Kemal Varol

Mustafa Orman’ın ilk öykü kitabı Derdin İncinmesin, hemen girişte yer alan hayli hüzünlü ithafından öyküler arasında kurulan etkileyici bağlara, dilinden kurgusuna, derdinden kısmen beliren neşesine kadar dikkat çekici bir ilk kitap. Hatta belki de fazla beklemiş bir ilk kitap denebilir Derdin İncinmesin için. Daha en başında kusurunu geride bırakmış, etki kaynaklarından sıyrılmış, giderek kendi özgünlüğünü yakalamış bir kitapla karşı karşıyayız çünkü.

Derdin İncinmesin, her ne kadar okuru gülümseten iki cümleyle açılıp kapansa da, kitaptaki öykülerin tamamında kederli öyküler var. Mustafa Orman, kendi kuşağından pek çok öykücü gibi kederle sarmalanmış bireye dikkat kesiliyor öykülerinde. Ama onun anlattığı bu birey, diğerlerinden kısmen farklı. Amaçsızca sokaklarda dolaşan, kendi varlığını anlamlandırmaya çalışan, küçük dertleri olan bireyler yok onun öykülerinde. Yara almış, sakatlanmış, dert yüklenmiş bireylere odaklanıyor yazar. Orman’ın öykülerindeki bireyler sadece kendileriyle değil, dışarının (çoğunlukla da devletin, babanın ya da türlü otorite mekanizmalarının) baskısına maruz kalmış, yaşanan toplumsal travmaların izlerini bedenlerinde taşıyan bireyler. Bu acı hikâyeler onun öykülerinde ısrarla dile gelmek, söz almak istiyor. Bazen sözü edilen tahakküm mekanizmaları iç içe geçiyor öykülerde. Baba, “ayaklı bir devlete” dönüşüyor örneğin. Güvercinler, çocuğun yerini alıyor sanki. Bireye de bütün olan bitenleri hatırlamak, bu koca yüke katlanmak kalıyor çoğu yerde.

Mustafa Orman
Derdin İncinmesin
Everest Yayınları

Mustafa Orman’ın öykülerinde, taşınması güç bir yük, çekilmesi gereken bir derdin kaynağı olarak hafıza önemli bir yer tutuyor. Gelecek tasarımı nerdeyse hiç yok öykülerinde; geçmişin ağırlığı var. Geçmiş denen yük de öykü kahramanlarının bugününü yutmakla meşgul çoğunlukla. Hepsi birer birer konuşmaya başlıyor. Arabistan’dan gönderilen mektup-kasetler, yakılan yıkılan köyler, gözaltında kaybedilmiş bir babadan geriye kalan palto, bir asker dipçiğinin rahatlattığı diş ağrısı, bileğinden öpülmüş güvercinler, büyük sırlar taşıyan günlükler; fazlalıklarından kurtulmak isteyen erkekler, sırrını bir taşa bağlamış kadınlar, yaslı anneler, sakatlanmış çocuklar söz alıyor yazarın öykülerinde. Kapılar sürekli gıcırdayarak açılıyor. Gökyüzü hep gri. Silah sesleri hiç eksik olmuyor. Sözler, kahramanların ağzından adeta kerpetenle çıkıyor. Öykü kahramanları (örneğin Kamuran) güç bela konuştuklarında ise paragraf paragraf susmak kalıyor bize.

Derdin İncinmesin’de yaslı bir hava varsa, bu durum sadece kitaptaki kederli öykülerden kaynaklanmıyor kanımca. Kitabın son öyküsü hafif bir tebessümle sona erse bile, okurunu acıyla sarmalanmış bir öykü dünyasına çekiyor. Giderek kederli bir dil tutturuyor bu öykülerin anlatıcısı. Okurunu da kendi derdine ortak ediyor. “Baba” demiyor örneğin anlatıcı; “yüksek sesle konuşmanın, gülmenin, bağırmanın kahramanı.” diyor baba için. “Anne“ demiyor; “babamın yanında gerilmiş yayın titrekliği” diyor. “Dalgın” demiyor örneğin; “dünyaya dalgın bakan, dargındır da” diyor. Böylece, kendine has bir söyleyişe doğru ilerliyor yazar. Kısmen şiiri anımsatan, sanki başka bir dilden el alan, onun söyleyiş imkânlarını kendi metnine taşıyan bir dille çatıyor öyküsünü. Bu yanıyla da Derdin İncinmesin’in hayli etkileyici olduğunu söylemek gerek.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 8.sayısında yayınlanmıştır.