Ayşegül Ural, tanımaktan memnun olacağınız ve yeni öykülerini dört gözle bekleyeceğiniz, ilk kitabı yaklaşık altı ay önce yayınlanmış bir yazar. Tanışmamızın adı ise, ‘İyi Pazarlar İyi Pazartesiler’. Son yıllarda sevimli yayınevleri arasında yerini alan Aylak Adam Yayınları’nın bastığı 109 sayfalık kitap, incecik görünümünün altında dev hikayelere sürüklüyor bizi.

Ural’ın kelimelerle olan sıkı bağını, onların üzerine ne kadar da titrediğini daha ilk öyküden sezinliyorsunuz. İyi öykü okuru bilir, öykü yazmak romandan çok daha kolaydır. Sayfalarca anlatacağınız şeyi bazen iki paragrafın üstüne yüklersiniz. O iki paragrafta kullandığınız kelimelerin gücü okuru sarmalar. Öyle bir zaman olur ki, tek bir kelime kitabı kapatıp size yönlendirdiği anıya dair saatlerce düşünmenize sebep olur. Tüm bunun yanında bir öykünün içinde başka bir öykü kurma ve onu ustalıkla sürdürme, iki öyküyü birbirine sürtmeden sonlandırma gibi bir yeteneği var Ural’ın. Bazı öykülerinde de aklından geçenler, söylediği ve üçüncü gözün aktardıkları, okuru zorlasa da farklı bir lezzet sunuyor.

Ayşegül Ural’ı; Notos, Kitap-lık, Dünyanın Öyküsü ve Sarnıç’tan hatırlayanlarınız olacaktır. “Okuma güzergâhım farklı damarlardan beslenir” diyen Ural, kendine has bir üslup oluşturmuş. Şimdi kitabı yeni ama kendisi uzun zamandır öyküleriyle aramızda olan Ayşegül Ural’la daha yakın temas etme vakti.

Röp. Nihan Bora

Yazma serüveniniz nasıl başladı?
Yazmaya birçok kişi gibi ilkokulda, lisede ve üniversitede başladım. Sanırım en fazla Galatasaray Lisesi’nde Parantez dergisini çıkardığımız dönemden etkilendim. Sonraki yıllarda, TÜYAP’ta, Kitap Fuarı’nda, Tomris Uyar ile tanışma şansım oldu. Avuç içim gibi bildiğim Taksim’de evini arayışımı, öykülerimi koyduğum dosyayı kapısının tokmağına sıkıştırıp kaçışımı unutamam. Dergilere öykü göndermeyi düşünmem çok sonralara rastladı. Kusurluluğum, zayıflığım, ancak bu yaşlarda olgunlaştı, sanırım. Belki hâlâ olgunlaşmadı.

Tomris Uyar’la tanıştığınızda neler konuştunuz?
Öyküden, öykülerden konuştuk.

Öyküleri niye kendisine teslim etmediniz?
O dönem derli toplu bir dosya oluşturamadım. Nedenler hep vardır. Anda kalmayı tercih ederim. Bugün bir kitabım var. Belki, beş kitabım olabilirdi. Yeniksem 5-1 yeniğim, kendime.

Hayattaki odak noktalarınız neler, kimler, hangi olaylar?
Belli olaylar ya da kişiler yok. Temelde bireye, bireyin kırılganlığına, çelişkilerine odaklıyım. Çelişkiye düşmek hayatın geriliminin bir sunucu olsa da, gerilimin şiddeti bireyseldir. Yaratıcılık bireyin çelişkisinde filizlenir. Çelişkisi olmayan kişi yola değil, yolun sonuna bakar. Yolculuğu doğal olarak uyuyarak, uyumlanarak geçer.

Sizi yazmaya teşvik eden en güçlü duygu nedir?
Sadakat duygusu. Hakikatime, dilimizin zenginliklerine dokunabilme çabasına, saçmalıklara, baştan kaybedilmiş mücadelelere, kaleme, kâğıda sadakatim.

Günlük yaşamda dikkatinizi çeken konular neler, ne üzerine kafa yoruyorsunuz?
Dikkati de kafa yormayı da kendimle pek ilişkilendiremiyorum aslında. Ama herkes gibi, ilgimi çeken, kalbime işleyen, yerimden hoplatan, kederle ve neşeyle bağlı olduğum şeyler var: ‘Hayatın karaşakaları, ne kadar küçük olduğuma dair yeni ipuçları, ne kadar bağımsızım? bir insan ne kadar anlaşılabilir? insan kendini ne kadar bilebilir?’ gibi konularda. Yani, düştüğüm yerlerden çok sürçtüğüm yerlere ilgi duyuyorum.

İyi bir gözlemci misiniz, detaylarla sürekli ilgilenir misiniz?
İyi bir gözlemci miyim? Bilmiyorum. Ayrıntılar benim içimde çoğu zaman baskındır. Kimi ayrıntıların ufuk açıcı çıkış noktaları olduğunu, buna bağlı olarak anlatımsal ve/veya kurgusal etkilerinin güçlü olduğunu düşünüyorum. Bu da zaten onları ayrıntı olmaktan çıkarıyor.

Nasıl yazıyorsunuz? Notlar mı tutarsınız yoksa direkt yazmaya mı oturursunuz?
Disiplinsiz, izleksiz notlar alırım. Şarkılar, resimler, tümceler biriktiririm. Yazmak istediğim içimde olgunlaşmadan başlamam yazmaya, çoğu kez.

