Olcay Mağden Ünal

Yılbaşını esaslı bir Hıristiyan’ı aratmayacak şekilde içine Noel’ini de katarak kutlayıp geride bıraktık, halbuki daha yedi ortak girdiğimiz dananın Instagram fotoğrafları dün gibi aklımızda. Girer girmez de 2016’yı göreve boğduk tabii, motorumuz tevekkülle çalışıyor nasılsa. Lafın anlamını yanlış bildiğimize bakmayın, doğrusunu öğrenmek işimize gelmiyor aslında. Bizim olayımız daha çok, taşın altına mümkünse başkasının elini sokması için ilgili makamlara dalkavukluk etmekten ibaret ne de olsa. Başaramazsak da ne fark eder, at başkasına çamuru geç, izi kalır öyle ya, “sıkıntı yapma kardeş”.

Böylece çarşı pazarın, dükkânlarla mağazaların yılbaşı yoğunlukları da azalmış oldu, altı ila dokuz ay arası ödeyeceğiniz nur topu gibi taksitlerinize Allah uzun ömürler versin. Bitmek bilmeyen kasa kuyruklarından sağ çıkabildiyseniz ve üstünüze fukara yaftası yapışmasın diye eşle dosta hediye ararken insan doğasına aykırı bir şekilde yaşamınızı sürdürebilmek için oksijene gerek duymayacak kıvama geldiyseniz e buradan da bir koşu Ay’a gidin, kendinizi şımartmak sizin de hakkınız. Hazır şöyle kimseler yokken ne zamandır hayalini kurduğunuz o güzel krater takımına kavuşursunuz artık.

İçinizden bazıları da toruna torbaya, yeğenle ha bir de komşunun oğluna kitap almıştır belki, kim bilir? Sizin ufaklığınız da “halasının/dayısının/teyzoşunun bir tanesiyle okuma keyfi” yapmayı hak ediyordur nasılsa, onun neyi eksik? Neden Facebook beğenileri onunla da paylaşılmasın, hem böylece siz de okuduğunuz on kelimenin ardından yedi saatinizi yorumlara cevap yazmaya harcayıp sosyalleşiverirsiniz. E #birmaşallahınızıalırımartık.

Fakat benim meselem başka, benimkisi tam da bu kısımda başlıyor, yani sizin sağda solda türlü eğitime maruz kalan yavrunuza kitapları nereden, nasıl ve ne şartlar altında satın aldığınızda. Durun tahmin edeyim, gösterişli bir alışveriş merkezindeydiniz, değil mi? Adı İngilizceden devşirilmişlerden ya da dahi olacakken son anda kendini kazara belediye başkanı koltuğunda bulmuş birinin aklından çıkan iki müthiş anlamlı kelimenin birleşimiyle meydana gelenlerden birinde. Hayır hayır, siz gitseniz gitseniz ancak eski Roma’ya gönderme yapanlara gidersiniz. Pekâlâ her neyse, işte o mimari harikanın içindeydiniz, eliniz paketlerle doluydu ve aklınıza kitap alma fikri geldi. Nereye gittiniz? Gönül AVM’de de olsanız onlarca kitabevi arasında seçim yapabilmenizi isterdi. Ama hayır, sizin sadece ve sadece ve ne yazık ki sadece tek bir seçeneğiniz vardı, değil mi? Merak etmeyin, dışarıda da durum farklı değil. İçinizden bazıları belki halka karışıp sokağa inmişti. Onların da hediye paketlerinin üstü aynı renklerdeydi: Biraz kızıl biraz mavi, yalnızlığın asil rengi!

Bundan uzun uzun yıllar önce, aslında bir insan ömrü için o kadar da uzun sayılamayacak bir zaman evvel, doğan çocuklar kendi aralarında kitap kokusu diye bir şeyden bahsederlermiş. Bir de bu kokunun olduğu, içinde sıra sıra, kat kat kitapların yer aldığı dükkânlardan. Öyle ki köşe başlarında rastlanabilen bu gizemli mağazaların içinde yükseklerdeki kitaplara uzanabilmek için upuzun merdivenlere çıkılırmış. Raflardaki nizami düzende insanın canını sıkan tek şey istibdat rejiminin katılığını hatırlatmasıymış, sizin anlayacağınız dört bir yanda öyle askeri bir intizam varmış. Giren çıkan inanmazmış ya dükkân sahipleri sanki içerideki bütün bu kitapları okuyup hatmetmişe benzerlermiş. Çoğunluğu ince gözlüklerinin üstünden bakıp alıcılar ne sorarlarsa sorsunlar cevabı bekletmeden yapıştırıverirlermiş.

