Feridun Andaç

Sinemayla dünyayı yeni baştan görür, insanı tanırsınız. Dahası, buna “keşif” diyorum ben.

Al Pacino, bu tanımı yönetmen için kullanır: “Gerçek bir yönetmen, dünyayı böyle gören, – Bir şey gördüm. Bir şey okudum. Bunu çekmem gerek – diyen biridir.” O, kendi oyunculuğunu da şöyle niteleyecektir bunun ardından: “Ben böyle değilim. Ben bir şey görüp, – Vauv, bunu oynamam gerek – diyorum.”

Bir filmi izlerken/seçerken önceliğim hep yönetmen olmuştur. Ama iyi karakter oyuncularının filmlerini tartışmasız izlerim. Sezgilerim Al Pacino’nun seçimiyle örtüşür çünkü. O tür oyuncular sizi pek yanıltmaz. Anlatılan hikâye, yansıtılan karakter size yeni şeyler gösterir. Sinema gücünü görselliğinden alsa da; bunu tasarlayan/düşünce, yansıtan oyuncu bir bütünlük içerir. Burada benim örtük biçimde dillendirdiğim çoğu düşüncenin açıklıkla tanımını usta bir oyuncunun sözlerinden okumak, etkileyici geldi bana.

Amerikalı gazeteci Lawrence Grobel’in usta oyuncu Al Pacino ile yaptığı söyleşilerden oluşan kitabı günlerdir elimden düşmüyor. Grobel’in onunla farklı dönemlerde (1979-2005) yaptığı söyleşileri içeren kitap adeta oyunculuk/sinema/tiyatro derslerini içeriyor. Bir yanda Al Pacino’nun sinema serüvenini izlerken; öte yanda yaşamı ve tiyatro/sinema oyunculuğunun arka planını öğrenirsiniz.

Ünlü bir sinemacının kişisel yaşamına dair anlattıklarını merak ötesi bir duyguyla okursunuz. Ama çok az ipucu verir. Kitabı okumaya başladığımda, “Salome” filmini yeni izlemiştim. “Çin Kahvesi” filmi birkaç yıldır yaratıcı yazarlık derslerimde izlettiğim filmler arasında yerini almıştı. Shakespeare seminerlerimde “Venedik Taciri” filmindeki Shylock karakterini bir çözümleme örneği olarak ele almıştık. “Richard’ı Aramak” ise daha bu kitabı okurken derslerimde yerini aldı.

Her şey nasıl gördüğünüz, nasıl duyduğunuzla alakalı.

Doğrusu, Al Pacino’nun izlediğim birçok filminin ardından okuduğum bu söyleşi kitabında karşıma çıkan portresine bakarken; (onu güçlü bir oyuncu kılan) onun sinemada “ikon” konumuna gelişinin bir rastlantı olmadığını gözledim. Bu başarıyı getiren, ilkin, neyi yapması gerektiğini seçmesi; buna yaşamını adaması, oyunculuğa tutku/sadakatle bağlanıp çalışması, sürekli öğrenmesidir. Evet, Al Pacino’nun başarısının sırrı budur.

Al Pacino’ya “sinemacı”, “sinema oyuncusu” deyip geçmek zordur. Tiyatro kökenli bir aktör, bir karakter oyuncusu… Her ne kadar Al Pacino denildiğinde akla “Baba” filmi gelse de; onu asıl tanımak için, bence “Richard’ı Ararken”, “Solome” ve “Çin Kahvesi” filmlerini izlemeli önce.

Diyebilirim ki; hem Al Pacino’yu hem onun tiyatro aşkını hem de Shakespeare’i tanımak/anlamak için “Richard’ı Ararken» size çok şey anlatacaktır. Lawrence Grobel, ona, “Kral Lear”ı oynayabileceği bir yaşa gelip gelmediğini sorduğunda Al Pacino’dan aldığı yanıt onun birikimini/oyunculuk deneyimini, öğreticiliğini tümüyle ortaya koyacak düzeyde: “Lear’ı denemem gerek. Rolde ne kadar rahat olacağımı görmek için her şeyi olduğu gibi bunu da denemem gerek. Sormam gereken sorular : Bu iki kızı onu neden sevmedi ve diğeri neden sevdi olacaktır. Ona, diğerlerine yapmadığı ne yaptı. Lear’ı oynarken bu şekilde çalışılmalı. İlk okumada metaforlar anlaşılıp, fikirlerin ne olduğuna bakılmalı, daha sonra oyun, anlaşılır ve yorumlanabilir bir şeye dönüştürülmelidir. İnsanların, çocukların arasındaki ilişkilerle ve Lear’ın aradaki hayatıyla, eşiyle nasıl bu noktaya geldikleriyle kesinlikle ilgilenirdim. Neyin uğraşısını verdi? Neye benziyordu? Nerede olurdu? Bir şey ifade etmesi için nasıl yapılması gerekirdi? Başlangıçta bu tür nüanslar çok önemli olurdu. Lear’ı oynayacak olsaydım, Lear’ın nüfuz edebileceği bir karakter bulmam gerekirdi. Bu kim olurdu? Bu karakteri oynamam için bana ne mesafe verirdi?