“Yazmak istediğim içimde olgunlaşmadan başlamam yazmaya, çoğu kez” demişsiniz. Olgunlaşma süreci her seferinde farklı mı oluyor? Olgunlaşmayı nasıl anlıyorsunuz?
Değişiyor elbette. Her öykü farklı bir bütündür. Her öykünün kendine ait yolu, sorunları, çözümleri olur. Nasıl yazacağımı düşünüyorum öncelikle. Ama kimi zaman bir son cümlem oluyor, ona doğru gidiyorum. Kimi zaman bir kırılma noktasının peşine takılıyorum.

İlk kitabınızdaki öyküler hangi dönemlerinizin ürünü?
İlk kitabım, 1995-2005 yılları arasında ekilen tohumların ürünü.

Dergilere öykü göndermeye ne zaman başladınız, nasıl karar verdiniz? Hangi dergilerde yayınlandı öyküleriniz?
Tam karar vererek olmadı aslında. Bu oldu galiba, dedim ve gönderdim. Notos, Kitap-lık, Dünyanın Öyküsü ile Sarnıç’ta öykülerim yayımlandı.

Kitabı yayınlatma sürecinizden bahseder misiniz?
Çoğu kişi gibi. Dosyamı öyküyü değer bilen yayınevlerine gönderdim. Hepsi reddetti. Yaklaşık bir yıl sonra bir gün Erkan Aslan’dan bir e-posta aldım. Aylak Adam Yayınları dosyamı değerlendirmek istiyordu. Gönderdim. Kabul edildi. İlk kitabım İyi Pazarlar, İyi Pazartesiler Ekim 2013’te yayımlandı. Çok mutlu oldum. Erkan Aslan’a, Aylak Adam Yayınları’na bir kez daha teşekkür ediyorum.

Öykülerinizin bazılarında devam eden ana hikaye arkasında küçük hikayeler bulunuyor. Bunu tercih etmenizin sebebi nedir?
Bunun her zaman bir tercih olduğunu söyleyemem. Kimi zaman yazarın niyetiyle, kimi zaman öykünün itirazlarıyla, akışta kalmakla ilgili.

Hayal gücünüzü geliştirmek, beslemek için neler yapıyorsunuz?
Her zaman yaptıklarımı yapıyorum. Hayal gücümü geliştirmek için değil, her zaman yaptıklarımı yapabilecek kadar şanslı olduğum için. Nina Simone’un şarkısındaki gibi. Ayaklarım var, yürüyorum. Kulaklarım var, dinliyorum. Gözlerim var, okuyorum, izliyorum. Zamanım oluyor, bir ağacın altında oturuyorum. Doğaçlamaya, yeni karşılaşmalara, kâğıdın, kalemin, zanaatin sihrine inanıyorum.

Doğayı tasvir ederken seçtiğiniz cümleler alışageldiğimiz cümleler değil. Doğayla ilişkimiz nasıl?
Doğa, benim için, cömert, basit ve gerçek. İnsandan uzak, insanın dışında. İnsan yapımı gerçeği, ikiyüzlü iyimserliği yok edebileceğim bir dünya. Ki çoğu zaman, sürdürmek zorunda olduğumuzu sürdürebilmek için gerçeğin yok edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir kuş, diğerinin ağzından düşen lokmaya saldırmadan önce “Kuşluk ölmüş kardeş” demez, kuşluktan umudunu kestiğinden dem vurup durmaz. Doğaya yakın olmayı, izlemeyi, sanatta doğayı, doğadan imgeleri araştırmayı seviyorum. Sözünü ettiğiniz bu gibi düşüncelerin ve araştırmaların yansımaları olabilir belki.

Yaşadığınız dünya öykücülüğünüzü nasıl etkiliyor?
Hiç bilmiyorum. Yaşamımı, dünyayı ve öykücülüğümü düşünmüyorum. Dünyada yaşamaya ve öyküler yazmaya çalışıyorum.

Kimleri okursunuz?
Şimdiki Çocuklar Bir Harika’yı (Aziz Nesin) okuduğum günden beri olabildiğince fazla öykücüyle tanışma gayretinde oldum. Tanışmanın bağlılığa dönüşmesi ise buluştuğum dilden, zihinden ve kalpten, Salah Birsel’in deyimiyle, ne özümlediğimle ilgili. Okuma güzergâhım farklı damarlardan beslenir.

Üniversitede ne eğitimi aldınız? O dönemler öyküyle ilişkiniz nasıl devam etti?
İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü mezunuyum. O dönemler daha çok okumaya ağırlık verdim. Yazdıklarımı bir süre kendime sakladım, sonra yok ettim.

Arası kağıt, kalemle iyi biri olarak kitapların dijitalleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu durum okuma eylemini ne yönde etkiliyor sizce?
Okuyanın dokunulmazlığı olmalı bence. Nasıl isterse öyle okusun. Okuyana dokunmayalım. Ama sanırım okur, evinde başını çevirdiğinde göz göze gelmek istediği kitapları olandır.

Yazarlık dışında nasıl hayatta kalıyorsunuz? ,
Ne iş yaptığımı soruyorsunuz sanırım… Zaman zaman reklam yazarlığı yapıyorum.

Her öykücüye sorulur, bence siz iyi bir öykücüsünüz ama yine de romana bakış açınızı merak ediyorum. Roman planınız var mı?
Roman oldukça farklı bir alan. Roman yazma planım yok.

Son yıllarda Türkiye’de genç öykücülerin sayısı hızla artıyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Öyküye gönül veren, öykü için kafa yoranların artması çok güzel. Elimden geldiğince okuyorum.

babilcomdanalabilirsiniz


İyi Pazarlar İyi Pazartesiler – Ayşegül Ural

Aylak Adam