Yalçın Armağan

Önce Attilâ İlhan’ın argümanını netleştirelim, ki çok kolay anlatılabilir gibi görünüyor ve bu da karmaşık bir sorunun kolay yoldan çözüme kavuşturulduğunun ilk kanıtı.

Attilâ İlhan, 1950’lerde Garip’i “doğru” dünya görüşüne sahip olmadığı ve “biçimci kaldığı” için, 1960’ların sonundan itibaren ise “komprador” olduğu için eleştirmiş ve nihai noktada (1980’te) çok bilinen şu iddiasına gelmiştir: Garip, İnönü döneminin; İkinci Yeni, Demokrat Parti iktidarının “ürünü”dür. Attilâ İlhan’ın modernleşme kuramına göre, Tanzimat’tan itibaren yerli olana mesafelenerek Batılı olmaya çalışılmış ve ortaya “komprador” dediği bir ekonomi ve onun ürünü “komprador” edebiyat çıkmıştır. Bunun tek istisnası Atatürk dönemidir (ama nedense o dönemde “yerli” bir edebiyat ortaya çıkamamıştır!). İnönü dönemini özellikle “hümanist kültür” anlayışı nedeniyle kıyasıya eleştiren ve “dikta” diye tanımlayan İlhan, İnönü döneminin entelektüellerinin Nâzım Hikmet sonrası toplumcu edebiyatın önünü tıkamak için Garip şiirini “piyasaya sürdüğü”nü iddia eder. Benzer biçimde Soğuk Savaş koşullarında Demokrat Parti ya da İlhan’ın deyişiyle “Menderes diktası”, (yine) toplumcu edebiyatın önünü tıkamak için (bu sefer de) İkinci Yeni şiirini desteklemiştir.

Attilâ İlhan’ın iddialarını desteklemek için elinde hiçbir veri yoktur. Kültür politikalarında Garip’in ya da İkinci Yeni tarzının nasıl desteklendiğine dair bir kanıt sunmaz. Garip şairlerinin devlet kurumunda (Tercüme Bürosu) çalışmasını, “destek” için yeterli sayar. Garip şairlerinin bazı dergilerden yüksek telif aldığını ima eder. Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu’nun onları “tuttuğunu” dile getirir. İkinci Yeni konusunda elinde bu türden “veriler” de yoktur. İkinci Yeni şiirine hangi maddi desteğin verildiğini açıklama ihtiyacı hissetmez. Bir kere daha sorulabilir: Garip’e ya da İkinci Yeni’ye devlet tarafından hangi maddi destek verilmiştir? İlhan bu tür soruları cevaplamaktan hoşlanan biri değildi. Argümanlarına dönük her tür eleştiriyi “cahillik” suçlamasıyla bertaraf etmeye sıkça başvurmuştu.

Memet Fuat, İkinci Yeni Yazıları kitabının girişinde “Attilâ İlhan’la tartışılmaz, dönmez söylediğinden.” der. Haklıdır. Attilâ İlhan da, sanırım, ona hak verecektir. Zira Hangi Edebiyat’ın girişinde şunları dile getirmekten bir beis duymaz: “[O] çok sevdiğim kusurumu hâlâ düzeltemedim: Fena halde doğru söylerim!” Garip ve İkinci Yeni konusundaki iddialarını tartışmaya açmadı zaten. Kesin yargılar olarak kabullenilmesini bekledi. Ve Asım Bezirci başta olmak üzere takipçileri hem Garip hem de İkinci Yeni ile ilgili yorumları neredeyse nihai yargı olarak benimsediler ve yaygınlaştırdılar (Dar bir çevrede aynı yaklaşımı hâlâ devam ettirenler var.)

Her ne kadar Attilâ İlhan, Garip ve İkinci Yeni şiirini Marksist bir itirazla eleştiriyormuş gibi görünse de, aslında kendi şiirinin daha belirgin kılınmasına dönük argümanlar geliştiriyordu. Bunu Attilâ İlhan’ın imge kavramı bağlamında söylediklerini takip ederek açık biçimde görmek mümkün.

