Volkan Zamanoğlu

Bir yazı kavgasının kahramanlık hikâyesi Martin Eden. Yazının hakkını vermeye dair ölümcül zafer. Dalga sarsıntısı, tuzlu deniz kokusu, sınıfsızlık ve aşk.

Martin ile sevdiği kadın arasında önce “şiir” vardır. Sonra ellerindeki nasır, nasırsızlık. Önce bunlardan kurtulmanın, sonra şiire hâkim olmanın derdine düşer Martin. Okumaya başlar. Ruth ile beraberken fark ettiği dünyanın enfes güzelliğini anlatmak ister. Kâinatı kavramanın, görülene hakkını vermenin tek yoludur bu ve sevgiliye uzanır. Ona ulaşmak için yazmak ister Martin. Dünyayı gösteren göz, duyuran kulak, hissettiren yürek olmak ister.


Martin Eden
Jack London
Çevirmen: Erhun Yücesoy
Can Yayınları

Tıpkı yazarı gibi para kazanmak için çamaşırcıda çalışan Martin, yine onun gibi daha çok çalışmak adına işi bırakır. Yazdıklarını dergilere yollayıp iki yıl boyu reddedilirler. Herkes gibi çalışmaları gerektiğine inanmak istemezler; çevreden gelen tüm baskılara rağmen yazmaya devam ederler. Nihayet Eden’ın öyküsünü White Mouse (Beyaz Fare), London’ınkini Black Cat (Siyah Kedi) satın alır.

Dergi isimlerinin zıt kelimelerden oluşması bilinçli bir hamledir ve yazar ile kahraman hayatlarının her zaman paralel gitmediğine işaret eder. Sözgelimi; ikisi de 1900’lü yılların başında, yirmili yaşlarında, San Francisco eyaletinin Oaklanda şehrinde yaşar ve buranın belediye parkındaki toplantılara katılırlar fakat konumları farklıdır. Jack London konuşmacı sosyalist, Martin Eden dinleyen bireycidir. Fakat ikisi için de sosyalist olduklarını söyleyen gazete haberleri yapılır. Birine başlangıç olur bunlar, diğerine son.

Malûmdur; her kahraman hayatına girenlerle yürür sona. Bu yüzden yazarın sonu kalabalıktır. Jack London da okulun münazara kulübünde Ted ile, Martin Eden bir kavga esnasında Arthur ile tanışır. İkisi de akşam yemeğine davet edilirler. Jack, Ted’in ablası Mabel Applegarth’ı; Martin, Arthur’un ablası Ruth Morse’u sever. Mabel’in ailesi yazardan hoşlanırken, Ruth’un ailesi kahramandan haz etmez. Fakat aşk aynıdır. Jack, kalbinde olandan verir çünkü Martin’e. Mabel, kendisini çalıştırdığı için Ruht’un da Martin’e dilbilgisi öğretmesini ister. Çimlere uzanıp kitap okurlar hep beraber. Koyun koyuna, okuyanın da dinleyenin de metni anlamaz hâle geldiği saatlerdir bunlar; güzel günlerdir. Üstelik bununla bitmez yazarın cömertliği: Kendi dostu George Sterling’i, Brissenden olarak Martin’e verir. İçki meclisleri birbirine benzer. Veresiye aldıklarının dört doları geçmesine izin vermeyen Portekizli bakkalı da Eden’a musallat eden London’dır. Böylece yazar ve kahramanın sevgileri kadar sıkıntıları da birbirine benzer.

Yaşamları birbirine bunca benzeyen gerçek ve kurmacanın ölümleri ne kadar benzeyebilir? Sevdiğini, korktuğunu, sıkılıp huzur bulduğunu verdiği gibi ölümünü de Eden’a vermiş olabilir mi London?

Herkesin anladığı anlamda çalışmadığı, fakat kendi lügatındakı çalışmak fiili gereğince uykusuz kaldığı iki yıl boyunca etrafından uzaklaşan insanların, kitabın çok satması üzerine geri döndüklerini gören Martin dehşete kapılır. İçinde korunma içgüdüsü uyanır ve uzaklara gitmesi gerektiğini düşünür. Uyumayı ne kadar arzuladığını fark eder. En uzağa, sonsuz uykuya gitmek ister. Uyanık olmanın tadı kalmadığında, “Bunları zaten yazmıştım!” diye feryat eder ve bir gece uzaklara gitmek niyetiyle bindiği geminin lombozundan sarkarak kendini suya bırakır. Romandaki dalga sarsıntısı ve tuzlu deniz kokusu buradan gelir. Burası ise Martin’in aylar evvel okuduğu Longfellow dizelerinden: “Deniz sakin ve derin / Her şey sinesinde yatar / Tek adım at ve ne varsa bitsin / Bir batış, bir kabarcık, hepsi o kadar.”

İkisi de denizci olan yazar ve kahramandan biri suda, diğeri karada ulaşır sona. Kırk yaşında beklenmedik bir şekilde hayatını kaybettiği için ölümü daima tartışılan Jack London, Martin Eden’ı boğarken intihar ettiğine inandırır bizi. Karanlığa düşürür, deniz fenerine benzer bir ışık gösterir ona son olarak. Bireyciliğin sosyalizm karşısında daima yok olacağına işaret etmek istediğini söyler sonra. Fakat inanabilir miyiz? Sırf kendisi sosyalist, hayatını bağışladığı kahramanı ise sosyalistleri sevmeyen bireyci olduğu için yapabilir mi bunu?

Bırakalım. Ama düşünmeden edemeyiz: Martin Eden’da “Güzellik çok daha muhteşem bir şey göstermenin aracıydı,” der Jack London. Martin’in intiharı, kim ne derse desin, güzeldi. Göstermek istediği, neden London’ın ölümü olmasın? 

Arka Kapak dergisi 19. sayı