Sadık Yemni

Agatha Christie’nin En Parlak İki Yılı: 1926 ve 1939

Agatha Christie (1890 – 1976) en az elli kitabını okuduğum, kitaplardan uyarlanmış yirmi-otuz kadar filmini izlediğim müstesna bir yazar. Altmışlı yıllarda Cuma akşamları dokuzda başlayan radyo yayınlarında Christie’nin kitaplarından uyarlanmış temsiller de olurdu. Bunlardan biri dünya çapında tiyatroya uyarlanmış olan Fare Kapanı (Mouse Trap) adlı eseriydi. Üç kuşak, bütün ailece radyonun başına oturur dedektif tarafından açıklanmadan önce katili kim olduğunu tespit etmeye çabalardık. Türkiye’de televizyonun olmadığı zamanlardı. Sesi görüntüye tercüme etmekte pek mahirdik.

Aradan yıllar geçti. Agatha Christie 1976’da vefat etti. O sırada Amsterdam’daydım. Gazetelerin birinci sayfalarında haberi çıktı. Bugün gibi hatırlıyorum. Ölümünün üzerinden 41 yıl geçti. Eskisi derecesinde ünlü denemez, ama namı devam ediyor. Christie’nin polisiye türüne yaptığı önemli katkı takdirle anılıyor. Bazı romanları hâlâ modern versiyonları şeklinde filme çekiliyor. Televizyon dizileri haline getiriliyor. Hayatı boyunca 83 roman üreten yazarın özellikle iki kitabı eskimek bir yana dünya polis literatürünün ana direkleri olarak anılmaya devam ediyor. Buna ve diğer ilginç noktalara geçmeden önce polisiye türü üzerine kısa bir çözümleme yapmak istiyorum.

Polisiye = 2S +Z
Polisiye benim için Suçlu ve Sır, 2S merkezli bir elips ve bu elipsi araştıran bir zekâdır. 2S ve Z. Suçun işlenmesinin nedeni, motif, suça özendirme, katil kiralama gibi eylemleri, ince planları Sır kelimesiyle kucaklıyorum. Suçlu ve Sır merkezli bir geometrik cismi düşünmemin nedeni bazen basit gibi görünen bir cinayetin arkasında çok ince planlanmış bir cürüm planı bulunması ve bunun kaçınılmaz olarak matematik bir kurguya dayanma zorunluluğudur. Gizli servisler, mafya, ezoterik yapılanmalar vb. düşünüldüğünde sır bayağı komplike olabilir. Z suçu kimin (kimlerin) ve neden işlediğini bulmak için tümdengelim muhakemeyi, akıl yürütmeyi temsil ediyor.

Kurgusu iyi çatılmış polisiyede okur kendi de dedektife, araştırmacıya paralel akıl yürütür ve bazı sonuçlara varır. Oturduğu yerden yer yer risk taşıyan bir vakayı adeta yaşar gibidir. Z’nin asistanı ya da bir çeşit avatarıdır artık. Dozunda verilen heyecan 2S merkezli elipsin içini dolduran, adeta çeperlerin içeri göçmesini ve şeklin deforme olmasını engelleyen bir öğedir. Heyecan her ortamda yetişen bir bitkidir, ama bence en çok etki yaptığı alan olayların sıradan insanların, günlük hayatın içinde seyrederken beklenmedik şeylerin vuku bulmasıdır. En inandırıcı ve dolayısıyla heyecanı bol öyküler bazı istisnalarıyla ortalama hayatların ortamında salınır.

Gelelim elipsin dış çeper çizgilerine: Bu geometrik şekli belirginleştiren çizgiler araştırıcı ve cezalandırıcı karakterdir. Bu olmadan da 2S + Z ve heyecan yan yana gelir, ama bundan polisiye metin oluşmaz. Araştırıcının polis olması şart değildir, ama onun azmi, bunu yapmak istemesindeki neden ve edimindeki meşruiyet öyküyü polisiye kategorisine dahil eder. Bazen sır en baştan faş edilir. Suçlunun kimliği bellidir. Bu gibi durumlarda araştırıcı ile suçlu arasında takip, kovalamaca gerilimi kurulur. Bu da iyi kurgulandığında yeterince heyecan yaratarak elipsin çeperinin yapıbozuma uğramasını engeller.

Suç haliyle göreceli bir kavram. Hayali karakterler, Fantoma, Arsen Lüpen, Cingöz Recai normalde suç addettiğimiz eylemleri icra ederken adeta bizi de iştirak ettirirler. Kendimizi bu kahramanlarla özdeşleştirmekten alıkoyamayız. Onların suça yaklaşımında karşı konulmaz bir cazibe vardır. Herkes kendi karanlık yanını seyreder satır aralarında.

