Vecdi Demir

Mary Shelley’nin Frankenstein romanı, Batı Kanonu’nda örneklerini Goethe’nin Faust, Milton’ın Kayıp Cennet, Wells’ın Dr. Moreau’nun Adası gibi eserlerinde gördüğümüz ‘yasak bilgi’ye ulaşma leitmotifi üstüne kurulu geleneğe güçlü bir katkıyı temsil eder. Richard Holmes’ün ‘merak çağı’ dediği 19.yüzyıl biliminin muazzam patlamalarıyla kıta Avrupası’nı sarstığı bir atmosferde Victor Frankenstein adlı bir doktorun ‘Dirimselcilik’ çılgınlığına kapılarak bir kadavraya can verdiğine dehşetle tanık oluruz. Aslında Dr. Frankenstein, Tanrı’nın bilime kapattığı bir alana destursuz giren bir sınır ihlalcisi.

Ölümün kurallarına tabi bir objeyi alıp dirilteceksiniz, yani canlı bir hayat bahşedeceksiniz ve eserinizin verdiği güvenle daha önce yapılmamış bir keşfin tadını çıkaracaksınız. Ama hayat bahşettiğiniz objeye bir kader tayin etmek, mutluluğunu ve kendisini güvende hissetmesini de sağlamak lazım. Bir kadavraya güç verecek denli yaratıcıya öykünüp sınırları ihlal ederek yarattığınız oyuncak, ona biçtiğiniz rolü oynamayı seçip âlâ eğlencenize katılacak mı? Senaryonun kontrolü? Ya senaryonun kendisi sizi kontrol etmeye kalkışırsa? İşte bedbaht Victor Frankenstein’ın kaderi ve İblisle olan macerası böyle birkaç cümleden ibaret.

1818 yılında Dr. Frankenstein ya da Modern Prometheus adıyla yayımlanan roman kelimenin tam anlamıyla kendi çağının ürünü. Shelley’nin romanı yazdığı sıralarda romantik bir imge olarak ‘vitality-dirimselcilik’ düşüncesi popülerdi. Yalnızca mistisizme meraklı olanlar değil, ciddi bilim adamları ve tıp doktorları bile meseleyi enine boyuna tartışıyorlardı. Vitality teorisinin en ateşli muhaliflerinden Doktor William Lawrence’ın1 Mary Shelley’nin kocasını, Percy Bysshe Shelley’yi uzun süre tedavi ettiğini biliyoruz. Lawrence’ın hamisi ve hocası John Abernethy, Dirimselcilik lehine verdiği Hunter seminerlerinde yaşam ve elektrik arasında ‘gizemli’ bağlar olduğunu iddia ediyordu. Elektriğin cansız maddeler üstünde yarattığı etkiden Abernethy, oldukça heyecan duyuyor ve ‘yaşam’da ‘canlı kalma’nın sırlarının burada yattığını düşünüyordu. Biliniyor ki 1800’lerin başında, yaşamı mümkün kılan varlığın (ruh mu başka bir şey mi) tartışmaları Kıta Avrupası’nın başucu konusuydu. Almanya, Fransa ve Britanya’da bilim adamları bitmek tükenmez münakaşalarla yaşamı mümkün kılan varlığa dair konuşuyor ve yazıyorlardı. John Thelwall adlı bir bilim adamı, o sıralarda “Hayvan Dirimselciliği” konulu seminerinde şu soruları soruyordu: “Nedir bu şey, bu can verme ilkesi? Bizzat atmosferdeki hava mı? Kesinlikle değil. Canlı bedenin atardamarlarında hava olmadığı deneylerle kanıtlanmıştır. Fakat atmosferde barınan, güçlü ve latif doğası olan bir şey olmalı”

Richard Holmes, Dirimselcilik tartışmasına yönelik en özgün katkıyı Mary Shelley’nin Frankenstein romanıyla sağladığını söylüyor. “Lawrence’ın, seminerlerinde ‘hipotez ya da kurmaca’ diyerek hor gördüğü şeye can verecekti. Aslında bu, yepyeni bir kurmaca biçimi olacaktı. Kurgu bilim roman. Mary insiyaki olarak Dirimselciliğin en uç içerimlerine dalmıştı.”2

1816 yazında, bir gece Cenevre Gölü kıyısındaki Diaodati Şatosunda Mary, kocası Percy Bysshe Shelley, ünlü şair Byron ve Dr. Polidori’den oluşan dörtlü bir çeşit yarışma gibi ‘hayalet öyküler’ yazma kararı alırlar. Kocası Percy Mont Blanc şiirini, Polidori gotik bir öykü olan Vampir’i, Byron Augustos Darvell’i yazar. Açık ara birinci olan Mary ise ön dört ayda tamamladığı Dr. Frankentesin ya da Modern Prometheus’yi yazar. Her ne kadar ilk baskısında 500 adetten fazla satamasa da özellikle sahne uyarlamalarıyla kısa sürede popüler hale gelir.

