İdris Mahfi

İkinci Meşrutiyet sonrası bir grup genç yazar edebiyata yeni bir soluk, yeni bir bakış açısı getirme düşüncesiyle Hilal gazetesi matbaasında bir araya gelip Fecr-i Âti adıyla bir topluluğun oluşumuna imza atarlar. “Sanat şahsî ve muhteremdir” düsturuyla yola çıkan bu edebî topluluğun, roman ve hikâye alanındaki isimleri Refik Halid, Yakup Kadri, İzzet Melih ve Cemil Süleyman’dır. Ancak ürün ortaya koyma bakımından topluluğun faaliyet döneminde bu sahanın lokomotifi olarak Cemil Süleyman’ın öne çıktığını görürüz.

Henüz yirmi iki yaşında genç bir doktor olan Cemil Süleyman, babasının sürgüne uğraması sebebiyle çocukluk ve ilk gençliğini Arabistan coğrafyasında geçirmiş, İstanbul’a dönebildiği 1905 yılından itibaren tıp eğitiminin yanı sıra kısa hikâyeleriyle de edebiyat sahasında boy göstermeye başlamıştır. Fecr-i Âti topluluğunda yer almasıyla 1905 sonrası son derece üretken bir yazar olarak öyküleri ve tefrika romanlarıyla ses getirmeye başlar. Nitekim Fecr-i Âti kütüphanesince basılması düşünelen ve reklamı yapılan onlarca eser içerisinde basılabilen beş eserden ikisi Cemil Süleyman’ın imzasıyladır. Yayımlanması ve tefrikası oldukça tuhaf bir macera olan İnhizam adlı romanı Servte-i Fünun dergisinde tefrika olarak yayımlanırken, Tanin gazetesinde de oldukça ses getirecek bir roman tefrikasına daha başlar Cemil Süleyman: Siyah Gözler.

Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı olarak Mehmet Rauf’un Eylül’ü görünür genel olarak. Onu takip eden, hatta psikolojik roman türünü her yanı ile ele aldığımızda Eylül’ü de aşan bir roman olarak Siyah Gözler, tefrika edildiği ve kitaplaştığı dönemde oldukça alâka görmesine rağmen, belki Cemil Süleyman’ın edebiyat dünyasından uzun bir müddet uzak kalmış olması, tekrar yazı hayatına döndüğünde de Siyah Gözler’in, o dönemin yayıncılarınca “popüler roman” olarak telakkî edilip benzerlerinin talep edilmesinden duyduğu rahatsızlık sebebi ile uzun müddet Latin harflerine aktarılmamış, “saklı kitaplar”ın unutulmuşluğuna terkedilmiştir.

Siyah Gözler, kitabın sonundaki nottan anladığımıza göre, 1910 senesi Temmuz’unda tamamlanmış ve aynı yılın 17 Ekim’inde Tanin gazetesinde tefrika edilmeye başlamıştır. Aralıklı olarak üç bölüm halinde yayınlandıktan sonra 4-5 ay kadar ses soluk çıkmaz bu tefrikadan. Ancak gazete yönetiminin ifadesiyle “okurlardan gelen yoğun talep üzerine” 1911 senesi Nisan ayında yeniden tefrikaya başlanır ve 29 bölüm hâlinde tamamı yayınlanır ve kitap hâlinde de basılır. Siyah Gözler, yazarımızın tamamlayabildiği tek romanı olmasının yanı sıra, psikolojik roman türüne getirdiği yeni yaklaşımlarla da dikkat çekicidir.


Siyah Gözler
Cemil Süleyman
İş Bankası Kültür Yayınları

Cemil Süleyman’ın hikâyelerinde ve yarım kalmış romanlarında genel olarak kadın ve aşk temanın merkezinde yer alır. Ancak Siyah Gözler, belki kendisine kadar ele alınmamış bir şekilde, bir kadının iç dünyasının sesi olmasıyla yeni bir çizgiye doğru uzanır. Eh, bu sesi kelimelere döken bir erkek yazar olunca elbette eser daha başka bir anlam kazanmaktadır. Cemil Süleyman, derin ve karmaşık bir olay örgüsü kurmaz romanında. Tema basittir, otuz yaşlarında dul bir genç kadının, kendinden epey küçük bir delikanlıya karşı yaşadığı aşk ve toplumun yadırgayacağı bu ilişki sürecinde iç dünyasındaki hesaplaşmaları. Zamanla doğan kıskançlık ve onun getirdiği krizlerin Genç Kadın’ın psikolojisinde yarattığı kırılmalar, toplumca kabul görmüş ahlak kurallarının getirdiği baskının üzerine binince, karşımıza “fâcia” diyebileceğimiz orijinal bir roman çerçevesi çıkarır.

Cemil Süleyman, romanı sadece iki kahraman üzerinden kurguluyor ama baskın karakter, olayları gözünden görüp iç dünyasındaki hesaplaşmalara şahit olduğumuz Genç Kadın. Alışılmışın dışında iki kahramanın da adı yok zaten, Genç Kadın ve Delikanlı olarak geçiyor roman boyunca. Genç Kadın’ın neredeyse hastalıklı diyebileceğimiz bir tutukuyla bağlanıp âşık olduğu Delikanlı ise oldukça pasif bir figür. Yazarımız, Delikanlı’nın iç dünyasına hiç değinmiyor. Âdetâ Genç Kadın’ın sadece muhayyilesinde yer almış bir sûret olarak geçiyor her sahneden. Cemil Süleyman, kadının aşkını tutkuyla yaşarken önce toplumun dayattığı genel ahlak kurallarının, bu vicdan hesaplaşması ile boğuşurken içine düştüğü kıskançlık krizlerinin iç dünyasında yarattığı gel-gitleri fevkalade bir şekilde tasvir ediyor. Bunu yaparken de herhangi bir ahlaki çıkarımda bulunmuyor. Sadece kahramanının psikolojik değişimlerini, yaşadığı duyguların yoğunluğunu bir erkek yazardan beklenmeyecek bir derinlikle nakış nakış işliyor satırlarında. Ve roman boyunca dokuduğu tüm duygu çalkantılarının kahramanı Genç Kadın’da nasıl bir sürpriz sonla noktalandığını görmek de bizi hayal ile gerçek arasındaki ince çizgi üzerinde buruk bir tefekküre sürüklüyor. 

Arka Kapak dergisi 31. sayı