Sevengül Sönmez

Bedri Rahmi, Burgaz’a Sait Faik’i ziyarete gelmişti her zamanki gibi… Biraz yürüdüler, deniz kenarındaki küçük kahvede bir çay içtiler. Sait Faik balık tutmanın inceliklerini öğreniyordu ve adaya gelen dostlarıyla balığa gitmek istiyordu. Bedri Rahmi’yi balık tutmaya ikna etti; bir koşu gidip Balıkçı Bülent’in kayığını aldı ve birkaç parçadan oluşan balık takımını da kayığa atıp Sivriada’ya doğru kürek çekmeye başladılar. Bedri Rahmi adaya gelirken, şimdi müzede duran testiyle şarap getirmişti. Saatler geçti, ne kadar balık yakaladılar bilmek mümkün değil ama bir arada olunca o kadar güzel sohbet ediyorlardı ki ne kadar balık yakaladıklarını kendileri bile fark etmediler. Hava kararmış, Burgazadası’nın ışıkları yanmış, deniz yüzeyinde yakamozlar belirmişti. Birden hava bozmaya başladı; önce yağmur, ardından esmeye başlayan rüzgâr derken dönmeyi engelleyecek kadar şiddetli bir fırtına çıktı.

Sait Faik huzursuzlanıyor, içi içine sığmıyor; bir havaya bir adaya bakıyordu. Bedri Rahmi, “Ne olacak, şuracıkta kıvrılır yatarız.” diyerek oracıkta bir kayayı gösteriyor; Sait Faik’in neden bu kadar telaşlandığını anlamıyordu. Sait, “Yok, olmaz; muhakkak dönmemiz lazım.” dedi. Neden diye sormaya fırsat bile bırakmadan asıldı küreklere. Deniz kudurmuş; dalgalar adam yutacak gibi kayığı dövmeye başlamıştı. Bedri Rahmi, “Dur, gitmeyelim.” dedikçe Sait Faik daha hızlı asılıyordu küreklere. Bir fırsat yakalayıp “Niye dönmemiz gerekiyor ki?” diyebildi Bedri Rahmi. “Annem bekler,” dedi Sait Faik, “annem bekler, ben dönmeden de uyumaz.”

Sırılsıklam olmuş hâlde güç bela ulaştılar Burgaz’a; Sait Faik kayığı bağladığı gibi bir elinde oltaları diğer elinde Bedri Rahmi’nin getirdiği testi koşar adım tırmanmaya başladı yokuşu. Ne kadar uzun geldi bu yokuş ona; her gün onlarca kez inip çıktığı, neredeyse adım sayısını bildiği yokuş; bir türlü bitmek bilmedi. Eve yaklaşırken girişin üstündeki küçük odanın ışığını gördü, sonra pencerede annesinin siluetini; neredeyse sabah olacaktı ve Makbule Hanım, uyumamış, pencerede beklemişti. Bedri Rahmi, Sait Faik’in yüzüne baktı, az önce kaygıdan ve sıkıntıdan dumanlanan bu yüzde huzuru gördü. Bir annenin gözlerinden oğluna yayılan huzur.

Makbule Hanım oğluna ve arkadaşına seslendi: “Yataklarınızı aşağıdaki odaya serdim; hadi Allah rahatlık versin.” Işığı söndürdü ve oğlunun alt kattaki odada olduğunu bilmenin rahatlığıyla uykuya daldı.

Ölümünden sonra oğluyla aynı mezara gömülmek istemesi gibi; onlar ancak birbirlerine yakın olduklarında rahat uyuyabiliyorlardı. Şimdi, huzur içinde, yan yana, hiç ayrılmadan sonsuza dek uyumaya devam edecekler Zincirlikuyu’da.

* Burgazadası’nda yaşayan Hasan Çetinkaya’dan dinlediğim bu anıyı tüm annelerin “Anneler Günü”nü kutlamak ve Türkçenin en büyük öykü yazarına selam etmek için kendi cümlelerimle yeniden yazdım. 

Arka Kapak dergisi 32. sayı