İsa Karaaslan

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabı hakkında, Türkçenin en büyük zaferlerinden biridir yorumunu yapsak abartmış olmayız. Enis Batur’la bir sohbetimizde Tanpınar’ın Beş Şehir’i zorlanarak yazdığını itiraf ettiğini söylediğimde “Kendine haksızlık etmiş” demişti. Her iyi kitaptan sonra geriye dönme hissi uyanıyor bende. Tanpınar’ın Beş Şehir kitabı da geriye dönme hissini uyandıran kitaplardan. Hal böyle olunca Tanpınar’ın izinden giderek yazılan bir kitaba karşı beklentileriniz büyük oluyor; bu, yabancı bir yazar tarafından kaleme alınmış olsa bile. Türk okurundan özür dileyerek başlıyor Manguel kitabına; tarihçi, sosyolog ve şair olmadığı için. Yine de yetkin bir sosyolog ve tarihçi edasıyla cesurca konuşabiliyor; Türk toplumu ve Türk kültürü hakkında. Bir tek şair olamıyor Manguel kitabı yazarken. Bizdeki ‘özrü kabahatinden büyük’ deyimi herhalde böyle durumlar için kullanılıyor olsa gerek. Manguel’in bağlam dışına çıkıp her şehirde Gezi Parkı olaylarına güzelleme yapması ve iktidar eleştirilerinde bulunması, kitabı Tanpınar’ın estetik ve edebi anlayışından oldukça uzaklaştırıyor. Kitabın Konya bahsinde Şems’in kabrine gidiyor Manguel ve şu izlenimleri aktarıyor okura, “Bir adam içeri giriyor, eşiği öpüyor. Şems’e dua okuduktan sonra, geri geri çıkıyor ki kabre sırtını dönerek saygısızlık ediyor görünmesin.” Buraya kadar her şey normal, devam ediyor Manguel, “Bana İslami inançta kabir ibadetine izin verilmediği söylendi; sadece Türkiye’de yaygın.”(s.75) Türkiye’de kabirlere ibadet edildiğini (tapıldığını) de öğrenmiş oluyoruz böylelikle Manguel’den. Üsküdar için, “Çok muhafazakâr, dindar bir yer: Sokağa boydan boya Kuran ayetleri yazılı pankartlar asılı, hoparlörlerden Kuran okunuyor.” Kuran’dan kastı sanıyoruz ki ezan Manguel’in. Müslümanların inandığı Tanrı hakkında şu yorumları yapıyor Manguel, “Bense, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ama öte yandan moda (başörtüsü ve eteklerin boyu) ve gastronomi (neyi yemeli, neyi yememeli) gibi önemsiz dünyevi şeylerle ilgilenen ve O’na ilişkin aptalca şakalardan alınan bir Tanrı’ya inancı acayip buluyorum.”(s.18) Liselerde Osmanlıcanın seçmeli ders olarak okutulmasını, artık “eski imparatorluk günlerinde olduğu gibi öğrencilerin dillerini Osmanlıca
yazıyla öğrenecekler…”(s.21) şeklinde algılıyor ve bunun “dinsel dogmatizm” kokusu yaydığını iddia ederek olaya taraflı yaklaşıyor. Bu haliyle kitap, sanki oryantalist bakış açısına sahip İslam karşıtı birine sipariş üzerine yazdırılmış gibi sıkıcı bir bildiri metninden öteye geçemiyor.

Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir
Alberto Manguel
Yapı Kredi Yayınları

Önemli mimarlarımızdan Turgut Cansever, İslam’da Şehir ve Mimari isimli kitabında şehrin; insanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en önemli, en büyük fizikî ürün ve insan hayatını yönelten, çerçeveleyen yapılar olduğunu söylüyordu. Yine Cansever’e göre şehir tasavvuruna biçim veren tercihleri insan ve toplumlar, inançlarından, dinlerinden hareket ederek belirliyordu. Kültürümüz ve insanımız hakkında çok önemli fikirler veren söz konusu ‘Beş Şehir’ hakkında konuşurken ya da bir yapıt ortaya koyarken Cansever’in belirttiği hususları göz ardı etmek bir bakıma kültürel bir cinayettir. Manguel’in yapmaya kalkıştığı tam olarak bu. Ahmet Haşim Frankfurt Seyahatnamesi isimli kitabının ‘Harikulâde Mukaddime’ isimli giriş yazısında insanın seyahate çıkma sebebinin etrafında sürekli görüp bıktığı şeylerin alelâdeliğinden kurtulabilmek olduğunu söyler; ona göre seyahat “Harikulâdelikler avı”dır. Seyyahı, harikulâdelikler avına çıkan geçici bir şaire benzetir Haşim. Tanpınar’ın Beş Şehir’inin bize tanıdık gelen tarafı, kitabı yaratıcı muhayyilesiyle yazmış olmasıydı. Evet, şair olmadığı için özür diliyordu Manguel, fakat “geçici” bir şair bakışıyla ön yargılarından kurtulup etrafındaki-belleğindeki alelâdeliklerden Tanpınar’ın metnine yaklaşabileceği bir “harikulâdelik” çıkarabilirdi.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 7.sayısında yayınlanmıştır.