Mehmet Sait Şener

Mesina Limanı’ndan yola çıkmış ve Don Juan de Austria’nın liderliğindeki Kutsal İttifak donanmasının bir parçası olan La Marquesa adlı gemide ateşler içinde yatan 24 yaşında bir arkebüzcüdür Miguel de Cervantes. Aynı gemide bulunan kardeşiyle birlikte, hastalığına rağmen “Tanrı ve kral adına savaşarak ölme” arzusuyla güverteye çıkarak Türklerin saldırılarına göğüs geren ve tedavisi aylar sürecek olan yaralar alan bu İspanyol, Osmanlı’nın yenilmez olmadığının anlaşıldığı, “gurur ve kibrinin kırıldığı” İnebahtı Muharebesi’nin galiplerindendir. Bizerte, Korfu, Navarin seferlerinde Hristiyan aleminin baş düşmanı Türklere karşı savaşır ve 1575’te yolunu tuttuğu memleketine yanaşmak üzereyken yine bu düşmanın Garp ocakları koluna mensup korsanlara esir düşer. “Bağrında bunca korsanı koruyan, kollayan, barındıran bu tüm dünyaca meşhur diyarı gördüğümde gözyaşlarımı tutamadım,” diyeceği Cezayir’de esaret hayatı yaşar. 1580’de İstanbul’a götürülmesine ramak kala fidyesi ödenir, İspanya’ya döner.

Nihayetinde 16. yüzyılın en büyük galibiyetlerinden birine katılmış, kolu kötürüm olmuş, ardından düşmanın elinde tam beş yıl esaret çekmiş Cervantes’in memleketinden beklentileri büyüktür. İtalya’dan ayrılmadan önce İnebahtı fatihi Don Juan ile Sessa dükünden aldığı tavsiye mektuplarının orduda bir iş bulmasını sağlayacağını düşünür. Kastilya Meclisi’ne evraklarını teslim eder, fakat aldığı cevap olumsuzdur. Mektupların sahipleri de vefat etmiş, yardım dileneceği kimsesi kalmamıştır. Yine de bunca hizmet ettiği II. Felipe’nin kapısında bir şeyler bulma umuduyla o sıralar Portekiz tacını giymek için buraya seyahat eden kralının peşinden gider. Buradan yalnızca Oran’daki garnizona gidip geldiği kısa süreli bir iş koparır. Dönüşünde yine huzura çıkar, ama ona burada ekmek yoktur. Madrid’te kendini Galatea adlı eseri ile ilk tiyatro oyunlarını yazmaya verir, ancak bu süre zarfında da Yeni Dünya’da, Amerika kıtasında memur olarak bir iş bulma umuduyla çırpınıp durur. Bu kapı da kapanınca İngiltere’ye karşı sefere çıkacak olan donanma için iki yıl boyunca Sevilla’da erzak toplar, ancak bu kez de kilisenin mallarına el koyduğu için iki kere aforoz edilir. Sonraları topladığı vergileri yatırdığı banka batınca hapse girer ve burada, birkaç ay kaldığı Sevilla hapishanesinde Don Quijote’yi kurgular.

Cervantes, DQ’de kendini tarif ettiği gibi “şiirden çok talihsizlik konusunda tecrübelidir.” Sonuç olarak krala ve Hristiyan âlemine bunca hizmeti, Cezayir dönüşünde yeniden entegre olduğu İspanyol toplumunda Cervantes’e hemen hemen hiçbir fayda sağlamamıştır. Üstüne üstlük 1578’te İspanyollar Osmanlı ile ateşkes imzalayınca iki ülke arasındaki sular durulmuş, onun gibi askerlerin nezdindeki en büyük kahraman Don Juan de Austria aynı yıl vefat etmiştir. Cervantes bunun Hristiyan esirler için ne anlama geldiğini ilk tiyatro eseri Cezayir Muamelesi’nin bazı sahnelerinde ifade eder. Örneğin oyunun sonunda kimileri fidyeleri ödenince özgürlüğe kavuşurken, kimileri terk edilmişlik içinde talihsiz hayatlarına devam eder. Müslüman çocuklar Don Juan’ın öldüğünü söyleyip Hristiyan esirlerle dalga geçerler: “Juan sizi kurtarmak yok, yok kaçmak. Don Juan yok gelmek; siz burada ölecek, köpek, burada ölecek.” Esirler, II. Felipe’nin Lutherci Flamanlarla uğraşıyor olmasaydı bizzat geleceğini dile getirirler. Hatta Cervantes Saavedra’nın öteki-beni olan Sayavedra karakteri, eğer Felipe’nin huzuruna çıkma fırsatı bulursa ondan babasının izinden giderek Osmanlı’nın İspanyolları aşağılamasına izin vermemesini, yolunu bekleyen esirlere merhamet etmesini dileyeceğini söyler. Tüm bunlara rağmen Cervantes de yavaş yavaş gerçeklerin farkına varacaktır, zira “ihtiyatlı kral”ın Portekiz tahtına oturmak, Moriskolar ve Flamanları bastırmak gibi öncelikleri vardır. Günümüzde Keltiberlerin Romalılara direnmesini konu alan Cervantes’in tragedyası Numantia Kuşatması’nı II. Felipe’nin sürdürdüğü politikanın bir eleştirisi olarak okuyanların sayısı az değildir. Ayrıca Cervantes bu konuda yalnız da değildir; 16. yüzyılın sonlarına doğru tiran hükümdarlarla alakalı oyunların sayısı artmıştır. Hatta Gabriel Lobo Lasso de la Vega 1587’de yayımlanan Konstantinopolis’in Yıkılışı adlı eserinde zevküsefa ile vakit öldüren Bizans imparatorunun karşısına ordusunun başına geçmiş muzaffer bir kumandan olarak II. Mehmed’i koyar. Bu ve bunun gibi sahnelerin babası gibi savaşçı olamayan bürokrat kral Felipe’ye yöneltilmiş birer eleştiri oldukları aşikârdır. Tüm bu eserler yüzyılın dönemecinde V. Carlos’un İspanyası’nın güç ve ihtişamına erişemeyen İspanya’nın geleceği için duyulan kaygı ve hayıflanmalara yer verir.