Türkiye’de “imge”yi estetik teorisinin merkezî kavramı olarak ilk kez kullanan Attilâ İlhan’dır. 1950’lerin başındaki yazılarına bakılırsa bu kavrama ihtiyaç duymasının nedeni Türkiye’deki toplumcu (Marksist?) edebiyatın estetik düzeyini eleştirmektir. İlhan’a göre, 1950’lerin toplumcu yazarları “doğru” (“bilimsel”) dünya görüşüne sahip olmalarına rağmen estetik düzeyde yetersizdirler. Çünkü bilimsel olanın diliyle konuşmakta ve estetik için gerekli olan “imge”ye varamamaktadırlar. Kendi deyişiyle “tespit gerçekçiliği”ne takılıp kalmışlardır. Oysa estetiğin kuralları, bilimsel düşünmenin kurallarından başkadır. Bütün bu eleştiriler, teorik görünmesine rağmen nihai noktada Attilâ İlhan’ın kendi edebiyatının (hem şiirinin hem de [sonradan] romanlarının) meşrulaştırılmasına dönük bir çabayı ele verir. Üstelik Türkiye’deki toplumcu edebiyatı sigaya çekerken ortaya koyduğu yaklaşım, “doğru” Marksist yorumdan önce estetik özerkliğin savunulmasına dönük bir girişimdir. Belli ki Attilâ İlhan, Marksist estetik teorinin estetik kıymeti öncelediğini iddia edecek kadar teoriden uzaktır. Bu da tartışmanın teorik yanının düzeyi hakkında önemli bir ipucu verir. Zaten 40 yıl boyunca şaşmaz bir üstat olarak kabullendiği teorisyen Plehanov, Marksist estetik teorinin çeperinde kalmıştır. Dediğim gibi Attilâ İlhan’ın öncelikli amacı teorik değil, kendi şiirini meşru ve neredeyse tek “doğru” şiir olarak kabul ettirebilmektir. Bu nedenle de yorumları tarihsel görünümlü ama tarihten azadedir, hayli kişiseldir.

İmge meselesine devam edersem: Toplumcu edebiyatın “imge”yi kavrayamadığı ve bu yüzden başarısız olduğu iddiasını 1955’te Garip için de benzer biçimde dile getirir. Garip şiiri, hem doğru bilimsel dünya görüşüne sahip değildir hem de “imge”den habersiz olduğu için estetikten yoksun bir şiirdir. Ancak bu yazıları yazdıktan sonra ortaya çıkan İkinci Yeni tam da onun işaret ettiği gibi “imge”ye yaslanan bir şiir olmasına rağmen İlhan’ın eleştirilerinden kurtulamaz. Attilâ İlhan’ın “imge teorisi”ne bakınca bu şiiri olumlaması gerekmez mi? 1957’den sonra yazdıklarına bakılırsa “imge”ye yaslanan bu şiir, “imge mekanizmasını yanlış işletmekte”dir. Kimdir bu mekanizmayı doğru işletebilen?

Attilâ İlhan’ın Tükçe şiiri “tarihsel” olarak değerlendirmesinde tuhaf bir durum ortaya çıkar: (doğru dünya görüşüne sahip) Toplumcu şiir ve (yanlış dünya görüşüne sahip) Garip “imge”yi kullanmadığı için başarısız, İkinci Yeni ise “imge mekanizmasını boşa işlettiği” için yanlıştır. Tüm bu yanlışların sonucunda Türkiye’de “doğru” şair olarak kim kalır geriye?

Herkes Attilâ İlhan tarafından sınava çekilir: Toplumcular estetik yönleri zayıf olduğu, Garipçiler dünya görüşlerinin yanlışlığı, “biçimci” İkinci Yeniciler imgeyi yanlış anladıkları için bu sınavdan kalırlar. Herkesin başarısız olduğu bu sınavda kazanan hangi şair olmalıdır?

Son olarak sorunuza “tersinleme” ile bir ek yapmak isterim: Attilâ İlhan, hangi şairleri “kabul ediyordu”? Attilâ İlhan’ın “kabul ettiği” şairlerin –Ahmed Arif hariç– hepsi (Hasan İzzettin Dinamo, Cahit Irgat, Rıfaz Ilgaz, Hasan Hüseyin…) “yıldız” kadroya giremeyenlerden seçilmiştir. Eğer Türkçe şiiri bu kadro üzerinden kurmak isterseniz “kaptan”ın kim olacağı aşikârdır. 

Arka Kapak dergisi 30. sayı