Zeynep Erdun

İlk günah! İşlediğimiz ilk günah neydi? Hiç hatırlamayı denediniz mi? Çocuk bile olsanız bilerek işlediğiniz bir suç elbette vardır. Bunu hala unutmamanız ise o anda yaşadığınız şeyin gerçek bir kişisel çıkar olmasıdır. Çoğu insan bunun üzerine kafa yormaz hatta aklına bile gelmez. Ancak kendine dönüş yolculuğuna çıkmış bir kişi bunun bilincine varır ve geçmişinde yaptığı hatalarla yüzleşerek tekâmüle ermeye çalışır. Tekâmül bir insanı mümkün olan en yüksek şuur seviyesine ulaşmasıdır. Şuur kelimesinin kökü vicdan kelimesinden gelir. Vicdan insanı insan yapan en önemli özelliklerden biridir. Vicdan insanın kendi içindeki uyumun bilincidir. O halde insanın kendine dönüşü bir vicdan yolculuğudur.
“Dokunmadan” romanının ana teması da “Adalet” karakterinin kendine dönüş yolculuğunda vicdanıyla yüz yüze gelmek istemesidir. Doktorunun ona ölümcül bir hastalığa yakalandığını söylediğinde Adalet bunların bir sebebi olduğunu düşünmeye başlar. Bu hayatta kendi yaptığı bir hatadan dolayı yaşamındaki olumsuzlukların ona geldiğini düşünür. Ve ilk günahını aramaya, hafızasında kalan ilk yaptığı adaletsizliği bulmaya çalışır. Henüz 5 yaşındayken Mahsun adındaki bir çocuğun oyuncak ayısını zorla elinden alması ile ilk günahı başlattığını düşünür. Öyle ki birkaç gün sonra babasını kaybetmesini, annesinin hastalanmasını da buna bağlar. Ve hastane odasında yattığı bu süreçte doktorun ona kurtulduğunu söylediğinde bunun bir şans olduğunu düşünür ve oyuncağını aldığı o çocuğu bulmaya niyetlenir. Ondan özür dileyerek ve belki de oyuncağını ona geri vererek bu kötücül döngüyü bitireceğine inanmaktadır. Ve Adalet bir arama yolculuğuna çıkar.
Adalet’in Mahsun’u ararken aslında kendini aradığını, bir törel bilinç oluşturmaya çalıştığını görüyoruz. Roman kahramanlarının isimlerinin de özellikle seçildiği bu romanda Adalet isminin Mahsun’u yani kitapta geçtiği gibi masumu aradığı gerçeği de gözlerden kaçmıyor. Adalet, bir nevi vicdanını arıyor, kendi vicdanıyla yüzleşirse hakkaniyeti sağlayacağını düşünüyor. Çünkü Victor Hugo’nun dediği gibi; en mükemmel adalet vicdandır.
Romanda geçen yakın arkadaşı Hülya karakteri ise aslında Adaletin diğer yönüdür. Esprili bir dille bireysel bir duygu körlüğü yaratmaya çalışır. Ancak Adalet onu çok sevse de dinlemez ve sonunda Hülya’nın yaşamış olduğu sonda ise yazar bizi bir gerçekliğe daha şahit etmektedir. Hülya Adalet’in karanlık tarafıdır. Hülya kelime manasıyla kuruntu ve vehim kökünden gelir. Hülya isminin de alelade verilmediğini anlıyoruz.
Adalet Mahsun’u arama yolculuğunda biriyle tanışıyor, bu kişinin gerçek mi yoksa bir sanrı mı olduğunu kitap boyunca merak ediyoruz. Aralarında geçen duygusal diyaloglarda edebiyata da nefis bir şekilde yer verilmiş.
Adaletin oldukça yüksek mizah anlayışı sizi kahkahalara boğarken Adalet’in hiç gülmediğini hissediyorsunuz. Tam kahkaha atacakken bu kadar ciddi espri yapabilmesi artık sizi düşünmeye sevk ediyor. Yaptığı tespitler, gözlemler farklı bir bakış açısı yakalamanızı sağlıyor. Örneğin Adalet’in tuttuğu bir günlük var. Bu günlükte sadece gazetelerin 3. Sayfa haberlerinden kupürler yer alıyor. Toplumda hiç görmek istemediğimiz yani yazarın değişiyle “dokunmadan” yaşadığımız hayatlara da dokunmamız gerektiğinden bahsediyor. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” felsefesiyle yaşadığımız şu hayatta gerçek olan tek şeyin ölüm olduğunu ve ölmeden önce aslında yapabileceklerimizin gücüne değiniyor. “Bir hayatım daha olsaydı…” Diye başlayan cümlesinden de anladığımız üzere Adalet yaşadıklarından çok yaşayamadıkları için pişmanlık duymaktadır. Yazar size hayatınızı tekâmül derecesine ulaştırmak için kendi vicdanınızın sesini dinlemenizi ve suya sabuna dokunmadan bir hayat geçirmemenizi söylüyor.
Nermin Yıldırım, sizi içsel bir yolculuğa çıkarırken, kendine dönüş, vicdan, şuur gibi özelliklerimize değinerek, özgün bir kelime dağarcığı ile kitabın içinde kaybolmanızı sağlıyor. Ve sizi hiç bunaltmadan akıcı bir dille yazdığı bu romanın sonunda size tek bir şey söylüyor aslında; “bu senin hikâyendi…”

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 21.sayısında yayınlanmıştır.