Velhasıl Cervantes hayal kırıklığı yaşadığı memleketine eleştiri toplarını yöneltmekten geri durmamıştır, ancak bu eleştirilerin üstü örtük olmasının sebebi her şeyden önce daha evvel Müslümanlar arasında yaşamış biri olarak Engizisyon’un gözlerinin üzerinde olmasıdır. Yine de, tiyatro eserleri dahil, DQ hiciv doludur. Bilhassa DQ’nin zayıf ve tecrübesiz bir kral olan III. Felipe’nin tahta geçtiği ve açgözlü saray eşrafının ülkeyi istikrarsızlığa sürüklediği bir dönemde yazıldığı unutulmamalıdır. Don Quijote’nin serüvenlere atılma sebebi adaleti temin etmektir. Burada mahzun çehreli şövalyenin kırbaçlanan çocuk için araya girmesi, forsaları özgürlüğe kavuşturması gibi sahnelerin içerdiği ve her okurun eseri bu arka plana oturtarak okuduğunda fark edeceği toplumsal eleştiriyi bir kenara bırakarak tek bir konuya değinmek istiyorum.

DQ’nin ikinci kitabının başında Don Quijote köyüne dönmüş, tedavi görmektedir. Rahip ve berber asilzadeyi lafa tuttuklarında aklının yerine geldiği düşüncesine varırlar. Söylenenlere gayet mantıklı cevaplar vermektedir. Ne zaman ki Osmanlı donanmasının nereye saldıracağı konusu açılır, Don Quijote şakımaya başlar. Söylenenlere göre kral savunmaya yönelik birkaç önlem almıştır, ancak ona göre asıl yapılması gereken başkadır: Gezgin şövalyeleri toplayıp Türklerin üzerine salmak. Evet, 17. yüzyılın başlarında Katolik İspanya’yı Türklere karşı hakkıyla savunacak yalnızca “İspanya’da dolaşan gezgin şövalyeler” kalmıştır: “Tanrı halkını koruyacak ve geçmişteki gezgin şövalyeler kadar mükemmel olmasa bile, en azından cesareti onlardan aşağı kalmayan birini temin edecektir. Tanrı beni anlıyor, başka da bir şey demiyorum.”

Tanrı’nın Türklere karşı İspanyolları koruyacağı bu kişi şüphesiz Don Quijote’dir, en azından bu yola baş koymuştur o. “Gezgin şövalye olarak öleceğim ben; Türk ne zaman isterse ve beraberinde ne kadar güçle inerse insin yahut çıksın, tekrarlıyorum, Tanrı beni anlıyor.” Pekâlâ Cervantes’in Don Quijote gibi yaşı elliye yakın bir taşra asilzadesini ülkeyi ve hatta Hristiyan dünyasını kurtaracak kişi olarak seçmesi manidar değil midir? Burada bir istihza, hatta sert bir eleştiri yok mudur? Diğer yandan “artık tembelliğin çalışkanlıktan, aylaklığın çalışmaktan, kötülüğün iyilikten, kibrin yiğitlikten” yeğ hâle geldiği bir çağda böyle erdemli bir şövalyenin gördüğü muamele bu eleştirinin bir parçası değil midir? Her şeyi bunca berraklığıyla görebilen Don Quijote’ye deli demek deliliktir, zira “sapkın”lara karşı yapılan ve ülkeyi tekrar tekrar iflasa sürükleyen savaşların aksine asıl ve yegâne savaş, Amadis’ten Tirant’a kadar her Hristiyan şövalyenin yaptığı gibi “kâfir”e karşı yapılan savaştır. Adaletin sağlanabilmesi için İspanya’nın hemen karşı kıyısında, Kuzey Afrika’da esir hayatı süren Hristiyanların zalimlerin elinden kurtarılması gerekir. Cezayir MuamelesiCezayir ZindanlarıYüce Sultan gibi eserlerinde buna dikkat çeker Cervantes. Cömert Âşık, Numantia Kuşatması, GalateaPersiles ile Sigismunda’nın Çektikleri gibi eserlerinde hep bu esaret ve özgürlük konularına değinir. Cervantes’in hayatını, yaşadığı dönemi ve DQ’den önce ve sonra yazdıklarını göz önünde bulundurarak DQ’ye ve adalet timsali başkahramanı mahzun çehreli şövalyeye bir de bu yönden yaklaşmak gerekir. 

Arka Kapak dergisi 34. sayı