Sezgül Karcıoğlu

Mimarlık otoritelerinden Doğan Kuban, 1993 yılında çıkarmış olduğu Türk Hayatlı Evi adlı kitabını yeniden düzenleyerek Türk Ahşap Konut Mimarisi: 17-19. yüzyıllar ismiyle tekrar okuyucu ile buluşturdu. Yeni düzenlemeyle geleneksel Türk konutundaki hayatlı eve ek olarak, hayatlı evin çıkış noktasından ve ahşap mimarideki yerinden bahsetmiş. Tarih boyunca değişim gösteren konut mimarisi, araştırmacıların ilgisini çeken bir konu olmuş, Türk evi üzerine sayısız eser yayınlanmıştır. Kuban’ın çalışması diğer eserlerden farklı olarak mimariyi sadece tarihi olarak değil kuramsal olarak da ele almış olmasıyla özgün bir eser. Konut mimarisinin gelişim sürecini plan, çizim ve fotoğraflarla desteklemiş. Teknik açıdan fazla detay ile karşılaştığımız bu çalışma, yapı ve mimari ile ilgilenen okurların özellikle dikkatini çekecektir.

Kuban, Türk konut yapısına geçmeden önce, Türk kentinin biçimsel karakterinden bahsediyor. Kente kimliğini kazandıran mekânsal öğelerden biri olan sokaklar, Kuban’ın yorumuyla arada kalmış kentsel bir mekân olarak tanımlanıyor. Sokakların bağımsız birimlerin çevresindeki tarafsız bir boşluk olduğunu, evlerine birleştirdiğini ne de ayırdığını belirtiyor. Sokaklarda ağaçların bulunmadığını, ağaçların bahçeler, cami avluları ve mezarlıklarda olduğunu belirterek sokakların en temel işlevinin evlere girilebilecek mekân sağlamak olduğunu söylüyor. Kentin insan ile ilişkisinin sokakta gelişme gösterdiğine inanan biri olarak, sokaklara biraz haksızlık ettiğini düşünüyorum. Türk sokakları, sadece evlere geçiş sağlayan yoldan ziyade bir kültürü ifade ediyor. Bir sokağa girdiğinizde, o sokakta yaşayan insanların kültüründen izler bulabilirsiniz. Ayrıca kültürümüzde önemli bir yeri olan çıkmaz sokaklar da mahremiyet algısının sonucu olarak şekillenmiştir. Sürekli geçiş imkânını engelleyen çıkmaz sokaklar, ana cadde ile ev arasındaki bölgeyi mahrem kılar. Yine mahremiyete dikkat edilerek, Türk kentlerinde ticari bölgeler, konut mahallelerinden ayrı olarak konumlanmıştır. Camii, kahvehane, pazar, hamam bir aradayken, yalıtılmış olarak evler de daha uzak alana yapılmış. Hatta öyle ki, evlerin önlerine yapılan bahçeler ile evler sokaktan uzaklaşarak kendi mahremini muhafaza etmiştir.

Türk konut geleneği yüzyıllar boyunca özgünlüğünü korumuştur. Göçebelikten yerleşik hayata kadar geçen sürede Türk evi, geleneğin, kültürün, toplumun yerel özelliklerini de bünyesine katarak gelişim göstermiştir. Evler, insan yaşamının bir uzantısı olmaktan öte, ona anlam kazandıran en önemli olgudur. Evin içerisi, ailenin düzenini şekillendirirken, dışarısı ise çevre ile ilişkilerindeki mesafeyi ayarlar. Evin rahatlığı, insan yaşamının rahatlığına paralel kabul edilebilir. Türk konut tipinde kendine özgün bir yer bulan “hayat”, ev düzenini sağlarken, mahrem sayılan evi dışarıya karşı korumaktadır. Geleneksel konut tipinde evlerin odalara değil hayatlara açılmasının sebeplerinden biri de bu sayılabilir.

Anadolu ve Balkanlarda Türk fetihlerinin ilk yıllarında ev biçimine ilişkin pek bir veri karşımıza çıkmıyor. Fetihlerle beraber kentlerin büyümeye başlamasıyla Türk toplumu kendi ev tipini oluşturuyor. Avlu, sofa, çardak veya sergâh olarak da bilinen hayat, evin kalbi. Hayatlı evin tarihi Osmanlı’nın klasik dönemine dayanıyor. Anadolu-Türk toplumunda ahşap evler hayatlı ev olarak biçimlenmiş. Hayat, bahçeye açılan birinci kat sofasına deniyor. Arapça’da çevrili yer anlamına gelen hyatt sözcüğünden geliyor. Çocukluk yıllarımda Anadolu’ya, memleketime her gittiğimde köy evimizin girişinin “hayat” olarak adlandırılmasını, vaktin büyük çoğunluğunun orada geçmesiyle anlamlandırmıştım. Hayat sanki o avluda akıp geçiyordu. Yiyecekler orada saklanıyor, meyveler orada kurutuluyor; lavabosu, günlük lazım olan araç-gereçleriyle hayat, evin kalbi gibiydi. İşlev olarak yaşam etkinliklerinin hayatta yer alması da kelimenin Arapça kökenini açıklıyor.