Bugün artık o koku ülkemizin anlatılmakla bitmez “şanlı” tarihinden silinip gitti. Çünkü zamanın akrebi de yelkovanı da kalantorluğu göstermekte. Devir gösteriş devri. Hal böyle olunca da türedikçe türeyip albenisiyle göz boyayan şeytani büyük işletmelerin de önü alınamadı, üstelik işbu yazıda bahsi geçen bizim köftehor üç harflilerden bile değildi, koskoca alfabeden aşırdığı iki sessiz harf yetiyordu etrafını çarpmasına. Bunlar önlerine ne çıkarsa çıksın esip gürleyip üç domuzcuğun karşısındaki kurt misali önce yerle bir etti. Sonra da sıra yutma faslına geldi. Küçük zincir mağazamız yuttu da yuttu, sırtını sağa yasladı yuttu, sola yasladı yuttu. Yuttukça büyüdü, bu sefer de doksanlarda büyüyen çocukların korkulu rüyası sibernetik organizmalar gibi kontrolsüz bir güç elde etti. Gerçek dünyada T-1000’e karşı T-800 ne etsin? Bu hikâyede eriyip giden bizim tarafımızdaki terminatörler oldu. Hasta la vista baby! Geriye kalan toraman tekelimizse işte buradan sonra iki gözüm ekonomimize emanet.

Tamam, durum bu. El mahkûm dediniz, attınız kendinizi tasarım harikası vitrini olan dükkândan (bol topuklu üst yönetimi benim koskoca şirkete dükkân dediğimi duymasın tabii) içeri, attınız da bilir misiniz o camekânın arkasında kitaplarından çam ağacı yapılsın diye ne babayiğitler telefonlarda, toplantı odalarında perişan oldu? Hangi kitabın ne kadar göze sokulacağına “gör beni, göreyim seni” mantığıyla karar verilen, sistemin “yaparsın abi, edersin abi” ağzıyla işlediği bu zincir mağazanın herhangi bir şubesinde işte böylece aldınız soluğu. Maşallah yok yok, canınız çektiyse çikolata bile var. Her yer bıcır bıcır, sevabına açılmış sanki. Sabiye sübyana kitap alayım diye girdiğiniz yolda iki kulaklık, e bir de telefon kabı aldıktan sonra nihayet aklınıza esas amacınız geldi. Şöyle bir bakınıp varmak istediğiniz noktaya ilerlediniz. Düşünenin aklına sağlık, ne âlâ, kitaplar siz hiç zahmet etmeyin diye çocukların yaş gruplarına göre bile sıralanmış vaziyette. Buraya kadar her şey gayet yolunda gidiyor, tam da kapitalist çarkların ezip büzüp sizi şekillendirerek istemeye zorladığı gibi.

Raflara yanaştınız. Ve işte orada kaldınız. Her şey buraya kadardı, sabahtan beri zaten türlü müşterisiyle, müdürüyle, müdürcüğüyle uğraştınız, keşke o güzel aklınızı daha fazla yormayıp hemen ortamı terk etseydiniz. Çünkü ne o ara ne de şimdi, yani özetle hiçbir zaman istediğiniz kitaba ulaşamayacaksınız. Sokaktan geçen herhangi birinin bile illa ki bir kere adını duyduğu, hiç olmadı metroya binerken sağda solda reklamına rastladığı yayınevlerinin dahi kitaplarına erişmeniz mümkün olmayacak. Bir kere hiçbir kitap doğru yaş grubu sekmesinde yer almayacak, çoğunluğu “rahmetli” Sümerleri yattıkları katmanlarda dört döndürecek bir sergilemeyle karşınıza çıkacak: Asla ve asla kitapların sırtlarını göremeyeceğiniz şekilde! Hani şu yazarın, kitabın adının ve yayınevinin adının yazdığı yeri. Bunu nasıl yaptıklarını artık sizin değerli hayal gücünüze bırakıyorum. Bu sırada kafanızı kederle başka bir tarafa çevireceksiniz, orada da neredeyse toplu bir tecavüze maruz kalmış yığınlar göreceksiniz. Ne adları ne sanları kalmış. Kapaklar kıvrılmış, sayfaları iç içe geçmiş. Kafanız karışmış bir halde etrafa bakınırken birbirlerine el kol şakası yapan yeniyetme görevlileri göreceksiniz. Aşırı hareketleri ve bitmeyen serzenişleriyle, çünkü içlerinden biri durmadan sigara içme bahanesiyle dışarı çıkarken o bu lanet işi yapmaya devam etmektedir, kendilerini nasılsa çok uzaklardan belli edeceklerdir. Son bir gayret gidip sizin ufaklığın say say bitmez özelliklerini sıralayarak uygun kitabı nerede bulacağınızı soracaksınız. “Valla abla/abi masal kitapları şurada,” diye bir dehlize bırakıldığınızı fark ettiğinizde artık iş işten çoktan geçmiş olacak: Görevli çoktan telefonunu cebinden çıkarıp baş parmağını ekrana sürtmeye koyulmuştur bile.

İnternet sitesi de farksızdır bu şahane kurumumuzun. Tekel olmanın rahatlığı bünyelerini öyle sarmıştır ki asrın en berbat kategorilendirmesine de yine burada rastlarız, ancak çok tuhaftır çocuk ve gençlik kitaplarına girdiğinizde İslami Çocuk Kitapları sekmesi üstüne tıklamanız için size göz kırpmaktadır. Bir süre kendinizi acaba başka kimler kimlere göz kırpmıştır diye düşünmekten alamazsınız.

Demem o ki, boş verin, ara eleman yetiştirmekle övünen ülkede çocuk kitabı da okunmayıversin. Hem hayal gücünü geliştirince ne oluyor ki? En nihayetinde kendisi hizmet dökümüne bakıp emeklilik hesapları yaparken başvurduğumuz bir araç sadece.

Arka Kapak dergisi 5. sayı