Mustafa Özel

Don Kişot’un son bölümünü hep hüzün ve öfke içinde okumuş, kaşlarımı çatmışımdır! Gönlü bu denli yüce bir meczubu, giderayak akıllandırmanın manası var mı? Cervantes, kahramanını tam anlayamadı mı, onun yüksek budalalığına ayak mı uyduramadı, yoksa “Akıl Çağı”nın eşiğindeki okuyucularına rüşvet vermek zorunda mı kaldı? Don Kişot’u “küçük çaplı bir yazar” olan Cervantes’in değil, Sidi Hamid bin Engeli maskesi takmış Mançalı Şövalye’nin kendisinin yazdığını düşünün! Unamuno’nun yardımıyla, bu gizemli düğümü çözmeye çalışalım.

“Ya yenilgilerinin hüznü yahut Tanrı’nın muradı ile” hummaya yakalanan Aşk ve Adalet Nöbetçisi, tam altı gün yattıktan sonra, kendisini kontrol eden hekimin “artık umut yok” teşhisiyle Sanço ve diğer dostlarının gözyaşına boğulması üzerine, yalnız bırakılmayı istedi ve tam altı saat deliksiz uyudu. Uyanmaz olaydı! Tanrı’ya sonsuz merhametinden ötürü şükrettikten sonra, ağzından şu uğursuz kelimeler döküldü: “Artık şuuruma kavuştum; zihnim, iğrenç şövalye kitaplarını maalesef sürekli okumam yüzünden üzerine inen cehaletin karanlık gölgelerinden kurtuldu, aydınlandı.” Yok ya, başa gelene bak! Peki biz tam 880 sayfa uyutulduk mu? Aşksız ve Adaletsiz bir dünyaya Akıl bu denli gerekli idiyse, ölümün eşiğinde mi başa gelmeliydi?

Son bölümün Don Kişot’u bir nevi Sanço Panza’dır; aklın, bilincin, tedbirli davranışın simgesi. Giderayak, ayrıntılı ve çok hesaplı bir vasiyetnâme bile hazırlıyor. Yel değirmenleriyle savaşan meczup şövalye gidiyor, onun yerine Aydınlanma çağını haber veren filozof bir münadi geliyor: “[Şövalye kitaplarının] saçmalıklarını, yalanlarını açıkça görüyorum artık; tek üzüldüğüm, gerçeği görmekte bu kadar gecikmiş olmam; yanlışımı tamir etmeye, ruhuma ışık tutacak kitaplar okumaya vaktim yok.” Üçkâğıtçılığın dik âlâsı! “İyi kitaplar” okumaya madem vaktin olmadı, nasıl aydınlanabildin öyle? Altı saatlik uykuyla, hangi menzile ulaşabilir insan? Neyse ki bilinçlenen kahramanımız ruha ışık tutacak kitaplar olduğunu yadsımıyor. Asıl meselesi, deli olmadığını, aklının başına geldiğini insanlara hissettirmek. “Bu dünyada deli namı bırakacak kadar kötü bir hayat sürmediğimi gösterecek şekilde ölmek isterim. Evet, deli oldum, ama ölürken deliliğimi teyit etmek istemem.” (Cervantes: La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don QuijoteÇev. Roza Hakmen, Yapı Kredi, 2006, s. 881.)

La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote
Miguel de Cervantes
Çeviren Roza Hakmen
Yapı Kredi Yayınları

Don Kişot’un (Cervantes’in değil, Don Kişot’un!) yedinci göbekten torunu Miguel de Unamuno, 20. yüzyıl başlarında, adım attığımız lanetli çağın “cinneti bile anlamadığından” yakınıyordu. 1905 yılında kaleme aldığı “Don Kişot’un Mezarı” başlıklı yazısında, modernlerin deliliğin bile arkasında gizli bir sebep, yahut iktisadi saik aradıklarından şikâyet ediyordu. “Akılsızlığın aklı” bu lanet olası çağdaşlar için bir gerçek olmuştu. “Her eylemin bir varlık sebebinin olduğu bir kez gösterilince –ki o sebebi şipşak buluveriyorlar!– eylem bütün değerini yitiriyor. Mantığın onlara yaptığı iyilik budur işte; domuz mantık! Her adımda şunu soruyorlar: Onu niye yaptı? Hiç Sanço Panza, ‘Don Kişot yaptıklarını niçin yaptı?’ diye sordu mu? Öyle inanıyorum ki, Don Kişot’un mezarını, onu işgal eden üniversite mezunlarının, vaizlerin, berberlerin, dük ve rahiplerin elinden kurtarmaya yönelik bir kutsal sefer düzenleme vakti gelmiştir. Cinnet Şövalyesinin Mezarını, Akıl şampiyonlarının iktidarından kurtarmamız lazım.”

