İrem Uzunhasanoğlu

‘‘Dünyadasın. İşte bunun tedavisi yok.’’

S. Beckett

Postmodern ve Absürt Edebiyattan Yükselen Bir Ses

Samuel Beckett, İrlandalı bir yazar olmasına rağmen bu kimliğini yirmili yaşlarında bir kenara koyup kendine farklı bir ses bulmak için yola çıkar. 1920’lerin Paris’ine geldiğinde aradığı çoksesliliği bulur ve kendine bu bohem akımda bir yer edinir. Amerika’dan, İngiltere’den ve farklı Avrupa şehirlerinden sanatla ilgilenen binlerce yazar, ressam ve heykeltıraşın şehre akın ettiği ve sanat dünyasında kendilerine bir yer edinmeye çalıştıkları o dönemde, Beckett da James Joyce ile tanışır. Beckett, yirmi iki yaşındadır. James Joyce’un izini takip ederek “bilinenden bilinmeyene doğru” yaptığı seyahati sayesinde kendini sıfırdan yaratır ve daha sonra onu postmodernizmin öncüsü yapacak olan ilk eserlerini vermeye başlar.

Romancı, öykücü, şair ve akademisyenlik gibi bir çok alanda sivrilse de onu Beckett yapan en bilinen eseri Godot’yu Beklerken’dir. Bu oyun bir absürt tiyatro olmasına rağmen kısa zamanda klasikler arasına girmiş, minimalist düzeyde yazılmış bir eserdir. Avangart akımından sayılır. İlk şiiri “Whoroscope” Yeats’in dikkatini çeker, ilk romanı Murphy o kadar ses getirir ki bu yolda ilerlemeye devam eder ve bu başarıları 1969 yılında ona Nobel Edebiyat Ödülü’nü getirir.

Eserleri bazen sade ve minimalist, bazen fazlaca kötümser, bazen nihilizme yakın, bazen de paradokslarla doludur. Balzac döneminden kalmış olan “metni bol ayrıntıyla süsleme” tekniğine karşı çıkar ama kendi metinlerinde küçük ayrıntılara yer verir. Bu da onun karakterlerini (aynı zamanda kendini) varlığının özüne ulaştırır. Beckett, ünlü varoluşçulardan değildir ama Albert Camus’nun ünlü romanı Yabancı’daki “absürt/saçma” kavramını en iyi açıklayan yazarlardan biridir. Onun için anlaşılmaz ve akıl erdirilmez bir dünya vardır ve bu dünyaya umutsuzluk hakimdir ama o her şeye rağmen yaşamda kalma isteğini yazar. Bunu yazarken de elindeki tek silahı dilidir. Beckett metinlerine kendi gördüklerini, yaşadıklarını ve psikolojisini yansıtır. Onun karakterleri en az Kafka’nınkiler kadar absürt ve anlamsız bir dünyanın içinde yaşarlar. Dava’daki K’nın bir amacı varken Godot’yu Beklerken’deki Estragon amaçsızca var olmakta ve sadece başkası istediği için orada olduğunu düşündürtmektedir.

Metinleri ve diyalogları son derece basit olmasına rağmen algılanan anlaşılmazlık ve karışıklık Beckett’ın nev-i şahsına münhasır bir yazar olduğunu kanıtlar. Birçok yazar, dile ve sözcük haznesine daha çok hakim oldukları için eserlerini anadilde yazmayı önemser. Beckett ise onu bağlantılardan sıyırdığını düşündüğü ve hatta biçem zorunluluğundan kurtardığı için anadilinde değil de Fransızca yazmayı önemsiyordu. Gündelik dilde yazdığı, sade diyalogların karmaşık anlamlara gelmesi, onun kullandığı önemli tekniklerden biriydi.

Bu yüzden Fransızca yazmaya devam etti. Bazı kitapları aradan uzun yıllar geçtikten sonra kendi diline çevrildi. Hiçbir olayın olmadığı ama seyircinin gözlerini ayırmadan izlediği Godot’yu Beklerken oyunu da bunun örneğidir. Fransızca yazdığı eseri Paris’te sahnelenince Beckett daha da ünlendi. Bazı ülkelerde sertçe eleştirilse de genellikle çok sevildi, çok beğenildi.

