Kültigin Kağan Akbulut

Türkiye sinemasından her sezon bir film güçlü içeriğiyle ve sinemasal yaklaşımıyla dünya festivallerinde öne çıkıyor. Emin Alper’in ikinci uzun metraj filmi Abluka da Türkiye sinemasının son dönem fenomeni oldu. 72’inci Venedik Film Festivalinin ana yarışma bölümünde aldığı jüri özel ödülünün yanısıra, Abluka birçok ulusal ve uluslararası festivalden de ödülle dönüyor. Alegoriyle gerçeklik, güncellikle evrensellik arasında salınan bir atmosfere sahip Abluka, henüz ikinci uzun metrajı olmasına rağmen Emin Alper’in adını Türkiye sinemasının önde gelen yönetmenleri arasına yazdırmış oldu.

Alper ilk uzun metraj filmi Tepenin Ardı’nda politik sinema alanında yeni bir bakış getireceğinin sinyallerini vermişti. Bir köy üzerinden yaratılan düşman algısının alegorik bir dille işlendiği film Türkiye siyasetine dair ipuçları veriyordu. Abluka’da aslında benzer bir tema var. İkisinde de baskı altında olan toplum/birey baskıya karşı savaşmak yerine kendi iktidar alanlarını yaratıyor. Abluka yönetmenin röportajlarından anladığımız kadarıyla direkt olarak Türkiye siyasetine referans vererek yola çıkılmamış olsa da bugüne dair tezler ortaya koyuyor.

Önce filmin hikayesine bakalım. Yirmi yıldır hapishanede yatan Kadir şartlı tahliye yoluyla salıverilir. Şartı ise muhbirlik yapmasıdır. Şehir büyük bir kaos ve abluka içerisindedir. Ablukaya karşı düzenli olarak terör eylemleri düzenlenmektedir. Kadir de gün boyunca gecekondu mahallelerinde çöpleri karıştırarak bomba imal edilebilecek malzemeleri bulmaya çalışır. Ancak görev aşkıyla doldukça çöpleri karıştırmaktan çok muhbirlik yapmaya başlar. Kadir’in küçük kardeşi Ahmet de belediyede köpek itlaf ekibinde çalışmaktadır. Karısı çocuklarını da alıp terk ettiği için tek başına kalmıştır. Kadir hapishanede geçirdiği yıllarını telafi etmek için Ahmet’e yakınlaşmaya, ona ağabeylik yapmaya çalışır, ancak Ahmet gittikçe kendi kabuğuna çekilmektedir. Yaraladığı bir köpeği evine alıp gizlice bakmaya başlar. Kadir, Ahmet’e yardım etmeye çalıştıkça Ahmet daha da kaçar ve iki karakter de baskıcı iktidarın altında çöküşe sürüklenir.

Kadir’in hikayesi ilk başta Yılmaz Güney’in Yol filmini hatırlatır. Kadir hapisten çıkar ama tüm Türkiye/ İstanbul hapistedir /ablukadır. İçerinin hapisliği ile dışarının ablukası arasında fark neredeyse kalmamıştır. Kadir yirmi yıl önce hapishaneye düştüğü zamanı “Ekmeğimizin peşindeydik” diye tarif eder ancak şimdi herkes “Canının derdine” düşmüştür.

Abluka zaman ve mekanın da belirsizce çizildiği bir atmosferde ilerliyor. Bir yandan gecekondu mahallesinde geçmesi kentsel dönüşümün henüz başlamadığı 90’ları hatırlatıyor, bir yandan da yükselen gökdelenler bugüne vurgu yapıyor. Emin Alper de röportajlarında çekim yapılan bölgeyi zor bulduklarını, artık böyle mahalleler kalmadığını belirtmişti. Bu belirsizlik hem filmin atmosferini güçlendiriyor, hem de filme evrensellik katarak özellikle yabancı seyircinin algılarına hitap etmiş oluyor.

Kullanılan öğeler de filmin zamanını belirsiz kılıyor. Oyuncuların kullandığı materyaller birkaç farklı zamanı işaret ediyor. Cep telefonu var, ancak akıllı telefon değil. Hiçbir şekilde bilgisayar görmüyoruz. Köpekler tüfekle vurma ve yemeğin içine zehir katmak gibi eski metotlarla öldürülüyor. Çöplere bakarak istihbarat toplamak gibi eski usul bir yöntem izleniyor. Çöplerin satıldığı pazar ve gizli meyhane gibi unsurlar da filmin zamanını belirsizleştiriyor. Hikaye boyunca birçok zaman atlaması yaşanıyor. Zamandaki bu belirsizlikler mekandaki belirsizliklerle birleşince zamandışı bir hikaye ortaya çıkıyor.

