Yağız Gönüler

Felsefe ve edebiyat, varoluş meselesini ele alan metinler ve düşünceler üreten iki sanat türü olduğundan birbiriyle temas halindedir. Bu teması güçlendiren iki alt türü ise eleştiri ve şiir olarak belirlemek mümkündür. Sokrates ile İsmet Özel’in doğum tarihleri arasında neredeyse 2500 yıllık bir mesafe olması her ne kadar ciddi bir rakam genişliği içerse de sanatın değmesiyle bu genişlik daralır ve kuvvetli irtibat kaynakları ortaya çıkar.

Sokrates devletin ‘resmî Tanrılarını’ tanımayıp yeni Tanrılar icat ettiği ve türlü fikirleriyle gençleri “yoldan’ çıkardığı” suçlamasıyla mahkeme verildiğinde tarih M.Ö 399’dur. Yapılan oylama neticesinde Sokrates ölüm cezasına mahkûm edilir. Graphai denen bu kamu davasında oy kullanan geniş kitlenin içinde onun asılmasını, yakılmasını isteyenler olduğu gibi affedilmesini ya da gençlerden çok uzak bir yere sürgün edilmesini isteyenler de görülmüştür. Oy kullananların yaklaşık 3’te 2’si Sokrates’in öldürülmesi gerektiğinde birleştiğinde baldıran zehri formülü uygulanır. Sokrates zehri içer ve kısa bir süre içinde ölür. Kendi ağzından savunmasını okuyabilmek ancak Platon’un yazdığı eserle mümkün olmuştur.

Sokrates ömrü boyunca ders verdiği kimseden bir ücret talep etmemiştir. Derslerini “bire bir” uygulamış, kalabalıktan ve bilhassa kitleden uzak durmayı tercih etmiştir. İsmet Özel ise şairliğine, kendi tabiriyle “pek şairane olmayan” bir açıklama getirir: maliyet meselesi. Ona göre resim yapmak, resim sanatıyla uğraşmak için ciddi bir mali hesap gerekirken şiirde böyle bir şey yoktur. Buna nazaran kendisinin şiir yazmak için iki dişini çektirdiği askerlik dönemi, şairliğin hesabının pek de mümkün olamayacağının göstergesidir.

Sokrates’in dönemin demokrasisine yönelik oldukça sert eleştirileri olmuştur. Devletin ve “devletlilerin” kendi menfaatleri doğrultusunda son derece uygun bazı tanrıları eleştirilemez/yorumlanamaz kabul etmesini de hiç umursamaz. Verdiği derslerde demokrasiyi de tanrıları da alaya alır. Hep yaptığı gibi soru sorarak ve sordurarak iki kavramı ve kurumu da saf dışı bırakır, bıraktırır. Bu sebeple genç öğrencileri arasından onun yolundan gitmeyi tercih edip devlet için birer tehlike olmayı göze alanların sayısı epey fazladır. Savunmasındaki “beni yanıtlayacak kimse yokken konuşmak zorunda kalıyorum” sözü hem resmî tanrıları hem de demokrasiyi eleştirisi açısından önemlidir. İsmet Özel, 9 Mart 2000 tarihinde verdiği bir röportajda “Demokrasiyle hiçbir alâkam yok… Demokrat diyebilir misiniz kendiniz için?” sorusuna verdiği cevap, bu konuda da irtibat kurabilmemiz için bizi bir yola çıkarabilir: “Ömrümün hiçbir aşamasında demokrat duygulara sahip olmadım. Eski Yunan’da Sokrates’i öldüren demokrasidir. Platon gibi, Sokrates’in mahkûm edilmesinden yana değilim. Sokrates’i demokratlar mahkûm etti.”