Don Kişot’u Cervantes’ten Daha İyi Anlayabiliriz!

Unamuno daha sonra bu yazısını “teolojik” bir kitabın mihveri haline getirdi: Efendimiz Don Kişot. Neredeyse iki bin yıllık Kilise’nin “Efendimiz İsa Mesih” şiarına karşı, modern bir ilahiyatın ayak sesiydi bu. Kişotizm yeni bir dindi. Bu dinin iki üstün tarafı vardı: Kurucu yahut peygamberi Don Kişot – Cervantes değil pek tabii– gerçek bir insan değil, bir kurgu kahramanıydı. İkinci üstünlüğü de peygamberinin gülünç bir adam olmasıydı. “Herkesi güldüren ama asla şaka yapmayan bir Şövalye.” (Our Lord Don Quixote, Princeton, 1967, s. 13.)

Unamuno, bu yorumlarını bir dosta anlatıyor gibi aktardıktan sonra, dostunun verdiği cevapla sarsılıyor: “Hepsi iyi de, Don Kişot’un mezarını bulup, onu işgal eden üniversite mezunlarının, vaizlerin, berberlerin, dük ve rahiplerin elinden kurtarmak yerine; asıl Tanrı’nın mezarını bulup, onu işgal etmekte olan mü’min ve münkirlerin, ateist ve deistlerin elinden kurtarmamız gerektiğini düşünmüyor musun? Mezarını işgalden kurtardıktan sonra, O’nun bizi diriltip hiçlikten kurtaracağı güne kadar orada durup, büyük umutsuzluk içinde feryad ü figan ile yüreklerimizi gözyaşları içinde paralamamız icap etmiyor mu?” Bu zorlu sorunun köşeye sıkıştırdığı Sis yazarı, bu yüzden Don Kişot ile Sanço’yu “onları yaratan, yahut daha doğrusu, onları ülkesinin manevi derûnundan çekip çıkaran” Cervantes’ten daha iyi anlamamız gerektiğini ve anlayabileceğimizi iddia ediyor. “Sis romanında Augusto Peres nasıl benim kurgumdan bağımsız ise, Don Kişot ile Sanço da Cervantes’in şiirsel tasarımından öylesine bağımsızdırlar.”

Aklı başında Şövalye, vasiyetnamesini ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra şövalyelik kitaplarını son bir kez daha şiddetle lanetliyor ve ölümünde hazır bulunan noterin tanıklığı ile, “huzur içinde ve Hıristiyanca” ölüyor. Rahip, noterden “La Mança’lı Don Kişot adıyla bilinen” İyi Yürekli Alonso Quijano”nun eceliyle öldüğüne dair bir şahadet belgesi düzenlemesini rica ediyor. Neden mi? “Seyyid Hamid Badincani dışında bir yazarın sahtekârca kendisini diriltip, hakkında bitmez tükenmez kahramanlık hikâyeleri yazması ihtimalini ortadan kaldırmak” için! Cervantes, Sanço’nun, Don Kişot’un yeğeninin ve kâhya kadının ağıtlarını kaydetmese de Sanson Carrasco’nun yazdığı muhteşem kitabeyi atlamıyor:

Burada yatan

güçlü asilzâde,

öyle yiğit,

öyle fevkalâde,

yenemedi bu yüzden,

hayatını ölümle.

Hayatını ölümle yenemiyor ve (asıl yazarımız) Seyyid Hamid (Unamuno’ya göre, Don Kişot), emektar kalemine şöyle diyor: “Ey benim tüy kalemim, seni bu askıya asacağım, kibirli ve düzenbaz tarihçiler seni kirletmek için bu askıdan indirmedikçe, çağlar boyunca yaşayacaksın.” Evet, modern dünyanın ilk (ve galiba hâlâ en büyük) romanı, tarih ilmine aleni bir meydan okumayla noktalanıyor. Biz de Aşk ve Adalet erleri olan kurgu ustalarının, Aklın yeniçerisi “kibirli ve düzenbaz tarihçiler” ile ezelî ve ebedî mücadelesini, Don Kişottan Çalıkuşuna uzanan bir romanlar dizisi üzerinden “okumaya” devam etmek istiyoruz. Akıllanan meczupların neye (veya kime) yaradığını kavramak çok da kolay olmasa gerek!

Arka Kapak dergisi 34. sayı