Ceza
Suç göreceli olunca polisiyenin olmazsa olmazı cezayı 2S merkezli elipste nereye yerleştireceğiz? Fantoma’yı, Arsen Lüpen’i, Cingöz Recai’yi, hatta kendi ülke çıkarları adına ağır suçlar işleyen James Bond’u kim cezalandıracak? Bu kahramanların kitap ve filmlerine rağbete bakarsak hiçkimse diyebiliriz, ama tam da öyle değildir. Maurice Leblanc’ın Arsen Lüpen’i Fransa’da bir milli kahramandır. Onların James Bond’udur adeta. Farkı yazarın yaşadığı devir nedeniyle Birinci Dünya Savaşı sonrası zamanlarda iş tutmasıdır.

Bu tür kitaplarda mağdurun tam olarak kim olduğu pek belirgin değildir. Mağdurlar arası bir mücadele sahnelenmesiyle gözümüz boyanır. Böylelikle ceza beklentisi de askıya alınabilir. Arsen Lüpen hapise düşer, kısa bir ceza çeker; Bond’a düşmanları tarafından işkence edilir, silahla yaralanır, sonra kurtulur. Meslek riski nedeniyle karşılaştığı tehlikeler onun ceza hanesine yazılır.

Klasik polisiyelerde bile suçlu bazen paçayı adaletin elinden sıyırır. Burada okuru tatmin eden şey polis, dedektif ya da araştırıcının suçluyu hapse tıkmak için elinden geleni yapmış olmasıdır. Buna bir örneği 2014 yapımı olan True Dedective adlı diziden verebilirim. Birinci sezon finalinde icraatçı seri katil ele geçirilir, ama onun işbirlikçileri yüksek yerlerden, dokunulmazlardan olduğu için bununla yetinirler. Dedektiflerden biri, “Onları yakalamayacak mıyız peki?” dediğinde partnerinin verdiği cevap pek anlamlıdır. “Dünya öyle bir yer değil.”

Bizim kurnaz, işini bilen suçluyla özdeşleşen ya da onun zekâsını, cüretini takdir eden yanımız da ayrı bir tepki verir. Ölmeyi çok hak etmiş maktul dışında cinayeti hoşgörmeyen okur örneğin Robin Hood efektine ses çıkarmaz. Becerikli bir hırsızı bir ölçüde kabullenir. Kaplan ağıldan kuzuyu kapmış ve ateşli silahlarla kovalanmasına rağmen zekâsı ve hızı sayesinde postu deldirmeden sıvışmayı başarmıştır.

Okur ölmeyi çok hak eden biri öldürülmüşse katil ya da katillerin ceza görmemesini kabullenir. Agatha Christie’nin The Murder on the Orient Express – Orient Ekspres Cinayeti romanında on iki yolcu böyle birini öldürür. Hercule Poirot bunu keşfeder ve susar. Öyküde on iki havarisinin doğru bir iş yaptığını düşünen bir Hz. İsa göndermesi de açıkça hissedilir. Yine Christie’nin On Küçük Zenci romanında emekli bir hakimin bir adaya davet ettiği dokuz suçlu kimseyi infazı da buna örnektir. Ceza öğesi elips alanı içinde nokta kümeleri halinde dağınık olarak bulunur diyebiliriz yani.

1926 ve 1939
1926 Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarının henüz sarıldığı zamanlardı ve dünya çapında büyük bir ekonomik kriz giderek yaklaşıyordu. Agatha Christie Roger Ackroyd Cinayeti adlı romanını yayınladı. 1939 da İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıldı. Yazarın On Küçük Zenci adlı romanı çıktı. Bu tür Savaş, kriz ve zorlu geçiş periyotlarında insanların iki türlü davranış gösterdiği söylenir. Birincisi fantezi dünyalarına sığınmaktır. İkincisi de sıkı durmak, durumu analiz ederek karanlık zamanların yapısını kavramaktır. Agatha Christie’nin ve Tolkien’in kriz yıllarındaki başarısı birinci davranış türüne örnek olarak gösteriliyor.

Yazarın The Murder of Roger Ackroyd – Roger Ackroyd Cinayeti romanında Hercule Poirot bir köyde emeklilik hayatına başlamıştır. Tam o sırada varlıklı bir kimse olan Roger Ackroyd çalışma odasında bıçaklanarak öldürülür. Dedektifimiz cinayeti araştırmayı kabul eder. Teması tipik bir köy cinayeti gibi görünen hikâye hiç beklenmedik bir finalle biter. Bugün bile sanki Agatha Christie başka hiçbir kitap yazmamış gibi bu kitap üzerinde konuşulmaya devam edilmektedir. Mutlaka okunması gereken, hâlâ şaşırtıcı ve dedektif kurgulaması alanında bir aşama yapmış, türünün kilometre taşı olan bir kitap olarak kabul edilmektedir.

