Mustafa Özel

Türkiye, tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor. O kadar ki cumhurbaşkanımız, iç ve dış terör odaklarına kaşı millî seferberlik ilan ediyor. Bölge genelinde savaş hâli sürüyor. Ve ben, 60 yaşını geride bırakmış Mustafa Özel, 19. asrın ulusçu, hatta ırkçı bir Rus yazarının, hem de kumara dair bir romanını irdeliyorum! Başım mı dönüyor, ne?

Sağlığım yerinde hamdolsun. Gazete okumuyor, televizyon seyretmiyorum; başım niye dönsün ki? Kumarbaz’ı irdeliyorum çünkü hepimiz kumarbaz olduk. Çünkü olan bitenler, büyük ölçüde kumar tutkumuzun eseri. Ve kumar borcumuzun!

Dünyada bir yılda yaklaşık 80 trilyon dolarlık mal ve hizmet üretilmekte ve bunun yaklaşık dörtte biri ülkeler arasında el değiştirmektedir (ihracat/ithalat). Uluslararası ticaret 7/24 devam ettiğinden, 20 trilyon dolarlık ticareti 365’e bölersek, günlük ticaret hacmi yaklaşık 50 milyar dolar eder. Bu gerçek ticarettir; bir ülkeden mal/hizmet çıkmakta, karşılığında ise para ödenmektedir.

Oysa gene ülkeden ülkeye 7/24 bir tür alışveriş yapılmakta ve karşılığında para ödenmektedir. Bu alışverişlerde herhangi bir mal/hizmet akışı söz konusu değildir: kâğıt alışverişi yapılmaktadır. Mesela, İstanbul Çengelköy’de oturduğum evden hiç çıkmadan, ABD hazine senetleri, Brezilya, Fransa veya Japonya devlet tahvilleri; Apple, IBM veya Toyota hisse senetleri; altı ay vadeli petrol, kahve, kakao, vb. alabilirim. Sahip olduğum bütün bu varlıkları bir saat, bir gün, bir hafta veya bir ay sonra, dilediğim zaman, aynı piyasalarda tekrar satıp kâr yahut zarar edebilirim. Orta yerde ne petrol vardır, ne de kakao. Bu türden sanal alışverişlerin günlük hacmi ise yaklaşık 5 trilyon dolardır. Gerçek ticaretin tam yüz misli! Alışverişten çok, baş döndüren bir oyun.

Caillois, insanlık tarihi boyunca geliştirilmiş oyunları dört başlık altında topluyor: Yarış Oyunları (agon), Talih Oyunları (alea), Taklit/Temsil Oyunları (simulation), Baş Döndürücü Oyunlar (vertigo).

Kumarın ikinci gruba girdiği üzerinde insanların çoğu hemfikir olsa da Dostoyevski kumarın dördüncü gruba girdiğini düşünüyor. Kumarbaz’ı yıllar sonraki ikinci okuyuşumda Kuran’ı Kerim’de kumar yasağının hep şarap ile beraber anıldığını hatırladım birden. İkisi de baş döndürüyor!

Dostoyevski, bu romanı kumar borcunu kapatmak için 25 günde yazdı. Bu kadar kısa zamanda, ancak en iyi bildiği, daha doğrusu, hakikatini ruhunda en fazla hissettiği şeyi anlatabilirdi. Roman kahramanı Aleksy, karşılıksız aşkı Polina’dan aldığı bir tür emirle başlıyor işe. “Rulet oynama emri basbayağı başımı döndürmüştü. Evet ondan nefret ediyordum. Sırf onu boğabilmek için ömrümün yarısını vereceğim anlar oluyordu. Bu arada, kutsal olan her şey üzerine yemin ederim ki Schlangenberg’deki kayalıkta ‘Aşağıya atla!deseydi, kendimi büyük bir zevkle boşluğa bırakırdım.”

Kahramanımız daha ilk oyununda olasılık kuramının esasını kavramış gibidir. “Çok tuhaf ama olasılıkların gerçekten bir sistemi olmasa bile rastlantısal bir düzeni var sanki.” Tesadüf ve düzen! Önce çift sayıya 20 frederik oynayıp kazanır, kazandığını gene oynar ve tekrar kazanır; iki üç kez böyle devam eder. Beş dakikada tam 400 frederik kazanmıştır. Eh, bırakıp gitsene artık! Nasıl olsa sevdiğin kadının ihtiyacı olan parayı kazandın; işin bitmiş olmalı! Hayır, iş bitse de, hatta belki de iş bittiği için, baş dönmeye başlar:

“Tam o anda gitmem gerekirdi ama içimde kadere meydan okumak, ona bir sille indirmek, dilimi çıkarmak gibi tuhaf bir duygu uyandı. İzin verilen en yüksek parayı, dört bin florin koydum ortaya ve kaybettim. Sonra da hırslanıp tüm paramı çıkardım, aynı bahse oynadım ve tekrar kaybettim. Sonra da yıldırım çarpmış gibi masadan uzaklaştım. Ne olduğunu bile anlamamıştım.”

