Haydar Ergülen

Samimiyim. John Berger kadar mı? Bilmiyorum. İngiliz doğup, Fransa’da yaşayıp, Türkiye’yi sevmek yeterince samimiyet barındıran, hatta bazı durumlarda olağanüstü sayılması icap eden bir şey. İyi bir şey.

John Berger’i bir yazar gibi okumaktan, yazdıklarını kitap olarak değerlendirmekten çok bize mektup yazan, mektupları da okunaklı el yazısıyla yazılmış, yıllardır uzakta yaşayan, akrabadan, okumuş yazmış bir adam olarak gördük, sevdik, benimsedik. O da bunca yıldır yanıltmadı bizi doğrusu. Nur içinde yatsın.

Şimdi bizim de ona bir mektup yazmamız gerekir elbette. Bunca yaptıklarına, yazdıklarına karşılık, pul kadar, el kadar bir mektup. İlk gençliğimizin, gençliğimizin, orta ve yaşlılığımızın her çağına şiirden, romandan, anıdan, anlatıdan, denemeden bir mektup yollamış, üşenmemiş bazen kalkıp ta buralara kadar kendisi gelmiş bir adam. Hepsini yazmış ama mektup gibi yazmış, o sıcaklıkta, o yakınlıkta. Mektup için değil miydi, “uzağı yakın eder” demeleri?

Geç gelmiş mektup gibi, geç okunmuş mektubun da pulu üzülür önce. Önce ben üzülürüm pul olsam. Bazı şiirler zamanını bekler Necatigil’in dediğince, ama bazı anlatıların zamanı vardır ve onlar tam zamanında okunmak ister. Berger’in Türkçedeki ilk kitabı Sanat ve Devrim’i (Yankı Yayınları, 1974) yayımlandığı zaman okumuştum. Bir defa, neredeyse hemen tüm kitaplarını satın aldığım ve tıpkı Varlık gibi, Ant gibi, Cengiz Tuncer dönemindeki E Yayınları gibi, ilk dönemindeki Bilgi Yayınları gibi, kitaplığıma mutlulukla sıraladığım bir yayınevinden çıkmıştı, Yankı’dan. Berger’i tabii ki bilmiyordum, ama olsun, kitabın adında hem sanat hem devrim geçiyordu, bu yeterdi. Tam da o yıllarda düşündüğüm sorunlarla ilgiliydi. Sanatçının sosyalist bir düzendeki özgürlüğü… Otorite tarafından bir süre sonra istenmeyen bir heykeltıraşı anlatıyordu Berger.

Efsane Yankı Yayınlarından John Berger’in bir sonraki kitabı, Görme Biçimleri geldiğinde yıl 1978’di. Her bakımdan en ateşli yıllarımız. Gençlik, aşk, devrim, yoldaşlık… ODTÜ’de Sosyoloji okuyordum ve bu kitap da beni ilgilendiriyordu. Zaten hangi kitap ilgilendirmiyordu ki? John Berger gayriresmî tarihçimiz gibi olmuştu. 18 yaşımda başlamıştım okumaya çünkü. Yedinci Adam’ı da (Cem, 1978) aynı yıllarda okumuş olmalıyım. Çevirmeni ve yakın dostu Cevat Çapan çevirmişti Türkçeye. Yunan, Türk, İspanyol, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde çalışan göçmen işçiydi Yedinci Adam. Bu kitap da beni, bizi ziyadesiyle ilgilendiriyordu. Kökleri burada olsa da dalları Almanya’da, Fransa’da, Hollanda’da olan bir kavme mensuptuk artık.

Üçlemesinden yalnızca Bir Zamanlar Europa’da’yı (İletişim, 1991) okudum. Taciser Belge-Murat Belge çevirmiş. Sonra G’yi (İletişim, 1984) tabii. Eh Tomris Uyar da çevirmiş bir güzel, okunmaz mı? G, darbenin şiddetinden henüz kendine gelemese de yavaş yavaş gözlerini açmaya başlamış olan solun yarı uykulu gözlerle en çok okuduğu ve tartıştığı kitapların başında gelir o dönem. Bende de böyle, kolektif bir uykunun ardından kolektif uyanışa denk gelen bir okuma anısı vardır Gnin.

Adam Yayınevi’nin, Erkal Yavi’nin o güzelim kapak tasarımlarıyla yayımladığı, adı da öyle, Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü (Çev: Zafer Aracagök, 1987) ile Şiirin Saati (Çev: Gönül Çapan, 1988) kitaplarını unutur muyum? Berger’i yitirince çıkarıp yeniden okumaya başladığım ilk kitaplar onlardı. Benim asıl sevdiğim Berger, denemeci Berger, gezgin Berger, mektupçu Berger, şair Berger o kitaplardı. Şu cümlelerin altını çizmişim hemen: “Şiir yitirilmiş bir şeyi bize yeniden veremez, ama yitirilen şeyle aramızda oluşan ayrılığa kesinlikle karşı çıkar. Bunu da hayatımızdan koparılan şeyleri sürekli olarak bir araya getirmekle yapar.” (s.66)

Akrabadan yakın bir yazar Berger. Hiç görüşmedik ama iyi tanışırız. 

Arka Kapak dergisi 18. sayı