İsmet Özel, Bilinç Bile İlginç adlı kitabında Sokrates’in ömrü boyunca çoğunluğun yapmadığı birçok şeyi yaptığından ve çoğunluğun yaptığı birçok şeyi ise yapmadığından söz eder. Sokrates’in derdini “kendi ruhuna özen göstermek” olarak belirtir ki yine aynı kitapta bu derdin önemini şöyle açar: “Kim ki ruhuna özen göstermiyor, o artık eşyaya ve yaratılmış olana karşı her türlü özensizliğin kaynaklarından biri hâline gelir. Diğer taraftan kendi ruhuna özen göstermeyen kimsenin, ruhuna özen gösteren bir kişiyi tanıyabilmesi, fark edebilmesi de imkânsızdır. Dolayısıyla özensizlik bütün üstün değerlerin yıkılıp gitmesi ve erdemle yüceltilmiş bütün tavırların yasaklanması, en azından gülünç kılınması için en uygun ortamı doğurur.”

İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabında şairliğin doğuştan gelen bir şey olmadığını ve şairliğin insanın karakteriyle aynı istikamette yürümesi gerektiğinden başka bir düşüncenin saçma olacağını belirtirken kendini/sanatını “kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet” şeklinde tanımlar. Şiir şayet gerçekse ‘kendilik bilgisi’ sebebiyle gerçektir ona göre. Şubat 1990’da yazdığı “Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak” başlıklı yazısında bunu “Kendini bil ve riayet et. Dinin veya bilgeliğin söylediği budur” sözüyle açıklar.

Sokrates’in kıyamete dek hatırlarda kalması mümkün olan “Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü, hem politik anlamda hem de felsefî anlamda bazı durumlarda “sessiz kalmanın hayrı”na bir işarettir. Her bilinenin söylenmesi kişiye bela olarak yeter. Sonuca baktığımızda Sokrates’in başına gelen de beladan farksızdır. En yakınındaki dostları bile onun davasında sanki nazire yapar gibi sessiz kalmış, kalabilmişlerdir. İsmet Özel de işte bu sözün derinliğini hatırlatırcasına, 27 Aralık 2008 tarihinde İstiklâl Marşı Derneği’nde yaptığı siyaset, tarih, politika, sanat konularını da barındıran bir konuşmasında şunları söyler: “[…] biz birçok şeyi bilmiyoruz. Ben öğrendikçe -bunu şov gereği söylemiyorum- cehaletin ne olduğunu öğreniyorum. Bu Sokrates çok şey biliyormuş her halde: “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.” diyor ya… Çünkü buraya gelmeden önce Thomas More’un sultana yazılmış bir şiirini gördüm. Bunu niye söylüyorum? Her gün bir şey öğreniyorsun ve her gün sana söylenen yalanların mahiyeti hakkında bir fikrin oluyor… O şiir, sultanı öven bir şiir…”

Felsefede ve edebiyatta sanatçının ürettikleriyle karakteri arasındaki bağlantı en özel olarak da cesaret-korkaklık zıtlığında ortaya çıkar. Cesur bir insanın söyledikleriyle korkak bir insanın yaptıkları aynı paragrafa yerleştirilse, aynı resme konu edilse yahut aynı şiirde anlatılsa, bu bile unutulmaz bir “görüntü” ortaya çıkarır. İmajların dünyasında bugün “suskun ve kederli” cesurların esamesi okunmazken “kendini en önde gösteren korkakların” sayısı gittikçe artmakta. 14 Mart 2009 tarihinde İsmet Özel, yine İstiklâl Marşı Derneği’ndeki bir konuşmasında İstanbul’un tarihine değinerek Sokrates’in bir sözünü hatırlatmıştır: “İstanbul şehrinde dört yüz sene sadece gayr-i müslim semtlerde suç işlendi. Bu böbürlenmek için uydurulmuş bir şey değil. Normal olarak bu olmayacak bir şeydi. Bu yüksek ahlâk gereği olan bir şey de değildi. Çünkü Müslümanlar Müslüman olmaya yaraşır davranışları göstermedikleri zaman imtiyazlarını kaybediyorlardı. Müslümanlar toplumun birinci sınıf kesimiydi, dolayısıyla diğerlerinden fâik olduklarını hem de diğerlerinden daha çok imkânı ellerinde tutma durumunu vasıflarına liyâkat kesbederek koruyabilirlerdi. Sokrates’in bir sözü vardır: “Aslında birçok insan korkak bilinmemek için cesaret gösterir.” Yani aslında korkaktırlar. Korkak bilinmekten korkarlar. Onun için biz onları cesur görürüz. Belki bu dört yüz sene boyunca hırsızlık etmek için adamın içi kaynıyor ama Müslümanlığını kaybedeceği için, Müslümanlığıyla beraber dünya kadar yetki ve imtiyazı kaybedeceği için yapamıyor.”

