İsa Karaaslan

Tarih yazıcılığının önemli bir parçası olan biyografi en eski edebi türlerdendir. Edebiyat tarihine mâl olmuş yazarların biyografileri, okur tarafından kimi zaman eserlerine gösterilen ilginin ötesinde değer görmüştür. Sanat eserinin varlık sebebi, yazarın kendisi olduğundan edebi eserlerin yazarın hayatı ve kişiliği göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi edebiyat eleştirisinde yaygınlık kazanmış yöntemlerin başında gelir. Rene Wellek, biyografinin edebî eserin meydana gelişini aydınlatmasıyla ilişkili olması bakımından değerlendirilebileceğini söyler. Bununla birlikte ona göre biyografi, şair psikolojisi ve şiirsel süreçle ilgili sistematik bir incelemeye malzeme sağlayan bir çalışma olarak düşünülebilir. Biyografinin kişiye veya yazara dönük dikkat ve ilgisi, dikkat merkezini eserin odağından alarak yazara yönelteceğinden esere dönük edebi eleştiri bakımından sağlıklı bir yol olarak kabul edilmez, sanatçının yazma sürecine yönelik, “sanatkârane yaratma psikolojisi” için bir malzeme sağlayabilir. Bu hususlar göz önüne alındığında yazarın biyografisi üzerine yoğunlaşmak birtakım magazinel ilgilerin ötesinde okura-genç yazarlara önemli edinimler sağlayacaktır.

Şair ve yazar biyografilerinde sıkça düşülen hata, eserdeki kahramanların yazarın-şairin kendi “ben”i ile özdeşleştirilmesidir. Edebi eser, şairin kişiliğinden izler taşısa da, nihayet bir yaratmanın ürünüdür, bu bakımdan eserdeki imgelerin, kahramanların özelliklerinin doğrudan şair ve yazarlara atfedilmesi edebi eleştiri açısından sağlıklı bir yöntem olarak kabul edilemez. Yine Wellek’e göre edebi eser biyografik olarak bilinen unsurları içerdiği zaman bile, bu unsurlar eserde yeni bir düzen içinde bambaşka bir dönüşüme uğratılır ve özel şahsi anlamlarını kaybederler, bu sebeple denilebilir ki sanat eseri hiçbir zaman biyografi için bir belge niteliği taşımaz. Sanatçıların eserleri değerlendirilirken dikkat edilmesi gereken husus, sanat eserinin hiçbir zaman biyografiye kaynak teşkil edemeyeceğidir. Bu durumda biyografi ve sanat birlikteliğinin at başı değerlendirilmesi yanlış bir tutum olacaktır. Eliot da bunun farkındadır ki ölümünden sonra kendi biyografisinin yazılması fikrine karşı çıkar. Eliot’a göre şiirin ham maddesi duygudur. Şair, şiirin yaratım sürecinde kendi şahsi tecrübesi de dahil her türlü etkiden uzak kalır. Ona göre şairin içinde ıstırap çeken insanla şiiri yaratan kişi arasındaki mesafeyi korumak mümkündür. Şair, şiirin ham maddesi olan duyguyu özümleyerek onu yepyeni bir bütün içerisinde sunar. Eliot, şiirin doğası hakkında konuşurken, şiirde her kelime grubu ve her cümlenin hem bir başlangıç hem de bir son olduğunu söyler; her şiir bir âbide, zaman ve mekân içinde bir ölüş ve diriliştir, dolayısıyla şairin yaşamı şiire dahilse bile o yaşam artık yepyeni bir yaratımın ürünüdür, şairinden bağımsız hale gelmiştir, hatta bu noktada şairin kastetmediği anlamlara dahi kapalı olduğu söylenemez. Dolayısıyla biyografi karşısında mesafeli bir tutum sergileyen Eliot gibi bir şairin yaşamına tanıklık edilirken, yaşamını sanatı ile özdeşleştirmemek gerekir. Bu bakımdan, kitapta zaman zaman Eliot’un şiirlerinden yaşamına yapılan yolculuğa Eliot’un kendisi muhtemelen karşı çıkardı.


Bir Şairin Yaşamöyküsü: T. S. Eliot
John Worthen
Çevirmen: Zeynep Anlı
İthaki Yayınları

Şair kimliğinin yanında Batı’daki Yeni Eleştiri Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilen Eliot, edebiyat eleştirisi söz konusu olduğunda mutlaka başvurulan önemli bir isim. John Worthen’ın Eliot hakkındaki bu biyografi kitabı, Zeynep Anlı’nın başarılı çevirisi ile şairin yaşamına biraz daha yakından bakmamızı sağlıyor.

Coleridge, “Ne kadar önemsiz olursa olsun bir hayat doğru şekilde hikâye edilirse ilgi çekici olacaktır” der. Bu bakımdan, biyografiler değerlendirilirken, hikâyeden çok hikâyenin nasıl anlatıldığı önem kazanıyor. John Worthen’in bu kitabı, Eliot’un yaşamı hakkında derli toplu bilgiler verirken hikâyeyi ele alış biçimiyle de dikkat çekiyor.

Arka Kapak dergisi 18. sayı