Tuğba Güner

74. Venedik Film Festivali’nde gösterilen ve Filistinli oyuncu Kamel El Basha’nın en iyi erkek oyuncu ödülünü aldığı “Insult”; Lübnanlı yönetmen Ziad Doueiri’nin imzasını taşıyor. Yabancı Dilde Oscar’a aday olarak Lübnan sinema tarihinde de bir ilki gerçekleştiriyor.

Otomobil tamircisi olan Tony ( Adel Karam ), aşırı sağ fikirleri olan ve üyesi olduğu Lübnan Hristiyan Partisi’nin mitinglerine sık sık katılan Lübnanlı bir Hristiyan’dır. Hamile eşi Shirine ile sıradan bir yaşam sürmektedir. Lübnan’a ülkesindeki sorunlardan dolayı göç etmiş, mülteci mahallesinde yaşayan Filistinli ustabaşı Yasser ( Kamel El Basha), Tony’nin mahallesindeki alt yapı problemlerini çözmekle sorumludur. Yasser, Tony’ye balkonundaki giderin sorunlu olduğunu fark edip tamir etmek ister ama Tony buna izin vermeyerek Yasser’in işini sabote eder. Filme de ismini veren hakaret, ikili arasındaki bir su borusundan kaynaklanan tartışma yüzünden Yasser tarafından Tony’ye sarf edilince ipler kopar. Olay mahkemeye taşınır ve medyanın, halkın, siyasi aktörlerin gündemine oturur.

“Insult”ta hakaret, bir yönüyle insan onurunu kırıcı ve küçültücü bir davranış iken, diğer yönüyle de kriz yönetimi için tüm medeni yolları tüketip sorunu çözemeyen Filistinli Yasser’in acizliğini ifade ediyor. Bu acziyet, Yasser’in tercih edilmemiş göçmenliğine de dokunuyor. Zaten alevlenmeye müsait tartışmanın büyümesine yol açan hakaret, filmin İngilizce altyazısında “fucking prick” Türkçesinde “aşağılık herif” diye çevriliyor. Aslında Yasser, aynen şöyle söylüyor: “Ente vahid arz”, yani “Sen bir şerefsizsin!” Dolayısıyla çeviriler, orijinal ifadedeki sözlere denk gelmiyor ve Tony’nin toplumsal aidiyetine yapılan hakareti karşılama noktasında eksik kalıyor. Tony, kullanılan ifadeyi, kimliğine uzanan bir onur kırma eylemi olarak algılıyor ve ısrarlı bir şekilde özür bekliyor.

Film, klasik anlamda mülteci dramını konu eden bir hikâyeden bahsetmiyor. Lübnan’da yaşayan ve farklı sınıflara ait olan iki insan üzerinden özelde Lübnan, genelde de Ortadoğu toplumlarının sosyolojik problemlerini irdeliyor. Yıllardır Filistin sorunundan bahsedilerek diğer acıların göz ardı edildiğini ve bu sorunun çözüme ulaştırılmasına katkı sunmak yerine siyasi endüstri tarafından araçsallaştırıldığını dile getiriyor. Hıristiyan bir Lübnanlı olmasından dolayı yönetmeni yanlı olarak değerlendirmek yanlış olur. Çünkü filmde söylenmek istenen şey şu ki, Ortadoğu; acıların yarıştırıldığı ve her grubun kendi acısına tutunduğu bir coğrafya olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu sıkıca tutunma, acıyı en küçük kıvılcımda bile yeniden üretiyor ve karşı grupla akılcı bir diyaloğu imkansız kılarken empati yoksunluğuna da sebep oluyor. Acılar, yıllarca toplumsal bilinçaltına travma olarak yerleşiyor, sosyo-politik gelişmelere yön veriyor. İki birey arasındaki ufak bir anlaşmazlık her grubun kendi içindeki acısını pekiştiriyor, gruplar arasında meydana gelen güvenlik sorunu, kin, nefret olarak tüm ülkeye hatta dünyaya sıçrayabiliyor. Nitekim filmde de Yasser ile Tony arasında gerçekleşen ve mahkemeye taşınan sorun kişisel olmaktan çıkarak Lübnan’ın gündemine yerleşiyor. Cumhurbaşkanı, Yasser ile Tony’yi makamında kabul ederek ufak bir meselenin bu kadar büyüyerek önüne geçilemez bir hale gelmesinden korktuğunu söyüyor ve çatışmasızlığı öneriyor. Bu asla uzlaşı anlamında barış olmadığı gibi sorunları halı altına itip onların canlılığını yıllarca muhafaza etmesine sebep oluyor. Nitekim hafızalarında acıları her daim taze olan taraflar davalarından vazgeçmiyor ve su borusundan çıkan kıvılcım kartopu gibi büyümeye devam ediyor.

