Hasan Öztürk

Acılı Kuşak, gazeteci yazar Mehmed Kemal’in ilk kez 1967’de basılan “küçük bir broşür” sayılabilecek “anılar, söyleşiler, denemeler” kitabıdır. Mehmed Kemal, gazete ve dergi yazılarından, kendisinin de “kitap” için hazır olmadığı zamanda seçilenlerle basılan kitabı kendince yeterli görmemiş, “Acının Acısı Var” başlıklı önsöz yazısıyla kitabı yeniden yayımlamış. Kitabın yeni adı Acının Acısı Var olacakken öncekinden vazgeçilememiş. 1977’de yeniden basılan kitap, yazıların çoğunun yeniden yazılması, bazılarının da çıkarılmasıyla oluşmuş.

“Acının Acısı Var” yazısının ikinci paragrafında kendi sorusunu kendisi cevaplayarak kitabının içeriğini belirliyor şair, gazeteci, eylemci, sendikacı, tek sayılık Meydan dergisi sahibi Mehmed Kemal: “Bu kitapta neyi anlatmak istiyorum? Anlatmak istediklerim açıktır, bir kuşağa burjuva yöneticilerinin polis oyunları ile nasıl kıydıklarını anlatmak istedim.” Sözü edilen kuşak, edebiyatın 1940-1950 dönemi ilerici-sol kuşağıdır; burjuva yöneticileri ise edebiyat ortamını sıkıyönetim kanunlarıyla kontrol altında tutan CHP’nin “mili şef” yönetimidir. Polis oyunları ifadesini bu ülkenin insanları öylesine kanıksamış ki artık yadırgamıyor olup bitenleri.

Anıların “tespih taneleri gibi” akıp gittiği, siyasal iktidarın estirdiği “bir acı yel” ortalığı allak bullak ederken herkesin bir yana savrulduğu yıllarda, üstüne “kör karanlığın ağır dumanı” çöken bir “acılı kuşak”tır sözü edilen…

Öncekilerden Sadri Ertem, Nurullah Ataç, Tanpınar, Ahmet Kutsi, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin, Cahit Sıtkı yanında, Sait Faik, Orhan Veli, Oktay Rifat, Orhan Kemal, Melih Cevdet, Baki Süha, Aziz Nesin, A. Kadir, Salah Birsel, Suat Taşer, Enver Gökçe, Fahri Onger, Oktay Akbal, Sami Karaören, Naim Tirali, Metin Eloğlu, Edip Cansever gibi daha gençlerin adının geçtiği Acılı Kuşak’ta, “1940-1950 arasında acı çeken, anlaşılamayan, düşün ve sanat uğruna hapislerde yatan, eriyen bir kuşağın çilesi”nde üç ayrıntı önemli. Birincisi, yazarın da aralarında bulunduğu genç edebiyatçı kuşağın parasızlık sorunudur. İkinci sorun, asker gücünü de yedeğine alan siyasal iktidarın toplumsal yaşamın diğer alanları gibi edebiyatı da yönlendirme çabasıdır. Üçüncüsü, siyasal iktidarın düşünen-yazan kesime yönelik sindirme, şiddet ve cezalandırma politikasıdır. Dönemin edebiyatıyla ilgili çalışmaları aydınlatacak bu gerekçelere kitap yazarının, muhalif iki gazetenin de sataşma yazılarını yazması gibi gariplikleri de eklersek şunu açıkça söyleyebilirim, 1940’lı yılların edebiyat ortamını yazacaklar için Acılı Kuşak başat kitaplardan biridir.

Cumhuriyet rejiminin, kuruluşunu tamamlayıp öndersiz kaldığı 40’lı yıllar, önceki dönemin deneyimlileri yanında genç edebiyatçıların da cumhuriyet rejiminin dayatmacı buyruklarının dışında kendilerine özgür alanlar yaratma umuduyla edebiyat ortamında kendi başlarına var olma çabasına girişmeleri gereken bir dönemdir. Yazılanın yayımlanarak okura ulaşması ve böylece yazarına ekonomik kazanç sağlaması için dergilere, yayıncılara gerek vardır edebiyat ortamında. Bu nedenle yazarların dergi/kitap piyasasıyla doğrudan ilgilenmeleri gerektiğinde ekonomik katkı sağlamaları da dönemin edebiyat sorunlarından biridir. Bu yıllarda Ankara yeni bir edebiyat merkezi olma yolundadır ve edebiyatçı gençler hiç olmazsa bazı günler yeme içme masraflarını mebus edebiyatçılara yıkmak zorundadır. Geçimini sağlayacak iş bulamayanların ilk seçeneği, karın tokluğuna gazetelerde çalışmaktır; bu, alaylı gazeteciliğe biraz da mektepli havası katmıştır denilebilir.