Romandaki ikinci kumarbazımız yaşlı büyükanne rulet oynamayı tercih ediyor çünkü topun dönüşüne bayılıyormuş! Önce bir kumarbazı izliyor. “Genç bir adam yaklaşık kırk bin frank kazanmıştı, önü altın ve banknotla doluydu. Yüzü bembeyazdı; gözleri parlıyor, elleri titriyordu; avucunun aldığı kadar parayı hiç hesaplamadan ortaya koyuyor, sürekli kazanıyor, paraları önüne çekip duruyordu. Etrafına bakmadan oynuyor, oynuyor ve sürekli kazanıyordu. Kendini kaybetmiş gibiydi.”

Büyükanne ise boyuna zeroya oynuyor ve kazanıyor. “Kendini kaybetmişti sanki.” 12 bin florin kazanıp dönüyorlar otele. Çok acıkmıştır fakat gözü (hayır, ruhu) kumardadır. “Yemek yiyeceğim, biraz dinleneceğim ve hemen oraya döneceğim.” Kaybetmeye başlar bu sefer, kaybettikçe de hırslanır. “Zararımı telafi etmezsem ölürüm!” Ölmez ama tüm parasını kaybeder. Bir Yahudi sarraf bulup elindeki tahvilleri kelepir fiyatına satar, onları da kaybeder. “Moskova’ya dönüyoruz, 15 bin ruble kaybettim.”

Roman boyunca, yazarın okura hissettirdiği hakikat şu bence: Para kazanmak/kaybetmek için değil, kendimizi kaybetmek için kumar oynarız. Kazandıkça, kaybetmeye uygun hâle geliriz. Kur’an’daki kumar yasağı ve bunun hep şarap yasağı ile beraber anılması da bu görüşü pekiştiriyor gibidir. Ayık ol! Kendini kaybeden, Rabbini bulamaz!

Aleksy kumarla kafayı bulmuş gibidir. Bunu sonradan şöyle hatırlıyor: “Kapıldığım girdapta… bütün bunlar bir rüya gibi geçti… Acaba o zamanlar aklımı mı kaçırmıştım? Aslında bir akıl hastanesinde miydim? Beki de hâlâ oradayım, belki de bütün bunlar sadece bana olmuş gibi göründü, belki de hâlâ öyle görünüyor…Beni içine çekip girdabında döndürdükten sonra bir yerlere fırlatıp atan hortumun etkisi altında oturuyorum. Bazen yine o girdaba kapılacağımı, hortumun yaklaştığını, yanımdan geçerken beni içine çekeceğini, düzen ve ölçü duygularımı kaybedip yine dönmeye, dönmeye başlayacağımı sanıyorum.”

Polina’nın, Fransız’a 50 bin frank borcunun olduğunu öğrenir ve ondan bir saat izin ister. Yirmi frederikle oynamaya başlar. Hummaya tutulmuş gibi bütün parasını kırmızıya koyar. Hep kırmızıya oynar ve hep kazanır. “Ödeme yaptılar: Toplam 4000 florin ve 80 frederik altınım olmuştu. (Henüz hesaplayabiliyordum) Artık hiçbir şeyden korkmuyordum. Ondan sonra nasıl ve ne kadar oynadığımı hiç hatırlamıyorum. Artık hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey düşünmüyor, sadece bekliyordum. Gece boyunca Polina’yı bir kez olsun düşünüp düşünmediğimi hiç hatırlamıyorum. Önümde sürekli büyüyen banknot yığınını tutup kendime çekmekten tarif edilemeyecek bir haz duyuyordum sadece. Kader beni itiyor gibiydi.”

Aslında saçma gibi gözüken bir şey yapmış, hep kırmızıya oynamıştır. “Tecrübeli bir kumarbaz kısmetin kaprisi ne demektir bilir,” diyor kahramanımız. Mesela kırmızı 16 kere geldikten sonra 17. oyunda mutlaka siyah gelecekmiş gibi görünür insana. İşte acemilerin hepsi buna saldırır, bahislerini iki, üç katına çıkarır ve muazzam paralar kaybederler. Aleksy aksini yapar, kırmızının tuhaf bir kaprisle yedi kez üst üste geldiğini görünce mahsus onu izler. Belki kendini beğenmişlik, belki çılgınca bir riske girerek seyircileri şaşırtma arzusu. “Riske atılma arzusunun birdenbire tüm benliğimi kapladığını açıkça hatırlıyorum. Belki de ruh sayısız duyguyu bir anda tattık- tan sonra tatmin olmuyor, huzursuzlanıyor ve nihai bir bitkinliğe varıncaya dek her defasında artan bir şiddetle yepyeni duygular tatmak istiyor.”

Yüz bin florin kazanıyor (200 bin frank), 50 binini Polina’ya veriyor; o ise suratına fırlatıp gidiyor… Beş dakika sonra, Matmazel Blanş, yarım saat içinde Paris’e gitmeyi teklif ediyor. Hemen peşine takılıyor. Kumar içinde kumar. “Hayatım darmadağın oluyordu ama dünden beri her şeyimi tek bir kâğıda oynamaya alışmıştım. Başım dönmüştü.” Parayı üç haftada bitiriyorlar… Cebinde bir guldenle ortada kalıyor fakat son guldeniyle bile açlığını gidereceğine gidip kumar oynuyor.

Alakasız bir sonsöz: İslâm hukukunda, kumarbazın şahitliği kabul edilmez!

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 17.sayısında yayınlanmıştır.