Salih Demirci

“Siz buraya vaktiyle cenk sayesinde galiben gelmiştiniz. Lakin emin olunuz ki; bugünkü gelişiniz daha şanlı, memleketinizin âtîsi için daha mühim bir galibiyettir. Unutmayınız, oyunda yenilseniz bile memleketinize avdet ettiğiniz zaman ‘galip geldik’ deyiniz. Çünkü geçen sefer Macaristan topraklarını kazanmıştınız, bu sefer muhabbetlerini kazandınız.”

Galatasaray’ın 1911 yılında Macaristan’ın Kolojvar (Kaloşvar) şehrine yaptığı futbol seyahatinden miras kalan bu sözler, bir Macar muallime ait. Kurucusu olduğu Galatasaray’ın teşekkül devrini anlattığı yazısında Ali Sami Bey, maçı kaybetmelerine karşın gördükleri iltifattan bahsederken, ülkemizde henüz yeni filizlenen futbolun amacını da belirliyor gibiydi. Seyahatten iki yıl sonra kaleme alınan yazıda futbolun, İstanbul’un gençlerinin “tezahürat-ı hayatiyesi” olduğunu söylüyor ve hedefi işaret ediyordu: “Terbiye-i bedeniyede birinciliği yabancılara bırakmamaya azm-i kat’î (kararlı) olmak.”

Daha önce İletişim Yayınları’nca basılan Osmanlı Melekleri, İdmancı Ruhlar ve Romantik Yürekler isimli üç ciltlik eseriyle futbol tarihimize dair yapılmış en kapsamlı çalışmayı gerçekleştiren Mehmet Yüce, bu kez futbol tarihimizin kahramanlarına ait portreleri bize sunuyor: Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak. Uluorta baldırı çıplak gezen kadim idmancılarımızdan muhabbetle bahseden eser, meraklısını keyifli bir tarih gezintisine çıkarıyor. İngiliz levantenlerin eliyle topraklarımıza gelen futbolun, yine onlar eliyle İstanbul’a yayıldığını gösterirken yazılı kaydı bulunan ilk futbol maçının hakemi Harry Edwin Pears’a selam durarak açılıyor. Kadıköyü’ndeki çayırlara futbol filizini eken İzmir doğumlu James La Fontaine, futbolumuzun ilk hocası Horace Armitrage ve bizimkiler…


Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak
Hatırat, Makalat, Mülakat
Mehmet Yüce
İletişim Yayınevi

Futbolumuzun ilk yıldızı Hasan Bayri Bey, “enmûzec bir müdâfî”, yani örnek bir savunmacı olarak bize takdim ediliyor. Yakın dostu Dalaklı Hüseyin ile birlikte Tahtaperde Aleko, Yoğurtçu’daki evinde musikî meşk eden, ertesinde maça çıkan Sinekemanî Nuri Bey ve daha niceleri kendilerini ve dostlarını anlatıyorlar. Dönemin atmosferi içerisinde ilk amaç, Kadıköyü’nde top oynayan yabancıları yenebilmek. Kadim idmancılarımız bunun için çalışır ve düşünürken bir yandan da Münir Nurettin Selçuk’u ve “genç takımlara yeterince kıymet verilmemesini” eleştiriyorlar. Futbolculuklarının yanında birer “muharrir” olmaları sayesinde kendi tarihlerini onlardan okuyoruz, ancak bununla da yetinmiyorlar. Geçmişin izini sürenlerden Ali Naci Bey, futbol ve spor tarihimize dair 1920 yılında yazdığı şu satırlarla nadir rastlanır bir bahis açıyor:

“Eski Türklerin idman için tekkeler yapıp bu uğurda çok çalıştıklarını tarihlerde okuyoruz. Bağdadiler (Yahudiler), Türk eserinden olmak üzere hemen son zamanlara kadar Bağdat zûr-hâne (spor salonu) tabir olunur ve içinde her defasında iki saat sürmek şartıyla def, zikir vesaire ile şınav ve lobut harekâtı ve muhtelif sıçramalar yapılan idman mahallerinin mevcud olduğunu nakil ederler. Fakat bunların hepsi teseyyüb (ihmal) yüzünden inkırâza (çöküntüye) uğradı. Bu çevirimli oyunlarla beraber, o heybetli ve bazı kazalarına rağmen pek faideli cirit oyunundan bile eser kalmadı. Ve oturmak, nargile çekmek, keyf etmek; çocukluk tabir edilmeye başlanılan zindelik harekâtına tercih olundu.”

Spor tarihimize dair bir çerçeve kuran Ali Naci Bey’e göre Türkleri ataletten uyandıran, Kadıköyü’ne yerleşen İngilizler olmuştur. James La Fontaine önderliğindeki yabancıların kalabalıkları seyir için çayır etrafına toplayan oyunları, futbolun İstanbul’da palazlanmasını sağlamıştır. Nitekim sonrasında Ali Sami Bey’in “Maksadımız İngilizler gibi toplu bir hâlde oynamak, bir renge ve bir isme mâlik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek.” sözüyle futbolumuzun amacı da açıkça ifade edilmişti. Bugün de Türkiye’de futbolun benzer fikirleri merkeze aldığını, ancak kahramanların isimler değil, kulüpler olduğunu görmekteyiz.

Kendisinden neşet edecek bir çok yeni çalışmaya kaynaklık etmesi muhtemel olan bu eser, yalnızca futbolseverler için değil, tarih ve hatırat meraklısı herkes için çok keyifli bir okuma vadediyor. 

Arka Kapak dergisi 32. sayı