Röportaj: Gökçe Özder

2017 senesinde iki sosyal bilim öğrencisinin kurduğu Çocuk Yazını sitesi, çocuk edebiyatı metinlerine tıpkı yetişkin metinlerine olduğu gibi sosyal bilim kuramları yoluyla, akademik ve teorik bir perspektiften yaklaşmayı amaç edinerek yola çıktı. Projenin ortaklarından Meryem Selva İnce ile çocuk edebiyatına akademik yaklaşmanın doldurduğu boşluk, eleştirel düşünmenin çocuk edebiyatındaki yeri gibi konularda konuşmak üzere bir araya geldik.

Çocuk Yazını sitesinin beni de ilk fark ettiğimde çok heyecanlandıran bir çıkış noktası var. Çocuklar için yazılmış metinleri “iyi-kötü” gibi öznel değerlendirmelerden sıyırıp belli bir teorik çerçevede ele almak. Fakat bu durum -takdir edersiniz ki- beraberinde genel okur kitlesinden uzaklaşmaya sebep olabiliyor. Çocuk Yazını bu noktada nerede duruyor? Sahiden dört sene önce yola çıkarken hayal ettiğiniz o “boşluğu” doldurabildiğinizi düşünüyor musunuz?

O boşluğu tam anlamıyla doldurabildiğimizi söyleyemem çünkü çocuk edebiyatı henüz disiplin olabilmiş bir alan değil Türkiye’de. İlk çıkış noktamız daha akademik içerikler üretmek, çocuk okura sunulan metinleri farklı okuma pratiklerine açmaktı. Bir ölçüde başarılı olduğumuzu ve amacımıza ulaştığımızı düşünüyorum. Çünkü Çocuk Yazını’nın bu alanla gerçekten ilgilenen bir kesime eleştirel yazma ve düşünme seçkisi sunduğuna inanıyorum. Yaptığımız atölyeler, katıldığımız söyleşiler ve işin mutfağında yaptığımız ortak yazma edimleri bu düşüncemi pekiştiriyor. Şimdilerde biraz daha melezleştiğimizi düşünüyorum. Akademik olanla sosyal içerik arasında bir dil yakaladık. Biraz da genel okura ulaşma motivasyonu vardı elbette ki bu tutumuzda. Bir de bu alanda yazmak isteyenleri teşvik etmek. Ama bir argümanı/iddiası olan ve kaynakça belirterek yazılmış bir metin üretme konusunda farkındalık oluşturduğumuzu düşünüyorum.

Bir de bizim yaptığımız çalışmalardan metinlerin yazarları da hoşnut oluyorlar. Yazdıklarımızı okurken kendi metinlerinin olanak sağladığı farklı anlam katmanlarında gezinmek onlar için de keyifli bir deneyime dönüşüyor. Bir de biraz daha yakın ilişkilenmelerimden hareketle şunu söyleyebilirim çocuk edebiyatı yazarları kendileriyle yapılan röportajlarda kitaplarının derinlikli okunmamasından ve hep aynı soruların yöneltilmesinden mutlu değiller. Çocuk Yazını olarak bu konuda aldığımız geri dönüşler bizi daha çok çalışmaya ve okumaya motive ediyor.


Çocuk Yazını Sitesi

Sitenizde yer alan metinlerin hedef okur kitlesi yetişkinler. Fakat tartıştığınız metinler büyük oranda ana muhayyel okuru çocuk olan eserler. Bu durum yaratmak istediğiniz eleştirel düşünce atmosferinde çocukları dışarıda bırakmanıza sebep olmuyor mu? Çocuk Yazını’nın çocukları hedef alan eleştirel yaklaşım oluşturma çabası/planı söz konusu mu?

Evet bizim öncelikli hedefimiz yetişkin okur yazarlara ulaşmak, akademiyle çocuk edebiyatı yayıncılığı arasında bir tür köprü kurmaktı. Ne kadar başarabildik, bunu şimdiden söylemek zor. Uzun vadede daha somut görebileceğimizi düşünüyorum. Aslında meselemiz biraz da estetik zevkin ve edebi değerin çocuk edebiyatı metinlerinde de göz ardı edilemeyeceğini, yetişkin okurun da çocuk okur için yazılmış bir metinden estetik haz alabileceğini ortaya koymak. Çocukları bu işin dışında tutmamaya özen gösteriyoruz. Bu konuda da bazı çalışmalarımız olacak. Ama önce yetişkin okurun okuması lazım. Bir çocuk kitabı bir yetişkin ve bir çocuk arasında da bir sağaltım aracı olarak işlev görebilir.