Doğan Kuban, ahşap ev tipolojisinin gelişimini, Anadolu-Türk kültürünün gelişme süreci içinde aramamızı söylüyor. Türklerin göçebe yaşamları süresince barınma ihtiyaçlarını karşılarken sadece işlevselliğe dikkat ettiklerini, gösterişsiz, yalın, geçiciyi tercih ettiklerini belirtiyor. Bu tercih konut gelişimine de yansımış. Anıtsal İslâm mimarisinde, güç simgesi sayılabilecek sağlam eserler yer alırken, İslâm konut mimarisinde sağlamlık ve süreklilik kavramları esas alınmamış. Türklere göre insan hayatı geçici olduğundan yapılarda kısa ömürlü ahşap kullanılmış. Toplumsal ve dinî yapılar ise kalıcı olması gerektiğinden, sonsuzluğu temsil eden taş ve tuğla tercih edilmiş.

17. yüzyıl başlarında Osmanlı konutlarının yapı malzemesi ahşaptı. Ahşap malzeme, ömrü kısa olmasına rağmen konut yapımında tercih ediliyordu. Büyük yangınlar sonucu ahşap evler büyük tahribat görünce inşaatların kâgir yapılması kararlaştırıldı. Fakat karar yürürlüğe konulamadı ve ahşap konut yapımına devam edildi. Yapı örneklerinin günümüze kadar gelemeyiş nedeni de ahşabın ömrünün kısa olmasıdır. Ahşap konut tipleri hakkındaki verileri yaşayan örneklerden değil, seyyahların notları, minyatür ve fotoğraflar, vakfiyeler, mahkeme kayıtları ve İmparatorluk divanı hükümlerinden elde ederek yorumluyoruz. Örneğin 16. yüzyıla ait bir mahkeme kaydında Türk ev kompleksi içinde ilk olarak hayat göze çarpıyor.

Evde yer alan hayat; oda, merdiven, eyvan, haremlik, selamlık ve hizmet elemanları yöresel farklılıklarıyla anlatılmaya çalışılmış. Oda elemanları, sedir kullanımı, pencere- ışıklandırma, tavan, yüklük gibi mini başlıklarla geleneksel konut tipi detaylandırılmış. Cephe tasarımı ve ahşap evin estetiği de ayrı bir başlıkta incelenmiş. Çalışmada hayatlı ev örneklerinden ve bu evlerin günümüze kadar yaşadığı evrimden de bahsedilmiş. Batılı mimarinin etkisiyle, Türk geleneği terk edilmiş, 18. ve 19. yüzyılda simetrik ve merkezi planda evler yapılmaya başlanmış. Hayatlı ev şekil değiştirmiş ve kırsallığı gitmiş, kapsadığı alan küçülmüş, eyvan ve sofa yerini odalara bırakmış ve evler de hayatlara değil, direkt içeriye açılmıştır. İstanbul’da ahşap konut mimarisinin son aşaması, Batılı ve azınlık mimarlar tarafından tasarlanan köşklerdir. Savaşlar ve mülteciler yeni üslupların benimsenmesini kolaylaştırmıştır. İstanbul’daki yabancı mimarlar doğrudan yabancı modeli uygularken, Batı’da eğitim görmüş Osmanlı mimarları da bu uygulamayı desteklemiştir. Ahşap geleneksellikle beraber terk edilerek, yapılar çoğunlukla neobarok, neoklasik, neogotik ve Art Nouveau üsluplarıyla yapılmaya başlanmıştır.

İstanbul’u kitaplarından okumaya alıştığımız Kuban, alışık olmadığımız şekilde bu kez İstanbul’dan daha az bahsetmiş. Bunda ahşap mimarinin yavaş yavaş kaybolmasının etkisi büyük. İstanbul’un kayıp kent görüntüleri başlığında incelediği İstanbul’u, ressam Melling’in resimlerinden okuyoruz. Bugünkü Dolmabahçe Sarayı’nın yerinde olan eski Beşiktaş Sarayı, Aynalıkavak Kasrı, Beyhan Sultan Sarayı resim ve gravürleri eski İstanbul’da gezdiriyor bizi. Ahşap İstanbul’u anlatırken günümüze kadar gelen Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nı atlamak olmaz. Boğaza bakan bu yapının mekân ve cephe güzelliği, senelere rağmen, modern gelişmiş mimari ile kıyaslanacak kadar başarılı.

Yapı teknikleri üzerine kısa notlar, plan ve kurgularla daha çok akademik çalışma olarak gözüken kitap, ciddi bir emeğin eseri. Tarihsel perspektifi, mimari bilgisi ile buluşturan Kuban, hem coğrafyaya göre değişen üslubu hem de yapı malzemeleri hakkında detaylı bilgiyi size bir arada sunmuş. Çalışmanın sonuna Türk konut mimarisine ilişkin sözlük de eklenmiş. Bilindiği gibi bazı kelimeler yöreye göre değişiklik gösterebiliyor. Örneğin “kulübe”ye Kastamonu’da “alabıcık”, Kırşehir’de “cılacık” deniyor olması yörelerin dil zenginliğini görmemiz açısından güzel. Kuban, bu kitapla konut mimarisi üzerine faydalı bir okuma yapmamızı sağlıyor. İlgililerin merakla okuyacağını düşünüyorum. 

Türk Ahşap Konut Mimarisi Doğan Kuban İş Bankası Kültür Yayınları

Türk Ahşap Konut Mimarisi
Doğan Kuban
İş Bankası Kültür Yayınları