Haydar Ergülen

Birkaç arkakapak yazımı buldum. Üstelik biri de çok yeni, daha iki-üç ay önce yazdığım bir arkakapak yazısı. Bu konuya bir kez daha değinip, yoksa eğilip mi demeliydim, başka konulara geçeceğim gelecek aylarda. Konu dediğime bakmayın, o kadar da ciddiye alınacak şeyler değil. Konu deyince, değil mi, insan enikonu düşünüyor, meraklanıyor, çekiniyor, kendine çeki düzen veriyor, işte o çeki düzenin birazı da yazıya gerekiyor!

Konu dediğim virgül, dipnot, noktalama işaretleri, başka dillerde olup da Türkçede karşılığı olmayan ya da Türkçede olup da başka dillerde karşılığı olmayan sözcükler gibi hepimizin bildiği şeyler. Bu yazıda da şu arkakapak yazılarından gönlümce söz edebilirsem, kim bilir, bunun verdiği gönül rüzgârıyla da belki çeşitli uğraşlara dair sözlüklerden de söz etme olanağımız olur sonraki yazılarda. Ne bileyim; ayakkabıcılık terimleri sözlüğü, yelken terimleri sözlüğü, demiryolu terimleri sözlüğü, marangozluk terimleri sözlüğü gibi deryalara yelken açmak hoş olmaz mıydı?

Ben eski-yeni arkakapak yazılarımı bulmaya uğraşırken, yarızamanlı öğretim görevlisi olarak derse gittiğim üniversitedeki bir öğrencim de bana bir arkakapak yazısını gösterdi. Meğer 80 öncesinden arkadaşım ki bir nevi ‘silah arkadaşlığı’ gibi bir şey sayılır, her ne kadar elimize silah almamış olsak da, Semih Gümüş’ün Notos yazı atölyesine gidiyormuş öğrencim ve orada kitaplar için arkakapak yazıları yazıyorlarmış. Bir taşla iki kuş! Ben de yönettiğim yazı atölyelerinde ve okullardaki yaratıcı yazı derslerimde ‘arkakapak’ yazısı yazdıracağım artık, teşekkürler Semih, ikincisi de bu yazıda o atölyedeki çalışmalardan da örnekler sunacağım sizlere. Ne demişler: Bir yazıda iki kuş, ikisi de birbirinden hoş!

İlki Sevda Bahar Savur’dan Latife Tekin’in unutulmaz kitaplarından Berci Kristin Çöp Masalları için yazdığı yeni bir arkakapak yazısı: “Sabah naylon leğenden çatıları, eski kilimlerden kapıları, muşambadan camları, ıslak briketlerden duvarlarıyla çöp yığınlarının çevresinde, ampul ve ilaç fabrikalarının alt yanında, tabak fabrikasının karşısında, ilaç atıklarının ve çamurun kucağına bir mahalle doğdu.’’

Toplumsal gerçekliğin büyülü gerçekliğe dönüştüğü Berci Kristin Çöp Masalları’nda köyden kente göç eden ve şehirde tutunmaya çalışan insanların hayatları masalsı bir dille anlatılıyor. Latife Tekin şehrin ortasına kurulan çöpten yaşamları; gecekondulaşma, çöp toplayıcılığı, hurafeler, işçi sorunu, kapitalizm, Alevilik ve çingenelerin yaşamı ışığında okura sunuyor. Yazar, gerçekliği “bir varmış bir yokmuş” tadında ele alarak mânilerle, türkülerle bezeli bir dille modern bir halk hikâyesi örneği veriyor. Çatılara bağlı beşikte uyuyan çocukların rüzgârın şiddetiyle kanatlanıp uçması, bebeklerin soğuktan usanıp kaçması, çöpten topladıklarını oyuncak yapan çocuklar, fabrikadan kar gibi saçılan zehirle uyuyan çocukların bir daha uyanmaması…

“Cinli kız” Latife Tekin, Berci Kristin Çöp Masalları ile kendine has tarzını ve üslubunu bir kez daha ortaya koyarken, okura -mış gibi gerçekleri anlatmayı da ihmal etmiyor. ‘Cinli kız’ tabiri, kitabı ilk yayımlayan, Türk edebiyatının önde gelen eleştirmenlerinden Memet Fuat’a ait.