Olay örgüsü Victor Frankenstein’in bilimin sınırlarını zorlayarak kadavradan, kendi deyimiyle bir ‘yaratık’ yaratması üstüne kurulmuştur. Bir tür alegori olarak da okunabilecek romanda, yaratık sadece dünyaya gelmekle yetinmez. Yaratıcısından sevgi, güvenlik ve kimlik de talep eder. Mary Shelley’nin yaratığa söz hakkı verip konuşturması düşünülünce, roman söylemi bakımından son derece devrimci bir iş yaptığını söylemek mümkün. O yüzden Murat Belge’nin Türkçe baskısına yazdığı önsözde Mary Shelley’nin yazarlık kudretini küçümsemesi bu açıdan haksızca. Neyse, Frankenstein yarattığı ‘İblis’in potansiyeli dolayısıyla dehşete düşer. Slavoj Zizek’in, Rembrandt’ın Lazarus’ta İsa tablosunu yorumlarken şerh düştüğü bir dehşet duygusu: “Burada çarpıcı olan husus Lazarus’un, hayata geri dönen canavarımsı bir yaşayan-ölü figürünün resmedilmesinden ziyade, İsa’nın yüzündeki dehşet ifadesidir; büyüsünün işe yaramasından ötürü afallayan, hayata geri getirdiği şeyden iğrenen, kendi başlarına bırakılsa çok daha iyi olacak iyi kuvvetlerle oynadığının farkında olan bir büyücüdür İsa adeta.”3

Shelley’nin Frankenstein’ın sınır ihlallerinin öncüsü olarak Prometheus’yi gördüğü ve alt başlık olarak ‘modern prometheus’ ibaresini eklediği düşünülürse, aradaki analojiyi bilme hakkı doğar. Klasik bir mit olan Prometheus hikayesinde başlıca çekirdeği ‘sınır ihlal’i imler zaten. Eğer Mary Shelley Prometheus’nin bilinen etimolojisinden haberdar ise, ‘pro’ ve ‘metheus’ sözcüğünün bir birleşik yapı olarak türeme gösterdiğini muhakkak biliyordu. ‘Metheus’ sözcüğünün Yunancada öğrenmek anlamındaki ‘math’ kökünden geldiği açıktır. ‘Pro’nun bir önek olarak, ‘önce’ anlamını içerdiği hesaba katılırsa, Prometheus’nin ‘önceden öğrenmiş olan’ kavramına karşılık geldiği görülür. Peki Prometheus neyi önceden öğrenmiştir?

Yunan mitolojisinde bir titan olarak karşımıza çıkan Prometheus kurnazlıkla Tanrılar’ın arasına sızıp Hephaistos’un ocağından bir kıvılcım ateş çalarak insanlara götürmüştür. Bu marjinal eylemi Zeus’un öfkesini kabartmış ve Olimpos’un Baştanrısı, Prometheus’u Kafkas Dağı’na zincirleyip her gün bir kartal göndererek ciğerini kemirtmiştir. Zeus’un ödettiği bedel Prometheus’yi acı bi trajediye gömmüşse de Aydınlanma geleneğinde, insanın doğayla mücadelesinde üstün bir model haline getirmiştir. Mitler konusunda hacimli kitaplar yazan Joseph Campbell, efsane kahramanının rolünü anlatırken Prometheus’ye sık sık atıfta bulunur: “(Eğer kahraman V.D.) Prometheus gibi hedefine (şiddet, el çabukluğu ya da şans yoluyla) kolayca ulaşıp dünya için istediği lütfu elde ettiyse, o zaman dengesini bozduğu güçler onu içten ve dıştan parçalayarak sertçe geri tepebilir-Prometheus gibi kendi zarar görmüş bilindışının kayasına zincirlenebilir”4

Malumdur ki, Prometheus’nin eyleminde insanın doğa karşısında gücünü arttırmaya dönük bir dinamizm vardır. Zira Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus’ini okuduğumuzda, titanın biz fanilere ateşi getirmenin yanında, mimarlık, yazı, ziraat, hayvanları evcilleştirme, gemicilik vb. zenaatları da öğrettiğine tanık oluyoruz. Bir anarşist ve isyancının tüm niteliklerini kendisinde toplamıştır. Bu da normların tekrar yerine oturması için şiddetli bir ceza gerektirmektedir.

Dr. Frankenstein ya da Modern Prometheus bir yanıyla yazarı Mary Shelley’nin trajik yaşamını da yansıtır. Murat Belge’nin belirtiği gibi Mary’nin gerçek yaşamı Frankenstein’dan beterdir: Radikal fikirlere sahip William Godwin’in kızı olan Mary’nin henüz boşanmamış Percy Bysshe Shelley’ye kaçması, annesinin Mary’yi doğururken ölmesi, doğurduğu çocukların bebekken ölmeleri, hem Mary’nin kardeşi Harriet’ın hem de Percy’nin boşanmaya çalıştığı Fanny’nin intiharı, kocasının otuzundayken boğulması…

Yani romana dair yorumlarda Victor’un, Mary Shelley’nin bilinçdışını temsil ettiği iddiası kesinlikle doğru. Roman Victor’un suçluluk duyguları, çektiği ruhsal ıstıraplar ve pişmanlık sekanslarıyla dolu. Victor’un çektiği acıları böylesine güçlü bir biçimde resmeden Shelley’nin bu duygulara yabancı olduğunu kim iddia edebilir? Victor Frankenstein’ı tanımlayacak tek sözcük: Mary Shelley’nin acı çeken bilinci, İblis ise salt arzularını düşünen ‘canavar bir ego’. Bu anlamda Shelley bir yanıyla Victor’u bir yanıyla İblis’i temsil eder. Mary Shelley bu romanla bilincindeki kara delikleri keşfetmiştir. Tıpkı Dante›nin elinden tutup göğün katlarında ona rehberlik eden Vergilius gibi, Victor da Shelley’i kendi karanlık ve korkunç cehennemiyle yüzleştirmiştir.

Kuşkusuz, çılgınca bir deneyim.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 28.sayısında yayınlanmıştır.