N. Cihan Taşan

Nâzım Hikmet’in hapishane yıllarının önemli bir dönemi Bursa’da geçmişti. Memleketimden İnsan Manzaraları’nda ve pek çok şiirinde bu yıllardan söz etti. Tanıdığı insanları anlattı. Güney Özkılınç Bursa’da yıllar süren araştırmalarla bu şiirlerde adı geçenleri ve yakınlarını buldu, büyük şairle ilgili anıları, bilinmeyen fotoğrafları derledi. Nâzım’ın Bursa Yılları kitabını hazırlayan Güney Özkılınç, şairin hangi ruh hâli içinde nasıl eserler verdiğini anlamak hissiyatıyla kaleme aldığı kitabında, şairin geçirdiği süreci ve dönemin tanıkları ile bağlantılarını, belgeleri ve hikâyeleriyle sunuyor.


Nazım’ın Bursa Yılları
Güney Özkılınç
Kor Kitap

Nâzım ilk olarak, Sultanahmet Cezaevi Sorgu Yargıçlığının yetkisizlik kararını bildirmesi üzerine, 31 Mayıs 1993 günü Bursa Cezaevi’ne nakledilir. Böylece; ilk kez otuzlu yaşlarında, ikinci kez kırkına yaklaşmışken kapatıldığı Bursa Cezaevi’nden, ellisine merdiven dayamış ve bozulmuş bir sağlıkla çıkacağı yıllar başlamıştır.

Şeyh Bedreddin’in sürgün şehri, Tercüman-ı Ahvâl’i çıkaran Âgah Efendi’nin sürgün şehri, Süleyman Nazif’in, Aziz Nesin’in sürgün şehri Bursa. Hasan Âli Yücel’in deyimiyle: “Dışa doğru değil, içe doğru bir şehir” Bursa, sinesinde onlarca sürgün yorgunu ve mahkûmuyla tarihe uzanıyor.

Nâzım, Bursa’ya hapse geldikten sonra, içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi şu dizelerle anlatır “Uludağ’a Dair” adlı şiirinde:

Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışıp dururuz

Ne o kımıldar yerinden ne de ben

Lakin birbirimizi yakından tanırız.

31 Mayıs 1933 tarihinde Bursa’ya nakledilen Nâzım, 11 Kasım 1933 tarihli meşhur ve aynı oranda güzel şiiri “Karıma Mektup”u burada yazmıştır:

“Bir tanem!/Son mektubunda:/Başım sızlıyor/Yüreğim sersem!/Diyorsun./‘Seni asarlarsa/Seni kaybedersem;/Diyorsun;/Yaşıyamam!’/Yaşarsın karıcığım,/Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;/Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı/En fazla bir yıl sürer/ Yirminci asırlarda/ Ölüm acısı.”

Bursa, sürgün de olsa topraklarına misafir ettiği şairine bir nevi ilham veren bir hüviyete dönüşmüştür. Nitekim “Benim asıl eserim destanımdır.” dediği, Kuva-yı Milliye Destanı’nı bu şehrin büyülü atmosferinde yazmıştır. Ve yine 1939 senesinde İstanbul Tevkifhanesinde başladığı ve 1949’da Bursa’da tamamladığı büyük eseri Memleketimden İnsan Manzaraları’nı, kucağında sürgün bulunduğu bu şehirde yazmıştır.

Kitap ile ilgili aklıma gelen en ilginç anekdotlardan biri de ilk köy filminin Bursa’da çekilmiş olması, hem de senaryosu Nâzım Hikmet’e ait. Çalı köyü bir ilke imza atmış, Türkiye’nin ilk köy filmi “Bataklı Damın Kızı Aysele ev sahipliği yapmış. Aslında bu filmle bir ilke imza atan sadece Nâzım veya Çalı köyü değil, aynı zamanda Selma Lagerlöf, Cahide Sonku, Cemal Reşit Rey ve Feriha Tevfik de ilklerin insanları olmuşlar.

Cahide Sonku’nun ilk sinema macerası bu film ile başlar. 1929’da Müslüman kadınların ilk kez katıldığı yarışmada Türkiye güzeli seçilen Feriha Tevfik de bu filmin başrol oyuncularındandır. Filmin senaryosu İsveçli yazar Selma Lagerlöf’ün bir hikâyesinden yola çıkan Nâzım Hikmet tarafından yazılmıştır. Yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un üstlendiği, İpek Film stüdyolarında hazırlanan 1935 tarihli filmin müziklerini de Cemal Reşit Rey yapmıştır. Tam anlamıyla bir yıldızlar topluluğu.

Nâzım Hikmet önce bir şairdir, sonra bir kavgacı, bir idealist ve aynı zamanda bir öğretmendir. Bursa hapishanesinde kaldığı müddetçe mahkûm arkadaşlarına dünyaya başka bir açıdan bakmayı öğretmiştir. Bir Bursalı olarak Nazım Hikmet’in bu topraklarda yıllarını geçirmesi, eserler vermesi beni gururlandırmıştır. Keşke derim, sürgün değil de misafirlik olsaydı bu. Lakin Mayakovski’nin dediği gibi “Ruh bir motordur, yürek onun çalıştırıcısı.” Istırap olmasaydı çıkar mıydı hiç o mısralar?

Arka Kapak dergisi 31. sayı