Bu açılardan Abluka post-apokaliptik bir film olarak nitelendirildi. Yabancı bir eleştirmen Blade Runner filmiyle benzerlikler kurdu. Belli açılardan yerli distopya denemesi olarak bile görüldü. Bu benzetmelere hak vermekle birlikte Abluka’nın hikayesinde benzer örneklerin ötesinde yönler de var. Mesela Kadir’in hikayesi gerçekçi bir şekilde ilerliyor. Zihninde düşmanlar yaratıp müdürlerine bildiriyor, inisiyatif alıp gözlerine girmeye çalışıyor. Ahmet’in hikayesi ise alegorik bir şekilde ilerliyor. Belediyenin şehri köpeklerden temizlemek için var gücüyle saldırması ama medyada AB standartlarında uygulamalara sahip olduklarını vurgulaması 90’lar Türkiye siyasetinin bir izdüşümü. Ahmet de sorgusuz sualsiz devam ettiği işinde bir süre sonra vicdanının sesini dinliyor, ancak bu onu sonuna götürüyor.

Film aslında günümüz siyasetine dair belirsiz bir arkaplanda ilerliyor. Patlamalar oluyor ancak kimin yaptığını bilmiyoruz. Kimin nasıl bir siyasal bir amaç güttüğü anlatılmıyor. Duvarlarda “Ablukaya Hayır” yazılamaları var ancak nasıl bir örgütlenme olduğu belirsiz. Kadir’in komşularının da direnişçi olduğunu öğrendiğimizde Kadir kadar biz de şaşırıyoruz, çünkü yeraltı örgütlenmesine dair hiçbir emare yok. Abluka’nın tek eleştirilecek noktası da aslında burası. Direniş dair bir şeyi göremiyoruz. Alper sıradan insanın bu abluka içerisinde aldığı konumu anlatmış ancak o devasa kabustan uyanmaya çalışanlar görünmüyor. Eylemleri gerçekleştirenler var ancak onun karşısına da abluka yapan aciz bir devlet var. Filmin sonu bu ilişkiye dair bir şeyler sunsa da havada kalıyor.

Abluka’nın güçlü yanlarından biri de sanatçı Cevdet Erek’in film içinde öne çıkan müzikleri. Erek güncel sanatçı yönüyle sinemacı yönünü birleştirerek güçlü bir ses kurgusu çıkarmış. Sivas filminde de müziklerini dinlediğimiz Erek bu sefer filmle daha bütünleşik bir müzik kurgusu ortaya koyuyor. Bunun yanında başarılı bir görsel çalışma yapıldığını, prodüksiyon imkanları daha fazla olsa çok daha iyi işler çıkarılabileceğini teslim etmek gerek.

Tepenin Ardı filminin zayıf bir hikayesi vardı, ancak “tezli film” yönüyle öne çıkıyordu. Açıkçası Berlin Film Festivalinde öne çıkmasının sebebini Avrupa film endüstrisinin “tezli film” açlığının bir yansıması olarak okumuştum. Tepenin Ardı filminin sosyal bilimci bakış açısı sinemasal bakış açısını bastırıyordu. Alegori okuması bana “aşırı okuma” (overreading) geldiği için filmi sevsem de ısınamamıştım. Ancak Abluka bütün bu okumaların dışında, müthiş bir sinemasal duygu verdiği için daha başarılı bir film. Abluka’da da güçlü tezler var ancak hikaye de güçlü olduğu için film tamamlanıyor.

Abluka’nın son dönemde yaşanan terör eylemlerinin üzerine denk gelmesi filmin hem şansı, hem de şanssızlığı. Filmin sonu her politik gündemde farklı okumalara tabi tutulabilir. Aslında filmin çekim hikayesi de memleketin tuhaf durumunu özetliyor. Gezi’den önce senaryoya son halini verdiği söylüyor Emin Alper. Çekimlere de Suruç katliamının yaşandığı zaman başlamışlar ve Venedik gösterimiyle aynı zamanda Ankara katliamı gerçekleşti. (Yazıya son halini verirken de Paris katliamı haberi geldi.) Film ne kadar dışarıda olmaya çalışsa da ülke ve dünya gündeminin içine çekiliveriyor. Öngörü mü diyelim, yoksa memleketin makus talihi mi diyelim bilemiyorum. Ne olursa olsun Abluka önümüzdeki dönemlerde daha da değerlenecek bir film.

Senaryo, yönetmen: Emin Alper
Türkiye, 2015