Sezgül Karcıoğlu

“Bir şehrin silueti bir insan profili gibi hatta ondan çok daha fazla ölçüde bilgi verir ve izlenim uyandırır. Şehrin dokusu ise yüzlerdeki çizgiler, vücut hatları ve hatta alışılmış davranışlar gibi, o şehri kuranlar ve o şehirde yaşayanlar hakkında ipuçları verir.”

Sadettin Ökten

Şehirler, kentsel mekânlar ve meydanların varlık ve oluşumları, o mekânda yaşayan kişilerin dünya görüşü ve hayat tarzlarıyla doğrudan ilişkilidir. Hasan Taşçı’nın, 2012 yılında tamamladığı “Kent Meydanı Kent Kimliği İlişkisi; Üsküdar Meydanı Örneği” doktora tezinden uyarlanan bu kitapta, şehir-mekân ve meydan ilişkisi detaylıca ele alınıyor. Kaknüs Yayınları’ndan çıkan kitap, “Bir Hayat Tarzı olarak Şehir, Mekân, Meydan” olarak isimlendirilmiş, kapağında ise Floransa’daki Signoria Meydanı fotoğrafı yer almakta.


Bir Hayat Tarzı Olarak Şehir, Mekan, Meydan
Hasan Taşçı
Kaknüs Yayınları

Çalışma, iki bölüme ayrılmış. İlk bölümde, şehir ve mekâna dair kavramsal çerçeve ele alınıyor. Şehir nedir sorusuna cevap aranırken, tarihi, coğrafi, sosyolojik, kültürel açıdan çeşitli tanımlara yer veriliyor. İlk şehirlerin, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Adem ve çocukları tarafından kurulduğundan bahsederek, Habil ve Kabil mücadelesi ve ölüm-hayat dengesiyle şehir ayrı bir perspektifle yorumlanıyor. Kitabın ilerleyen satırlarında şehrin insanla ilişkisi üzerinden, şehirli-kentli-kırsallı ayrımı yapılıyor. Şehir halkından olana ve şehirde yaşayanlara şehirli ya da kentli deniliyor.

Turgut Cansever, Eflatun’dan alıntılayarak insanın en büyük erdeminin şehir kurmak olduğunu belirtmiştir. Kentli bireye erdem yükleyerek kentli ve kırsallı ayrımını yapmıştır. İbn Haldun ise, şehirli kavramına mekânsal olmanın yanında yaşayış biçimine göre anlam yükleyerek, şehirliyi şehirde geniş ve mükemmel bir surette medeni yaşayan diye tanımlamıştır. Farabi ise, insan topluluklarını kâmil ve eksik olmak üzere ikiye, kâmil topluluğu ise büyük, orta ve küçük olarak üçe ayırmıştır. Farabi’ye göre büyük topluluk yeryüzündeki bütün insanlardan ibarettir. Ortancası, yeryüzünün milletleri, küçüğü ise bir milletin topraklarında oturan şehir halkıdır. Şehirden hemen sonra mekân ve kamusal mekân kavramları üzerinde durulmuştur.

İkinci bölümde, şehrin ilk mekânı olan meydanların tarihsel gelişimi, fiziki unsurları, mekânsal kullanımı, dönüşümü ve değişimi açıklanıyor. Meydanlar, Yunan öncesi, Roma Dönemi, Sanayi Devrimi Öncesi ve Sonrası, İslam Geleneğindeki Hali, Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri ve son olarak Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki şekli ile ele alınıyor. Bu kısımda kitap fotoğraflarla da desteklenmekte… Batıda meydan baskın bir konumda iken, Batı dışı şehirlerde meydanın bu kadar baskın konumda olmadığını görüyoruz. Paris’in kentsel dönüşümünde, planlamanın meydanlar üzerine yapılması ve her sokağın bir meydana çıkması meydanların Batıdaki etkisine örnek sayılabilir. İslam geleneğinde ise şehir ve meydan kavramlarını anlayabilmek için İslam medeniyetinin nasıl bir dünya tasavvur ettiğini ve şehre bakışını incelemek gerekir. İslam şehirlerinde özel hayatın gizliliği ve mahremiyet esas alındığından, şehirde sokaklar meydana nazaran daha önemli konumda. İmajdan çok işlevselliğin öncelendiği İslam şehirlerinde, cami avluları meydan olarak kullanılıyor.

Son olarak ise, meydanların temel fonksiyonları sıralanıyor ve dünya genelindeki çeşitli meydanlar örneklendiriliyor. Moskova’daki Kızıl Meydan, Arjantin’deki Mayo Meydanı, İran’daki Özgürlük Meydanı, İstanbul’dan ise Taksim ve Beyazıt Meydanları hakkında bilgilere yer veriliyor. Kitapta, dipnot ve kaynakçanın kullanılması, referans kaynaklara ulaşma açısından da kolaylık sağlıyor. Sonuç kısmına yer vermeyen çalışma, şehir literatürüne şehir-mekân ve meydan üzerine önemli bir katkı sağlıyor.

“Hiç kimseye ait olmayan bir kentte insanlar sürekli olarak kendilerinden, hayat hikâyelerinden bir iz bırakmaya çalışır.”

Richard Sennett

Arka Kapak dergisi 15. sayı