize doğru başlayan serüven okurunu bu coğrafyanın köklerine götürmüştür bu kez. Oradan da sürer. Düğümlere Üfleyen Kadınlar (2013) isimli ikinci roman gelir dört yıl sonra. Yine Ortadoğu’da geçer. “Ne kadar sevilse de tamir olmayan o yaralı coğrafya” diye tanımlanır Ortadoğu kitapta. Birbirinden farklı dört kadın çölde buluşur ve o çok önemli sorunun cevabını ararlar: “Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir?”

Ece Temelkuran’ın bundan 20 yıl önce başlayan “iç” serüveni, ömrün ikinci yarısından notlar diye tanımlanan İkinci Yarısı (2011) kitabıyla, aslında ömrün birinci yarısına, çocukkenki bir “an”a göz kırparak sürer.

2015 yılında gelen üçüncü roman Devir’le birlikte Ece Temelkuran’ın serüveninin artık başladığı gibi edebiyat üzerinden süreceği iyice belirginleşir. Devir, 12 Eylül gibi bir yıkımı, iki çocuğun gözünden ve Ankara’daki Kuğulu Park’taki kuğuların sessizliği üzerinden anlatır. Bir devrin, yalnızca çocuk gözüyle bakıldığında görülecek incelikleri vardır romanda. Evet, büyük hikâyeler zaten unutulmayacak titriyle bir yerlerde kalır da, hiç hatırlanmayanlar ne olacak? İşte onlar edebiyatın ve böylesi “iç”e doğru seyahatlerin konusu. Ece Temelkuran’ın 20 yıllık iç serüveni, çevrildiği dillerle birlikte dünyanın birçok yerinde sürüyor ama ilk okuyana hep aynı şeyi söylüyor: “Haydi! Kendine doğru ilk adımını at şimdi.” 

Arka Kapak dergisi 14. sayı