Ortadoğu’nun empatiye dayalı uzlaşması bile aynı acının karşı tarafa yaşatılması üzerine kuruluyor. Filmde ikili arasındaki çatışma başladığından beri Lübnanlı Hıristiyan Flanajist saldırgan olarak konumlandırılırken daha sonra onun gerilimi altında yatan travmayı anlamamız ve önyargımızı parçalamamız sağlanıyor. Tony’nin aşırı milliyetçi olan tutumunu ve Filistinliler’e olan öfkesinin temelini anlıyoruz. Herkesin duygusal açıdan çöktüğü ve Tony ile empati yaptığı süreçte Yasser gibi bir karakterin de duygudaşlığı beklenirken o, adeta Hammurabi Kanunları’nı uyguluyor: Göze göz, dişe diş. Ve yönetmen tekrar şunun altını çiziyor; yarıştırılmaya çalışılan acılar…

Lübnan hâlihazırda patlamaya hazır bir bomba gibi Ortadoğu’nun göbeğinde duruyor. Kendi içinde çatışma riskini her zaman barındıran ülkede böylesine bir sebepten dolayı iç savaşın çıkabilme ihtimali işten bile değil. Akademi neden böyle bir filmi seçti diye sorguladığımızda, arkasında manipülatif faktörler de bulabiliriz ama meselenin özüne indiğimizde “Insult”, ulusal uzlaşmaya atıfta bulunuyor. Avrupa’da yükselen bir mülteci düşmanlığı ve aşırı sağ-ırkçı söylemler mevcutken ve yabancı düşmanlığı ile harmanlanmış bir milliyetçilik gittikçe büyürken belki de çoğu kişinin varlığından bile haberdar olmadığı bir soruna dikkat çeken “Insult”, bunu sinema gibi muhteşem bir araç ile tüm dünyaya duyurabilme şansını Yabancı Dilde Oscar’a adaylık ile şahlandırıyor.

Ziad Doueiri, iki taraf arasındaki sorun ne olursa olsun insan olarak herkesin birbirine ihtiyacının olabileceğini Tony’nin Yasser’in arabasını tamir ettiği sahnede gözler önüne seriyor. Bu düşünceyi aktarım konusunda klişeler batağına saplanıp, çatışması tek düzeliğe inen ve mahkeme salonuna tıkılan filmin enerjisini yükseltmeye çalışması handikap olarak gözükse de, özünde siyasal ve sosyal aidiyetlerimiz ne olursa olsun bizi birbirimize yakınlaştıracak insani unsurları sunması açısından klişe göz ardı edilebiliyor.

Lübnan’ın kemikleşmiş bir iç krizini iki aktör üzerinden ilerleyerek işleyen yönetmen senaryoyu aktarım açısından başarılı bir ilk yarı sunsa da özellikle ikinci yarıdan itibaren klasik sinema izleyicisinin beğenisine hitap etme kaygısıyla potansiyelini aşağıya çekiyor. Mahkeme sahneleriyle birlikte Ortadoğu’ya has olan atmosfer değişiyor ve kendimizi Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz bir duruşmada buluyoruz. Hâkim, adeta bir hakem rolüne bürünüyor ve avukatlar arasındaki karşılıklı ve hamleli diyaloglar izleyiciyi filmin gerçekliğinden koparıyor. Senaryodaki çatışma dozunu arttırmak için iki tarafın avukatlarını baba-kız olarak konumlandırarak klişeden kaçamayan yönetmen, ikilinin orada bulunma sebebinin davaya konu olan mevzudan çok çıkar çatışması ve mesleki egolarla sarılı olabileceği mesajını da veriyor. Bunlarla birlikte final tahmin edilebilir hale geliyor ve son karede Yasser ile Tony’nin birbirlerine gülümsemeleriyle tatmin olmaya çalışıyoruz.

Volpi Kupası’nı sonuna kadar hak eden Kamel El Basha ile etkileyici bir performans sunan Adel Karam’ın samimi, gerçekçi oyunculukları üzerinde yükselen “Insult”, yönetmenin sözleriyle ‘’Lübnan için büyük başarı.’’ Ortadoğu filmleri denilince aklımıza hemen Farhadi, Kiyarüstemi gibi isimler geliyor. Aynı coğrafyadan onların yerini doldurabilecek isimlerin kolay kolay çıkmayacağını anlasak da Ziad Doueiri, eğer çıtasını yükseltebilirse, ilerleyen zamanlarda adını daha geniş kitlelere duyurabilme potansiyelini taşıyor. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı