Muhittin Şimşek

Her mevsim, her ay güzeldir.

Her gün bir DeJavu dür. Her ay bir sene öncekinin aynısıdır hemen hemen. Değişen şey, yaşınızdır aslında.

Aralık’ta, erken olur akşamlar. Dingindir aralık, kurşuni renkli semadan negatif enerji yüklenen insanlar bir an önce evlerinde olmak isterler. Günler erken biter, akşamlar erken başlar, geceler bitmez.

Öylesine bitmez ki meşguliyeti olmayan için, yakacağı, evi olmayan için zordur aralık ve sonrası. Geceler geçmek bilmez, sabahlar olmak. Öylesine çilelidir aralık geceleri. Hani Necip Fazıl’ın şiirinde vurguladığı gibidir;

“Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar,

Ne de şeytan bir günahı,

Seni beklediğim kadar.”

Aralık geceleri, hastanın sabahı beklemesi gibi bir şeydir. Hüzünlüdür… Bir göz odada dokuz nüfusun yattığına şahit oldum. Buz gibi yer yataklarının ısınması için minicik bedenlerin birbirlerine sokulduklarını gördüm.

Damı akan evler için kabustur aralık. Yağmur da olsa, kar da olsa gecenin bir vaktinde, tatlı uykuda yüzünüze pıt pıt damlalar düştü mü bilmem! O saatte yapılabilecek tek şey, damlayan yere bir leğen koymaktır. Damlayan yerlerin sayısı arttı mı, leğenlerin sayısı da artar. Çileyi evin anası çeker böyle durumlarda.

Yorganı başına çekince kurtulacağını sanan çocuklar için, leğene düşen her bir damlanın sesi “Çin işkencesi”ne dönüşür adeta. Hele sobanın borusu da duman kaçırıyorsa… Tut kelin perçeminden.

Bu günkü gibi değildi. Aralıkta yaz meyve ve sebzeleri olmazdı. “Kurutmalık” tabir edilen sebzeler olurdu yazdan kalma. Patlıcan, domates, kabak , biber vs. Kırmızı pul biber bile yazdan hazırlanırdı çuval çuval. En önemli gıda maddeleri; Ekmek, makarna, patates, bulgur (pirinç lükstü).

Ekmek? Çileli Anadolu kadınları 8 Mart Kadınlar Günü nedir? “Feminizm” nedir? “Kadın hakkı” nedir? bilmeyen güzel insanlar. Hele, ekonomik bağımsızlık kavramını hiç duymadılar.

Neydi ki o? Onların aleminde girdiği evden ayrılmak yoktu ki. Diğer hane halkı neyse o da, o idi.

Ekmek dedik ya, sabah namazında kalkan Anadolu kadını, sobayı yakar önce. Hayvanlarını yemledikten ve suyunu verdikten sonra, hamur yoğurmaya başlar. Aralığın ayazı da, yağışı da fenadır. O soğukta, dışarıda, ocaklıkta yufkalar açılır ve saçta pişirilir. Yüzlerce yufka pişirilir üç-dört saatte.

Yavrusu varsa bu arada onun da ihtiyacını görecek, çocukları okula gönderecek. Kar varsa damda, kar kürenecek. Damlıyorsa, dam loğlanacak. Dedik ya, gün kısadır aralıkta. Akşam hazırlığı yapılacak. Hasılı Anadolu da aralık zordur. Kadınlar için daha da zordur. Kendine has güzelliği de yok değildi aralıkların, bütün imkansızlığa inat.

Sosyal hayat çok hareketlidir(!)

Erkekler, akşam yemeğinden sonra köy odasının yolunu tutarken, kadınlar, gaz lambası ışığında şehriye dökmek için bir araya gelirler. Köyün ya da mahallenin bütün dedikoduları, yağan yağmurun çisiltilerine karışırdı. Bu sohbet o kadar tatlı gelirdi ki, çocuklarının her birilerinin bir köşede uyuduklarının farkında bile olmazlardı. Bütün bu faaliyetler akşam saat dokuz da biterdi. Zira gece saat beşte başlamışsa söz gelimi, dört saatlik bir zaman diliminden bahsediyoruz. Tren de gelmiş oluyordu o saatte. Zaten bir tek onun düdük sesi duyulurdu uzaktan gece boyunca. Tabii köyün köpeklerini saymazsak.