Dahası var. Agatha Christie 2013 yılında Crime Writers Association’a üye 600 thriller-tirildeme yazarı tarafından bütün zamanların en iyi cinayet romancısı seçildi. Yazarın The Murder of Roger Ackroyd romanı da şimdiye kadar yazılmış en iyi polisiye kitap olarak nitelendirildi. Christie bu ödülü Thomas Harris (Silence of Lambs), Raymond Chandler, Stieg Larsson ve Jo Nesbo’yu arkada bırakarak kazandı.

And Then There Were None – On Küçük Zenci (1939) romanı küçük bir adada geçer. On kişi çeşitli gerekçelerle küçük bir adaya davet edilir. Adadaki bir malikanede ağırlanırlar. Bir an gelir adada yalnız olduklarını anlarlar. Ev sahipleri gelmeyecektir. Davetliler bir gramofon aracılığıyla yakın geçmişte işledikleri cinayetler nedeniyle suçlanır. Ve sonra tek tek öldürülmeye başlanır. Ada ve binada kendilerinden başkası yoksa bu nasıl mümkün olmaktadır. O halde katil içlerinden biridir. Gerçekten de öyledir, ama yazarın cinayetlerin böylesine fütursuzca işlenebilmesi için düşündüğü kurgu benzersizdir. Mükemmel bir polisiye öyküdür. Christie’nin kurgu tekniğindeki bu en üst nokta kitap yayınlandıktan sonra sayısız kereler kopyalanmıştır.

2015 yılında yapılan bir ankette ‘And Then There Were None – On Küçük Zenci ’ yazarın en iyi eseri seçilmiştir. İkinci sırada ‘Murder on the Orient Express’, üçüncü sırada da ‘The Murder of Roger Ackroyd’ başlıkları yer almıştır. On Küçük Zenci’deki üstün nitelikli grift kurgu Christie’nin olağanüstü yazarlık yeteneğine örnek olarak gösterilmektedir. Bu kitap dünya çapında şu ana kadar 100 Milyon adetten fazla satmıştır ve tarihteki en başarılı dedektif öyküsüdür. Yazarın zamana en direngen yapıtıdır ayrıca. Benim de şahsi olarak bir numaram bu kitaptır.

Ve 1943
1943 yılında İkinci Dünya Savaşı devam ediyordu. Londra bombardıman altındaydı, ama Alman ordusu soğuğun da yardımıyla Rusya’da ilk yenilgisini tadıyordu. Bu ortamda yazarımız Five Little Pigs – Beş Küçük Domuz adlı kitabını yayımlıyordu.

Kocasını zehirle öldürmek suçu nedeniyle on altı yıl önce müebbet hapis cezasına çarptırılmış olan Caroline Crale hapishanede ölür. Kadının kızı Poirot’a vakada beş diğer şüphelinin bulunduğunu ve mahkemenin yanılmış olabileceğini söyleyerek cinayeti araştırmasını ister. Bu kitabı okuduğumda yirmili yaşlarımın başındaydım. Finalde ‘Vay canına’ dediğimi hatırlıyorum. Çok zekice kurulmuş bir kurgu zembereği vardı. Öykü anlatma tekniği muhteşemdi. Spoiler vermemek için daha fazla anlatmıyorum ve Agatha Christie okumamış kimselere 1926, 1939 ve 1943 kitaplarını hassasiyetle tavsiye ediyorum.
————————-

Suçluyu Keşfetmek İçin 5 Formül
Araştırmacılar Agatha Christie’nin 83 kitabından 23’ünü analiz etmişler ve arka plan, kurbanlarla ilişki, öldürülme şekli göz önüne alınarak katili tahmin edebilmek için 5 adet formül bulmuşlar.
1 – Kadın katiller hikâyede arabayla ya da trenle, erkek katillerse bot ya da uçakla seyahat ediyorlarmış.
2 – Katil genellikle kurbanın ailesinden biri oluyormuş. Partnerler aşk nedeniyle, aile bireyleri ise başka nedenlerle cinayet işliyorlarmış.
3 – Erkek katiller boğarak cinayet işliyorlarmış. Birisi bıçaklanmış ya da havasız bırakılarak öldürülmüşse katil muhtemelen doktormuş.
4 – Eğer cinayet taşradaki bir çiftlik evinde işlenmişse katilin kadın olması şansı yüzde yetmiş beşmiş.
5 – Kadın katillerin izi evdeki bir eşya üzerinden sürülürken, erkek katilleri bulmak için enformasyon ve mantık kullanılıyormuş.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 23.sayısında yayınlanmıştır.