Çocuk Yazını olarak çok sıkı okurların fikirlerini belli bir argüman etrafında organize edip yakalamaya çalıştığımız melez dilde metin üretemediklerini fark ettik. Yazı yazabilme konusunda akademik formasyon almış yazar bulmak zor. Çoğu insan öznel değer yargılarını ifade etmekle bir kitabı tanıttığını, okuduğunu düşünüyor. Oysa ki eleştirel düşünme ve disiplinlerarası bakış eleştirel metinleri okudukça ve yazdıkça da gelişen bir şey. İletişimde olduğumuz ve bize metin gönderen birçok yazara geri dönüşler yaptığımızda “Ben de bunu söylemek istemiştim ama nasıl yazacağımı bilememiştim,” diyor. Bu önemli. Benim açımdan Çocuk Yazını’nın belli oranda hedeflerine ulaştığını gösteren bir söylem bu. Bir ekol olma yolunda ilerleme. Benim hayalim bu bakış açısını ve yazma pratiğini ortaokul ve lise öğrencilerine de kazandırabilmek. Uzun vadede de okuma atölyelerini daha küçük yaş gruplarına açabilmek.

Engellilik, koku, futbol, teknoloji, kedi, doğa gibi dikkat çekici dosya konuları seçiyorsunuz. Bu konuları ve işlediğiniz kitapları seçerken bir kıstasınız oluyor mu?

Mümkün olduğunca farklı yayınevinden seçtiğimiz konuda okunabilecek metinleri yakalamaya çalışıyoruz. Özellikle işin içine girince bu alanda fark ettiğimiz en büyük handikap yayınevleri, yazarlar ve okurlar arasındaki “mahalle”leşme. Burada biraz daha Şerif Mardin literatürüyle kullanıyorum mahalle kavramını. Kim kime ne yazmış, nereye röportaj vermiş, neciymiş, ne paylaşmış, biz bunlarla ilgilenmiyoruz ancak yazar ve okurlar ilgileniyor. Her yayınevinin bir okur kitlesi var. Yazarlarının da fanları. Birbirlerini ya da başkalarını okumuyorlar. Oysa ki görüşünüzü hiç de yansıtmayan bir yayınevinden basılmış harika bir metinle karşılaşabilirsiniz ve bu metinler arası bir ortaklık kurulabilir. Biz hep önce metin dedik. Hâlâ birbirimizden öğrenebileceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum ve inanıyorum. Bu yüzden kıstasımız konu ve iyi metin oluyor.

Sizin de bir söyleşinizde belirttiğiniz gibi, çocuklar veya yetişkinler için yazılmış olan her metin temelinde ideolojik. Yazar “kendi” değerlerini okura aktarmaya çalışıyor. Öte yandan çocuk edebiyatı söz konusu olduğunda aileler de “kendi” değerlerini çocuklarının kitaplar yoluyla edinmesini sağlamak istiyor. Bu bir yandan bana anlaşılır bir refleks gibi geliyor. Bir yandan da biz yetişkinler dilediğimiz her bakış açısından metni okuyabilecekken çocukları “belli” kalıplara sokuyoruz, koruma refleksiyle onlara yeterince alan açmıyor muyuz diye de düşünmeden edemiyorum. Bu çıkmazdan çıkmak mümkün mü?

Bu konuda bir ideal olan var bir de gerçekler. Toplum yapısını, aile görüşlerini göz ardı edemeyiz. Bana da bu refleks anlaşılabilir geliyor. Bu yüzden bana “Çocuklarımız ne okumalı?” diye sorulduğunda “Önce siz okuyun bir metni ve çocuğunuzun beğenilerini tanıyın,” diyorum. Çocuk edebiyatı metinlerinin bir hap gibi kullanılmasına karşıyım ebeveynler tarafından. Üstelik çocuk da bunu anlıyor ve o metinleri okumuyor. Metinle arasında bir direnç oluşuyor. İdeal olandaysa ben küçük yaşta çocuk okurla mümkün olduğunca farklı metni buluşturma taraftarıyım. Bir müddet sonra çocuk kendisi farkları görmeye başlıyor. Nelerden hoşlandığını birlikte keşfetme olanağı da sunuyor bu tutum aslında ebeveyn ve çocuk arasında. Özellikle okul öncesi başlanan okuma serüveni bu açmazdan çıkabilmek için bir araç.

Çocuk edebiyatının estetik özerkliği mevzusunu çok önemsiyorsunuz. Peki ebeveynler ve belki öğretmenler için edebiyat metinlerinin estetik ve kurmaca değerini çocuklara fark ettirmelerine yarayacak ipuçları verebilir misiniz?