O, Shakespeare’le beslenen; dili seven biridir. Hayata karşı da duruşu/bakışı, bir yaşam felsefesi olan üstelik kendi yaşadığı koşulların içinde var edebilmiş, biriktirmiş olduğunun bilincindedir de. Bir oyuncu için karakteri iyi yorumlayabilmenin yolunun dili anlamaktan geçtiğini imler. Ama şunun da altını çizer; kendi seçiminde neyin önde olabileceğine dair: “…Kral Lear rolünü oynamak bir yıl sürer. Belki de oynarım ama ancak karakterin kendisi olabileceği bir yere taşıyabilirsem bunu yaparım.”

Onun sıklıkla Shakespeare’e dönmesi, onu yaşamının odağında tutması oyunculuğa sadakatinden kaynaklanıyor bir bakıma. “Richard’ı Ararken”, Shakespeare’i öğrenmek/öğretmek için yapılmış yarı belgesel bir film. Orada, kamerayı yönelttikleri biri şunları söyler: “Birbirimize karşı duygu beslemeyi öğrenirsek, bu kadar şiddet olmaz. Duygusuz konuşursak toplumumuza bir şey anlatamayız. Shakespeare gibi konuşmalıyız.”

Al Pacino’nun tiyatroda, sinemada başlayan süren öyküsü bir adanışın öyküsüdür aslında. Oyuncu olarak teatral yanı ağır “Çin Kahvesi” filmini yönetmesi; iki oyun-sinema/belgesel yapması onun tutkusunun/adanışının simgesidir aslında.

Ben kendimi, bu işleri yöneten bir oyuncu olarak görüyorum.”

Söyleşiye yansıyan her bir sözü, düşüncesi, deneyimi ve birikiminin yansısı bize şunu gösteriyor; Al Pacino, kuşakdaşı oyuncular Dustin Hoffman ve Robert De Niro’dan farklı. Onu bu kadar ayrıcalıklı kılan hem hayata karşı duruşu, yaşam felsefesidir; hem de tiyatroya olan sadakati… Tiyatroya 1962’de, sinemaya da 1969’da adım atar. Kırka yakın oyun, sayısı elliye varan filmde rol alır.

Al Pacino
Lawrence Grobel
Zodyak Kitap

Shakespeare onun baştacıdır, Brecht ise yol göstereni. Alfredo James Pacino’dan Al Pacino’ya varması uzun, buruk bir öyküdür. Tiyatro tutkusu onu buralara taşır. Ama tiyatrodan da hiç kopmaz. Şunu der: “İlk kez konuşabildiğimi hissettiğim yer sahneydi. Karakterler benim asla söyleyemeyeceğim, söylemek istediğim ve benim için özgürleştirici olan şeyleri söyleyebilirdi. Bu beni özgürleştirdi ve kendimi iyi hissetmemi sağladı.” Bu büyüleyici, “küçük dev adam”la söyleşi kitabı kurmayı, onunla uzunca süren söyleşiler yapmayı seçen gazeteci Lawrence Grobel, bu seçimini şöyle dillendirir: “Beni Pacino’ya çeken, onun sanatsal hassasiyeti oldu. Al Pacino bir aktörden daha fazlası, bir sanatçı. Yaptığı işe karşı büyük bir tutku beslediği gibi aynı zamanda büyük ihtiyaç da duyuyor. Birçok ticari film teklifini reddedip sahnede küçük oyunlarda oynadı. Brecht, Mamet, O’Neill ve Shakespeare onunla konuşuyor.”

Bu söyleşilerde Al Pacino’nun oyuncu olarak, insan (oğul/sevgili/baba/dost/arkadaş) olarak, birçok yanını öğreniyoruz. Onda, ilgi çeken bir başka yan ise dile getirdiği şu düşüncelerinde yatıyor: “Çehov, tüm yazarlar gibi benim için önemliydi. Shakespeare’in yanı sıra Brecht de gerçekten hayatım boyunca bana yardımcı oldu. Henry Miller, Balzac, Dostoyevski de. Yirmili yaşlarımda beni yakaladılar, bana var olma sebebi verdiler. Yazarlarla ilişkimiz önemli; aktör, müzisyen, besteci ya da siyasetçilerle ilişkimizden farklı. Benim için yazar her şey; o olmadan var olamam. O yüzden, önce yazar. Tüm ün ve şöhreti oyuncu alıyor ama oyuncu kalıcı olmuyor.

Okuma Önerileri:

  • Al Pacino, Lawrence Grobel; Çev.: Merve Namlı, 2015, Zodyak Yat., 303 s.
  • Brando : Annemin Öğrettiği Şarkılar, Robert Lindsey; Çev.: Gürol Koca, 2015 Agora Kitaplığı, 552 s.
  • Ben Fellini, Charlotte Chandler; Çev.: İlknur İgan, 2012, Es Yay., 456 s.
  • Tek Kişilik Tango, Antony Quinn; Çev.: Hilmi Artan,1995, İnkılap Yay.431 s.
  • Merly Streep: Hollywood’un Yeni Yüzü, Andrea Thain; 1990, Afa Yay., 254 s.
  • Hatırlıyorum, Marcello Mastroianni; Çev.: Ayça Gülsoy,1999, Can Yay.,171 s
  • Dün, Bugün, Yarın Bütün Hayatım; Sophie Loren; Çev.: Eren Yücesan, Cendey, 2015, Kırmızı Kedi Yay., 300 s.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 3.sayısında yayınlanmıştır.