Sokrates, ölümüne doğru ilerleyişini emin adımlarla yapmıştır. Fikirlerinden, eleştirilerinden ve öğütlerinden asla taviz vermemiş, ölümünün asla ruhsal olmayacağını göstermiştir. Çünkü Sokrates “bir daha yapmama” sözü verip bağışlanmayı dileseydi, ahlâki ve entelektüel olarak ölecekti. Laszlo Versenyi’ye göre Sokrates burada fiziksel intiharı tercih etmiştir. Felsefi öğretilerini, inançlarını, değerlerini ve üzerinde en çok durduğu konulardan “erdemli olma”yı bir miras olarak bırakmıştı Atina halkına. İsmet Özel, Faydasız Yazılar’da ölümün ancak hayatındaki varlığını anlamlandırmış ve iyiyi kötüyü ayırt edebilmiş, erdemli yaşamış insanlar üzerinde geniş bir anlama sahip olacağını belirtir. Bunun dışındaki ölümler, hayvanî ölümlerdir, yani “yok olma”dır: “Yaşadığı müddetçe iç dünyasını zenginleştirmeyi değil, iyi ve kötü farkına bile ilgisiz kalmayı, kendini tabiat ve toplum olayları karşısında hassas kılmayı değil, otomatlaştırmayı seçmiş bir kimse için ölüm çok dar anlamlıdır. Belki anlamlı bile değildir.”

Bu deneme, bir irtibatı ortaya koyma gayretiyle yazıldı. Taranan kaynaklar işi kolaylaştırdı. Okuyucu, Platon’un Sokrates’in Savunması’nı ve İsmet Özel’in “Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiirini yeniden okuyup incelediğinde görecektir ki bu irtibat sağlamdır, kuvvetlidir, yalın temiz ve acımasızdır. Bir tarafta kendini “at sineği” olarak görüp daima devleti yanlışlarını alaya alarak rahatsız eden bir filozof, diğer tarafta “bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım / gittim bir kuyudan su çektim” diyen bir şair. İkisi de yaşadıkları topraklara borçlu olduklarının farkına varmayı bir erdem saydılar. Bu borç ancak o toprakların değerinin artırılması ile mümkün olabilirdi. Zaman zaman bu irtibatta biricikliğin nasıl tanımlandığı mevzubahis oldu. Biricik olma hâli Sokrates için daha şahsi idi. Mesela kamu davası görülürken halkı defalarca uyardı: “Atinalılar! İşte bu yüzden Tanrı’nın bir hediye olarak size gönderdiği beni cezalandırmakla kendi adıma değil sizin adınıza bu günahı işlememeniz için size yalvarıyorum. Beni öldürürseniz yerime koyacak başkasını bulamazsınız.”

İsmet Özel içinse biriciklik, toplumun biricikliği olarak ortaya çıkıyorsa değerlidir, gerçek bir biricikliktir. Bu sebeple kendisine yöneltilen “İsmet Özel tek kişilik bir ordu mu? Bir çığır açılıyor ama bir adam mı?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Türk milleti büyük bir millettir.” dergi-nokta1

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 26.sayısında yayınlanmıştır.