İngiltere’de birkaç olumsuz yorum alırken Amerika’da çılgınlar gibi alkışlandı, altmışa yakın gösterim yapıldı.

Peki neydi oyunu bu kadar sevdiren ve nefret ettiren?

Oyunda Vladimir ve Estragon’un birbirleriyle iletişim kurmaya çalışmalarını izleriz. Bir yandan da hiçbir yere kımıldayamazlar çünkü Godot isimli birini/bir şeyi beklemektedirler. Oyunun başındaki sahnede Estaragon’un botlarını bile kendi başına çıkaramaması, diğerine olan muhtaçlığını gösterir. Oyunun geri kalanında ne zaman gitmek eyleminden bahsetseler bir türlü bunu gerçekleştiremezler. Estragon gitmek istediğinde Vladimir Godot’yu beklediklerini söyler ve bu cümle onlarca kez tekrar edilir. “Haydi artık gidelim,” dendiğinde ikisi de hareket etmez, sonuna doğru “Şansımız varken bir şeyler yapmalıyız,” derler fakat yine de herhangi bir eylem gerçekleştiremezler. Cümlelerin tekrar edilmesi ve oyunun ikinci perdesinin de birinci perdenin son cümleleriyle tamamlanması sonucu oyun kendini sonsuz bir kısır döngü içinde bulur. Beckett, bu oyunuyla insanlardaki özgür irade yoksunluğunu ve kendilerini başkalarının iradelerine bırakmak istemelerini sertçe eleştirir. Karar aldıktan sonra bir türlü eyleme geçemezler çünkü muhtaçlık bir yerde alışkanlığa da dönüşmüştür.

Echo’nun Kemikleri isimli uzun öyküsünde varoluşu, ölümü irdelemeye devam eden yazar, öyküsüne şu cümlelerle başlar: ‘‘Ölüler zor ölür, öteki dünyaya davetsiz girenlerdir onlar, buldukları yere yerleşmek zorundadırlar, çamurun içine inen kuyulara ve kapaklı deliklere, ta ki arazinin efendisi çok uzun süren bir kabul sürecinin ardından onlarla ilgilenme işini yükleninceye kadar.’’

Krapp’ın Son Bandı oyununu yazarken edebiyat hayatını etkileyecek bir epifani (aydınlanma) yaşar ve bunu şu cümle üzerinden okuruna iletir: “Hep bastırmaya çalıştığım karanlık, gerçekte benim en iyi dostumdu.”

Murphy romanını ise “Hep aynı dünyanın üzerinde ışıldıyordu güneş, başka seçeneği yoktu çünkü,” cümlesiyle açar.

Beckett, bunların yanı sıra, Sıradan Kadınlar DüşüOyun SonuMollyMalone Ölüyor gibi eserlerin de sahibidir. 1969’ta kendisine Nobel Edebiyat Ödülü verilme gerekçesi olarak “roman ve tiyatro alanlarında yarattığı yeni edebi şekil” gösterilir. “İngiliz misiniz?” diye sorulduğunda “Hayır, tam tersi,” diye cevaplamasına rağmen Nobel Ödül Töreni’ndeki konuşmasına İrlandalı kimliğiyle başlar ve “Eğer güçlü bir hayal gücünü, absürtlüğün içine yerleştirilmiş mantıkla karıştırırsanız ya bir paradoks elde edersiniz ya da bir İrlandalı,” der.

Beckett; eserlerinin yanı sıra yaşadığı fırtınalı ilişkileriyle, James Joyce’un kızı Lucia’nın ona duyduğu imkansız aşkla, Gestapo’dan kaçmak için Dünya Savaşı’nda Fransız direnişine katılışı ve hatta kuryelik yapmış olmasıyla ve göğsünden bıçaklanmasıyla da anılır.

Bize varoluşu anlatan, hayatı sorgulatan, gerçekliğin ne olduğunu gösteren, özgür iradeyi savunan, belleğin önemini anlatan bu İrlandalı adama pek çok şey borçluyuz. Ve son olarak kendi sözleriyle bitirelim.

“Yaşlanacak zamanımız var. Hava çığlıklarımızla dolu. Ama alışkanlık büyük bir uyuşturucu.” 

Arka Kapak dergisi 18. sayı