Öncelikle okuyup bitirdikten sonra metindeki olayları anlatmasını değil de bu metnin ne olduğunu kendince tanımlamasını isteyebilirler çocuktan. Çocuğun “Bu metin ne?” sorusuna vereceği cevap sizin için bir kilit işlevi görecek. Çünkü hem metinde neyin dikkatini çektiğini hem de kendi repertuarını ortaya koyan bir söylem olacak verdiği cevap. Öğretmen de ebeveyn de buradan ilerlerse hem çocuğun dikkatini ve ilgisini toplar hem de kendi ilgisini çeken konuda derinleşmesine alan açar. Yani şöyle bir okuma pratiği öneriyorum. Mesela çocukla popüler bir Külkedisi masalı okudunuz. Masal bittiğinde çocuğa “Sence bu masal ne?” diye sorun. Tanımlamaya teşvik etmeye çalışın. Bu tavır onun metin üzerine düşünmesini sağlayacak ilk adım. Üstelik ad koyma ve özdeşleşme yetilerini de geliştirecektir. Bir çocuk mesela sadece kadının güzelliğine takılabilir. Bir çocuk aile ilişkilerine. Bir çocuk oradaki sihre ve dönüşümlere. Bir başka çocuk ayakkabıya. Her biri başka bir okuma pratiğine imkân tanır. Oradan sorular sorarak hem çocuk okurun kendini özel hissetmesini sağlayabilirsiniz hem de o konuda daha da derinleşmesine fırsat tanırsınız. Eleştirel düşünmede konuyu sınırlandırmak önemlidir. Çünkü bir argüman çerçevesinde bir metne bakmak daha önce görmediğiniz ayrıntılara da o gözle bakmanızı sağlar. Güzelliği öne çıkaran çocukla güzellik meselesini konuşabilirsiniz. Ayakkabıya takılanla nesne ve insan ilişkisini. Sihre takılan çocukla gerçeklik tartışması açabilirsiniz. Bunlar sizin de o metne farklı açılardan bakmanızı sağlayacaktır. Üstelik çocuklar da arkadaşlarını dinledikçe bir metnin ne kadar farklı şekillerde okunabileceğini fark edecektir. Sonrasında metni güzel ya da sıkıcı kılan yanları sorabilirsiniz. Bu soruya alacağınız cevaplar da tartışmayı derinleştirecektir. Öyle sorular sormalısınız ki çocuk o metne neden güzel ya da sıkıcı dediğini fark etmeli. Kendisi fark etmeli üstelik. Bazen sıkıcı bulduğu metin bile üzerine konuştukça ilgi çekici hâle gelebilir çünkü. Tam da bu aşamadan sonra kurguyu konuşun derim ben. Her bir cevaba göre baştaki “nedir” sorusunun etrafında kurgunun nasıl şekillendiğine bakın. Birinde her karakterin güzelliğine, güzellik ve davranış ilişkisine, güzellik ve kıyafet tarzına bakın. Birinde metindeki nesnelere ve neye nasıl dönüştüklerine. Birinde metinde hiç yer almayan nesnelere bile bakabilirsiniz. Bazen bir şeyin “yokluğu” da birçok şey söyler.

Bir dönem -biraz da zorunluluktan- çocuk edebiyatı kategorisi altında çocuklara okutulan Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu ve hatta belki Gülten Dayıoğlu gibi yazarların yapıtlarının günümüz duyarlılıklarına aykırı ögeler içermesi sebebiyle özellikle aileler tarafından zaman zaman büyük bir tepkiyle karşılaşabildiğini görüyoruz. Sizce günümüzde bu tür metinlerle çocukların ilişkisi nasıl şekillendirilmeli?

Ben bu konuda iki farklı okur odağında düşünüyorum. Çocuk okur ebeveyn ya da öğretmen okur eşliğinde bu metinlere yerinde ve kışkırtıcı sorular sorulduğu takdirde hâlâ okuyabilir. Üstelik başka metinler okuduğunda bu metinler bir estetik ölçütüne dönüşebilir. Mesela Ömer Seyfettin’in metinleri çocuk okur düşünülerek yazılmış metinler olmasa da dönemi için sadeleştirilerek çocukların Türkçe metin okuma açığını kapatmaya çalışılmış metinler. Kemalettin Tuğcu ve Gülten Dayıoğlu’ndaysa çocuk okur aslında merkezde. Ama hangi çocuk okur? Yazıldığı dönemin çocuğu ve nasıl bir ihtiyacı karşılamak için yazıldığı önemli. Bu yazarların çocuk edebiyatının gelişimine katkısı bu açıdan yadsınamaz. İkinci okur içinse, yani daha çok alanda çalışan okuru kast ediyorum, bu metinler bizim edebiyatta Tanzimat dönemi edebiyatı ya da erken Cumhuriyet metinleri gibi çocuk edebiyatının ilk nüveleri olarak düşünülebilir. Böyle baktığınızda metinleri sosyolojik ve tarihsel bir okumaya açarsınız. Üstelik dil de sizin için bir kıstas olur. Çocuk edebiyatı ayrı bir disiplin olarak addedilebilir.

Çocuk Yazını’nın yeni dönemde farklı projeleri var mı?

Bir sürprizimiz var tabii. Çok kıymetli Melike Günyüz’ün teşviki ve desteğiyle Erdem Yayınları tarafından kasım ayında ilk kitabımız yayınlanacak inşallah. Ancak kitaptan önce yine kasım ayında başlamak üzere üç farklı atölye açıyoruz. Ayrıntılı bilgi ve detayları Instagram hesabımızdan öğrenebilir ilgilenenler. Kayıtlarımız sürüyor. İleriye dönükse içeriklerin seslendirildiği platformlarda yer almamız söz konusu. Farklı atölyeler ve okuma grupları da olacak. Bir de belgesel ve söyleşi dizisi projemiz var. Şimdilik bu kadar bahsedeyim.