Berci Kristin Çöp Masalları
Latife Tekin
İletişim Yayınları

İkinci yazı da yine aynı atölye çalışmasında bulunan Ebru Kurtuluş’tan İnci Aral’ın sevilen kitabı Ölü Erkek Kuşlar için bir arkapak yazısı: “İçinde iki kadın barındıran Suna… ‘Su’ ne kadar evcimense, ‘Na’ bir o kadar özgürlüğüne düşkün… ‘Su’ kocası Ayhan’a gönülden bağlı, köklü bir evlilikleri var… Diğer yandan içinde hep bastırdığı diğer kadın ‘Na’ ve bu kadının ortaya çıkmasına sebep olan Onur kocasının en yakın arkadaşı. Ayhan ne kadar ayakları yere sağlam basan bir adamsa, Onur bir o kadar ürkek… Dengeli gibi görünen evlilikleri, Suna’nın Onur’a âşık olmasıyla, ağır bir darbe alıyor. İki aşk arasında gidip gelen Suna, kozasından çıkıp arzuladığı kadına mı dönüşecek, yoksa hep alıştığı güvenli ortamında mı kalacak… Yazar bu kitabında, alışılmış kalıpların dışına çıkıyor. Belki de tabu bir konuyu irdeliyor: Kadın aldatırsa…”

Yağmur Yavaş, edebiyatımızın artık ‘kült’ kitaplarından olan, Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti için yazdığı arkakapak yazısında şöyle diyor: “Sanki büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallandı kavak. O her an oluşan, değişen şeyleri görmeyenler sezmediler bunu. Öğlendi.”

ah bir bilsem anlatmanın inceliklerini başka bir şey istemem dilimden
Arka Kapak / Hasan Erkek – Sevdadan Kanadım

“Sevgi Soysal, cezaevinde yazdığı romanına bu cümleyle başlıyor ve bizi savaş, şiddet, baskı ve yoksulluk görmüş bir ülkenin, bir yerlerde sıkışıp kalmış insanlarının dünyasına sokuyor. Bu romanında birbirinden farklı karakterleri, onların farklı hikâyeleriyle ustaca kurgulayıp bir öğle vaktinde, bir kavak ağacının dibinde birleştiriyor. Başkarakterler Ali, Doğan ve Olcay’ın giderek dallanıp budaklaşan hikâyesini anlatırken, toplumdan gerçek bir kesit göstererek önyargılarımızı, öfkemizi, kafa karışıklığımızı, endişelerimizi korkusuzca yüzümüze vuruyor ve kadın-erkek, anne-baba, ağabey-kız kardeş, sevgili-arkadaş olmayı derinden sorgulatıyor.”

Yenişehir’de Bir Öğle Vakti
Sevgi Soysal
İletişim Yayınları

Ben de en son Hasan Erkek’in zarif, dokunaklı şiirlerini içeren Sevdadan Kanadım (Kırmızı Y. 2015) kitabı için “Anlatabilmek İnceliği” başlıklı bir arkakapak yazısı yazdım: “Başlık benim değil, Hasan Erkek’in. Sevdadan Kanadım’ı okurken ilk gözüme çarpan bu incelik oldu. Şair, “ah bir bilsem anlatmanın inceliklerini/başka bir şey istemem dilimden” diyordu. Ve sanırım bunu yalnızca kendi adına, kendi şiiri için değil, hepimizin adına, hepimizin şiirinin yerine de demiş oluyordu ki böylece bir ezberi de tersyüz ediyor ve şair sözüne inanmak gerektiğini güçlü bir incelikle duyuruyordu. Güçlü bir incelik ya da inceliğin gücü… Hasan’ın şiirleri için söylenebilecek pek çok şeyin başında ve sonunda, okuyana güçlü bir duygu olarak geçen şey de bu. Kitabı okuduktan sonra da süren yolculuğun nedeni de bu olmalı. Ben kendimi bazen bir Boğaz vapurunda, bazen bir trendeymişim gibi duyumsadım ve galiba şairin yolculuğuna ben de katıldım. Çünkü kitabı bitirince, bu aynı zamanda o vapurdan ya da trenden indiğimde demek de sayılır, yitmesini, bitmesini, gitmesini istemediğim bir başdönmesi yaşadım: “Bir karanlığın vardı bilirim/eğilip baksam başım dönerdi” diyor ya şair, hem öyle hem değil. Öyle çünkü şiirle uçurum ve karanlık aynı anlama geliyorsa, aşk da başka ne anlama gelebilir ki? Aşkın karanlığı olmasa şiir bu kadar açık ve yalın olabilir miydi? Ben olamazdı diyorum ve başdöndürücü bir yolculukta şiirin uçurumuna ve aşkın karanlığına varmak için Hasan Erkek’in Sevdadan Kanadım kitabına hepinizi çağırıyorum.”

Şimdi de hava durumu.(Şaka değil, bir ‘hava durumu’ yazmak istiyorum, bakalım.)

Sevdadan Kanadım
Hasan Erkek
Kırmızı Yayınları

Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm
İnci Aral
Kırmızı Kedi

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 6.sayısında yayınlanmıştır.