Geçim kaygısından İrfan Kudret adıyla gazetelere yazdığı öyküleri parasızlık nedeniyle kitaplaştıramamış Cahit Sıtkı, annesinin desteğiyle ilk romanını bastırmışken kitabı toplatılan Sait Faik, kaldığı otelin parasını ödeyemezken ötede beride Adil Hanlı adıyla yayımlanan çeviri şiirlerden gelecek parayı beklerken öldüğünde cebinde at yarışı programı ve şiir yazılı kâğıda sarılmış diş fırçası bulunan Orhan Veli, bir gazeteden romanının tefrikası için para aldığında, “bir daha romanımı kim alır, kim para verir, benim cebim ne zaman para görür” kaygısıyla üç porsiyon balık (kalkan) yiyen Orhan Kemal… Bir dönemin, “kaderi açlık” olanlarından birkaçıdır yalnızca.

Sait Faik bir röportajında (11 Kasım 1949), “Devlet adamları da sanatkâra lakayttırlar. İstiyorlar ki sanatkâr kendilerini hep övsün. İşlerini iyi görüyorlarsa bu esasen vazifeleridir. Kötü görüyorlarsa sanatkârdan ancak tenkit beklenir. Bizde ise buna tahammül yok,” sitemiyle kendisinin de içinde olduğu “acılı kuşak” döneminin baskıcı edebiyat ortamını betimler. Sait Faik’le tavla oynamış Mehmed Kemal, dönemi özetliyor: “Garipçiler diye anılanlar iyice ünlenmeye, bizim kuşak barış şiirleri yazmaya başladığı zaman, CHP şiire bir çekidüzen vermeyi düşündü… Yahya Kemal’i partinin estetik danışmanı yaptı, Ahmet Kutsi Tecer’i de Fuat Köprülü’nün kuru bir dala çevirdiği Ülkü: Halkevleri dergisinin başına getirdi. O zamanlar her şey CHP’nindi. YurtMilletVatanCumhuriyetSakarya ve sonradan Fethi Çelikbaş’ın ünlü iddianamesi ile kapatılan Halkevleri…” Mehmed Kemal’in, belirlemesiyle Tecer’in, Âşık Veysel’i bulması, “Orda Bir Köy Var Uzakta” şiiri ve Behçet Kemal, Osman Atilla Necati Öngay, Coşkun Ertepınar gibilerin bu koroya eklenmesi de tutmamış bir “proje”dir. Acılı Kuşak kitabının şu cümlesi, “iktidar edebiyatı” kayıtlarına geçmeli bence. “Nurullah (Ataç)’a yaklaşmış olan, resmi görüşün onayını almış demektir.”

1940’lı yılların damga sözcüğü “komünist”tir ve siyasal iktidarı eleştiren kim olursa olsun -öncelikle gazeteciler ve edebiyatçılar- komünist olmakla suçlanır. Refik Halid, Halide Edip, Sabahattin Ali, Sait Faik ve dönemin başka adları “kendi resmi görüşünden başka fikre tahammül göstermeyen” iktidarın bu “acılı kuşak” için can yakan suçlama yöntemini eleştirmişlerdir. Her bir edebiyatçı, peşine tak(tır)ılan polisiyle senli benli olmuştur ve polisin biraz da görevini yapıp kendini kurtarmak için “komünist” raporu yazması günlük işlerden biridir: Radyonun çubuğu vericiye benzediği için suç, “Bahar Beklediğimi Getirmedi” şiiri suç, kitabın adında “sınıf” yazmak suç, iktidarın politikasıyken “tren” şiiri yazmak suç… Polis, raporu verince en az bir gece kodestesiniz; sonrası, ömür boyu damgalanmak…

Otoritenin kitap düşmanlığına Fahrenheit 451 yeter de artar bence; ilgileneler Kitap Yakmanın Tarihi’ni de ekleyebilirler. Bu ülkede, “acılı kuşak” öncesinde ve sonrasında olağan olmayan durumlarda ilk işin polisin kitap gaspına tanık oluyoruz. Eli kalem, dili kelam tutanların kaderini, kalemin ve kelamın ruhuna yabancı kalmışlar belirlemese keşke…

İlk baskısından bu yana geçen elli yılda edebiyatçıların yaşadıklarına tanık olsaydı gazeteci yazar, kitabının adını değiştirir miydi bilemem ama önsöz yazısına birkaç “acılı sözcük” daha eklerdi diye düşünüyorum. Acılı Kuşak, yalnızca eleştirmen ya da edebiyat tarihçilerinin değil, bir dönemin ve bugünün kültürel/siyasal ortamıyla ilgilenenlerin de okuması gereken bir kitap. 

Arka Kapak dergisi 19. sayı