Sahi, tren dedim de aklıma geldi. Çocuktuk, İdris öğretmen vardı köyde. Ankara Bala’lı idi. Okul iki sınıflı idi. İdris öğretmen her ikisine de bakardı. Okulda hem öğretmen hem müdürdü, camide hem müezzindi hem imam. Bir, aralık günü idi. Nizibe, Milli Eğitim’e gitmişti, bir de evin ihtiyaçlarını görmek için. Akşam saat sekizde gelirdi tren. Yağmur sicim gibi indiriyordu. Her taraf çamur. Lastik ayakkabılarımız bazen ayağımızdan çıkıp bir metre arkamızda kalıyor. Köyle istasyon arası üç kilometrelik bir mesafe. Öğretmenin öğrencileri eşekle onu karşılamak için istasyona giderken ben de takıldım onlara.

Henüz okula gitmiyordum. Gece, karanlık, yağmur, çamur. Ama biz mutluyduk. Makam arabasıyla(!) hocayı karşılamaya gidiyoruz. İstasyona. İstasyon dediysem, Bostancı istasyonu gelmesin aklınıza. Eski bir yük vagonundan ibaret bizim istasyon. Zaten kimse girmez oraya. Tren tam durmaz. Yavaşlar. Yolcular patır patır dökülürlerdi. Biz üç çocuk, istasyonda bekliyoruz. Yük vagonuna girdiğimiz için yağmurdan korunuyoruz. Eşeği de vagona bağladık. Uzaktan trenin ışığını gördük, ama normal olmayan bir şey oldu. Tren bizden iki üç yüz metre ilerde acı acı düdük çalarak durdu.

Anormal bir durum olduğunu hissettik ama aldırmadık. Çünkü sık sık koyun, keçi hatta inek sürüsüne çarpıyordu tren. Biz de yine öyle bir şey zannettik. Bağırma seslerine karışan acı fren sesi istasyona kadar geldi. Neden sonra öğrendik ki, İdris Öğretmen inmeye hazırlanırken, iki vagon arasındaki bağlantı açıklığında aşağı düşmüş ve trenin altında kalmış.

Bizi oraya yaklaştırmadılar. İdris hoca köyün akil adamı. Çocukla çocuk, büyükle büyük. Öğrencisi olmadığım halde çok seviyordum onu. “Eyvah” dedim. “Ya öldüyse”. Oysa bana şeker getireceğine söz vermişti. Bir de kahke (simit). Yıkılmıştık biz üç çocuk. Köylü yığılmıştı zifiri karanlıkta ve sicim gibi yağmurun altında. Araba yok, ambulans yok…

Nizibe, oradan da Antep’e götürmüşler. Biz üç çocuk ağlaya ağlaya o yağmurda eşeğe binmeyi bile akıl edemeden yürüyerek geri köye döndük. Ve yine bir aralık günüydü. İdris hoca döndü köye, dört el parmağını raylarda bırakmıştı. Şükrettik. Yaşıyordu ya.

Tezek dumanları yükselirdi, kerpiç evlerden. Cılız ve titrek gaz lambaları gölgeleri büyütürdü. Şehirden gelen birisi portakal getirmişse paylaşılarak yenirdi. Tek eğlencemiz, teneke sobanın etrafında komşumuz Hammal Müslüm’ün anlattığı “haket”lerdi (hikaye). Kah hükümdarın kızına aşık olan fakir oğlanın haketini, kah dev haketini(doğrusu masal) anlatırdı. Korkulu oldu mu, gece yatamazdık. Aralık geceleri hoştu bizim için. Çileyi hep anam çekerdi (Allah rahmet etsin).

Anlatılanları, ipad, iphone ile büyüyen bugünün çocuklarının anlaması güç.

Hep irtibatlı olduğum köyüme gittim geçenlerde. Hammal Müslüm yoktu artık. Köy odası da yoktu. Onun yerini “kafe” almış. Her taraf sokak lambalarıyla ışıl ışıldı. Çamurlu yollar, asfalt olmuş hep. Hemen her evin önünde bir araba. Hem öğretmenlik hem imamlık hem de müezzinlik yapan İdris Hoca’da yoktu.

İlkokulun 5 öğretmeni, caminin imamı, muhtarın makamı vardı. İlkokulu ziyaret ettim. Çocuklara isteklerinin olup olmadığı sordum. “Wi-Fi miz iyi çekmiyor” dediler. Her birinin elinde tablet bilgisayarla… Uzun süredir ihmal edilmiş olan demiryolu yenileniyordu. Öğretmenler eşekle karşılanmıyor. İlçe 20 dakika. Antep yarım saatlik mesafede, her an dolmuş bulmak mümkün. Köylümün beklentisi değişmiş. Çocuklar artık “vita” yağı yemiyor.

Patates, makarna, bulgur pilavı yemiyor sadece.

Aralık güzeldir, akşam erken olur. Ne eylüldeki melankoli ne ekimdeki okul telaşı ne de kasımın mevsim dönümü gerilimi olur aralıkta… Her şeye rağmen,

Güzeldir aralık. Güzel… 

Arka Kapak dergisi 15. sayı