Volkan Alıcı

Latin Amerika’da, “yoksulluğunu örtemeyen dağlar ve güzel kırlarla çevrili” küçük bir taşra kasabasında, sabah ayininde, topal ve sağır genç bir kadın, Peder Antonio’ya bir mukavva bir kutu getirir ve Susanna’nın yolladığını söyler. Peder bir anlam veremez buna, Susanna ismi ona tanıdık gelmekle birlikte anımsayamaz; fakat içinden dışkı kokularının yükseldiği bu kutudan çıkan pislik içindeki kâğıt parçalarıyla baş başa kalınca, insanlığın alçaldığı uzak bir köşeden yükselen çığlıklar hayatının seyrini değişecektir.

Peder Antonio, bu kâğıt parçalarının bir günlük olduğunu anlar ve onları bir tarih sırasına göre dizip temize çekmeye çalışır. Görülür ki, günlüğün yazarı olan Susanna, bir işkence merkezinde olağanüstü zor koşullarda bu günlüğü tutmuş, bulabildiği kâğıt parçalarına yaşadıklarını yazıp dışarıya ulaştırabilmiştir. Susanna’nın hikâyesi, Latin Amerika ülkelerinde işkence edilip öldürülen, gözaltında kaybedilen on binlerce siyasi muhalifin yaşadıklarının bir örneğidir. Ailesiyle birlikte yaşadığı ev basılır, gözaltına alınır ve bir daha da kendisinden haber alınamaz.

Biz, gözaltında kaybedilen, bir mezarı bile olmayan yüz binlerce muhalifin olduğunu biliriz; belki onların hikâyelerini de bir yerlerden duymuş, okumuşuzdur. Omar Rivabella ise bu kitapta farklı bir kurgu dener; işkencede öldürülüp bir kimsesizler mezarlığına gömülecek ya da bir uçaktan okyanusa atılacak bir kadının tuttuğu günlükle, “kaybedilen” bir kişinin tutsak olduğu günlerde neler yaşadığını bize anlatır. 

“Yoksullara yiyecek vermek yıkıcılıktı”
Yeri gelmişken söyleyelim, Omar Rivabella, ABD’de yaşayan Arjantinli bir yazar ve insan hakları savunucusu. Askeri darbelerle dolu Latin Amerika tarihinin insanlık dışı bastırma ve yok etme yöntemlerinin tüm kıtaya çektirdiği acıların bir örneğini çok başarılı bir kurguyla ortaya seren kitabın, Bir Kadının Ruhuna Ağıt‘ın da yazarı…

Roman, paralel kurguyla ilerler: Peder Antonio günlüğü temize çekerken aynı zamanda kendi günlüğünü de tutmaya başlar. Günlerce süren yorucu çalışmalar sonucu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan günlükle birlikte Antonio’nun yaşadığı buhrana, geçirdiği değişimlere de tanık oluruz. Giriştiği işin etkisiyle günlük görevlerine eski özeni göstermez örneğin; askeri cuntanın muhaliflere ve yoksullara dayattığı siyasi-toplumsal düzene her geçen gün daha sert tepki göstermeye başlar – bu, vaazlarına da yansır. Kocası ve oğlu askerlerce öldürülen bir kadınla kurduğu arkadaşlık da artık izlenmesine, gözetim altına tutulmasına neden olacaktır.

Romanın dikkat çekici bir yanı, ülke ismi verilmemesi… Romanın hangi ülkede geçtiğini bilmiyoruz. Rivabella bu tercihiyle, “tipik olan”ın inşasına yönelmiş. Yani olaylar somut bir yerde somut karakterlerin başından geçiyor; ama bu karakter ve mekân tüm Latin Amerika’yı temsil ediyor. Bir Latin Amerika gerçekliğinin tanıklığını yapıyor Rivabella. Bu edebi tutumun tarihsel bir referansı da var:

Guatemela’da 1966’da başlayan kaybetme operasyonları, askeri yönetimin işbaşına geldiği 1969’dan başlayarak artar, 38 binden fazla insan kaybedilir. Şili’de 1973’teki askeri darbenin başlangıcından 1983 yılına kadar gözaltında kaybedilenlerin sayısı 1600 ile 2500 arasındadır. Arjantin’de askeri cuntanın yönetimde olduğu 1976-83 yılları arasında 30 binden fazla insan, Ulusal Güvenlik Doktrini sonucu kaybedilir. Darbeden hemen sonra General Videla, amaçlarının yalnızca “barış” ve “huzur” olduğunu açıklar. “Arjantin’de barışı tesis etmek için ölmesi gereken herkes ölecektir” der. 1978’de bir İngiliz gazeteciye, bu “herkes”in kim olduğunu açıklar: “Terörist sadece silah ve bomba taşıyan kişi değildir. Batı ve Hıristiyan uygarlığına ters düşen fikirleri yayanlar da teröristtir.” Ama Buenos Aires askeri valisi General İberico Saint Jean daha açık sözlüdür: “Önce yıkıcıları yok edeceğiz, sonra işbirlikçilerini, sonra… sempatizanlarını, sonra… kayıtsız kalanları, sonra zaaf içinde olanları…”

İşte Susanna ve nişanlısı Nestor da bu tarif edilen kategoriden iki gençtir. Politik eylemci değillerdir; yalnızca yoksul mahallelerde hastaneye gidecek parası olmayan insanlara sağlık yardımı ve yiyecek götürmek için sivil bir oluşum kuran gençlerdir. Ama “yoksullara yiyecek vermek yıkıcı olmaktı. Çocukları kaybolan annelerle yürümek, devlet düşmanlarını desteklemekti.” Susanna’ya işkence yapan subaylardan biri, “demokrasinin temellerini mayınlamaya çalışan anarşist terörizmin bir piyonu olduğu için” işkence altında olduğunu söyler Susanna’ya.

Kafka, Oskar Pollak’a 1904’te yazdığı bir mektupta şöyle der: ” Okuduğumuz kitap bir yumruk gibi tepemize inip bizi uyandırmadıktan sonra neye yarar? … Bir kitap içimizdeki donmuş denizin buzlarını kırıp parçalayacak bir balta olmalıdır.”

“Bir Kadının Ruhuna Ağıt”, işte bu “balta”lardan biridir.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Bir Kadının Ruhuna Ağıt – Omar Rivabella,
Doruk Yayınları, 2009