Zeki Dursun

Çocukluğumda anlatının gerçekliğine inandım: İyi bir çocuk olursam görebileceğim Şirinler -onları görebilme hayalini hep taşıdım ve kendime mantar yemeyi yasakladım-, dostluğu anlatan ve büyük bir iktidar yalanını öne çıkaran Oz Büyücüsü-kocaman bir orgun arkasına saklanan büyük bir yalancı küçük adam- ve Alice Harikalar Diyarı- çünkü benim için o diyar istediklerimi gerçekleştirebileceğim istediğim zaman küçülüp büyüyeceğim zihinsel bir kaçış imkânı ya da mekânı idi. Bununla birlikte Supermen, Batman ya da Spider-man olmak aklımın ucundan bile geçmedi. Onlar ise imkânsız, olması muhtemel olmayan, dünyanın içinde başka bir dünya varmış sanrısı üzerine kurulu idi benim için. Şimdi bu satırları yazarken ya da kendimdeki fantastik anlatıları düşünürken Tanrı’nın kişisel gizemime kattıklarına da gülmüyor değilim. Hatta eskiden acı ve çatışma olarak yaşadıklarım bugünden geriye dönüşte fantastik birer efsaneye, mite ya da masala dönüşürken beni eğlendirmiyor değil. O zaman diyebilirim ki modern dünyanın bir parçası olarak ben ve benim gibiler için modernin ötesinde bir gerçeklik ve hayal aramak bir yaşam biçimi. Bu yaşam biçimleri de vaatleri uzun grupları ya da ideolojileri ortaya çıkarıyor.

1990’larda özel TV’lerin varlığı ile ortaya çıkan yeni görsel anlatı türlerinden olan ve o yılları yaşayanları etkileyen yapımlardan Bir Demet Tiyatro’da Mükremin’e tutkulu evli bir kadını canlandıran Feriştah’ın- kocasından ve bulunduğu şartlardan muzdarip- fantazileri de ilgimi çekmiyor değildi. Belki de yüzündeki kırmızı lekeye ve evli olmasına rağmen-bir de toplumsal baskının oluşturduğu kaçış çatışmasını yaşayarak- fantaziye sığınmak Feriştah’ın varoluş masalıydı. Bugün adını modern kapitalizm kıskacı, geleneksel yapı, rasyonalite diye çeşitlendirdiğimiz bütün baskı unsurlarından/sosyal öğretilerden insan doğası gereği kaçar. Buraya kadar uzun uzadıya anlattıklarımdan baskıdan kaçısın kendi dilimce-fantastik kurgucu olmadığıma göre- itiraflarıdır.

Modern insan, mesellere sığınırak yolunu bulmaya çalışır. Çünkü bir gün kafasını gömdüğü kumdan çıkardığında aslında saklanamadığını, saklayamadığını öğrenir. Bu bir tür uyur idik, uyardılar yaşantısıdır. Yaşar Kemal’i de okurken ya da yazının ana eksenin teşkil edecek olan Yüzüklerin Efendisini kitabının ya da filminin gücünü okurken ya da izlerken de aynı düşüncelere sahip oldum. Modern insan, kaçar ve kaçarken de kendine her kaçışta yeni bir orta dünya kurar.

Yüzüklerin Efendisi’nde Tolkien’in Gandalf ağzından söylettiği gibidir olan biten: Modern insan ölmeyi ya da yaşamayı hak etmelidir. Ortada bir hak hukuk kavgası vardır ve kavgacılar için bilgeliğin gücü her taraf için yeniden tanımlanır.

Şair, romancı ama her şeyden evvel-bence gücünü ve etkisini buradan alır- filolog olan Tolkien’in kurgusundaki yüzük gücü, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yüzüklerin gücünü yok etmek isteğidir. Tolkien bunu yaparken var olan yüzük güçlerinin dünyasını ve dilini kullanmaz. Yeni bir dünya ve yeni bir dil yaratır: Yeni dünyanın adı Orta Dünya, yeni dilin adı da Elf dilidir. Tolkien bir kurgucu olarak masalcı gerçek anlatısında her dönemde etkin olan meseleleri ortaya koyar: Toplumsal cinsiyet, beden fetişizmi, güzellik ve sorgulanamayan varsayımlar.

Bu dört etkin sorun, sadece modern insanın sorunu değil kadim bir varoluşsal gerçekliktir. Çünkü insan için bu dört etkin sorun güncelliğini kozmogoniyi neyle başlatırsanız başlatın güncelliğini farklı kelimeler üzerinden bile olsa devam ettirir.

Tolkien’in masalsı gerçekliği hep anımsatmalar üzerinden devam eder, uzun girişleri atlarsanız eğer Orta Dünya’ya giremezsiniz. Orta Dünya’nın giriş anahtarı o uzun anımsatmalardır. Okuyanlar ya da meraklıları bilir ki Yüzüklerin Efendisi bir devam serisidir. Hobbit’te Gollum’dan yüzüğü çalıp kendisine saklayan Biblo Efendi, Yüzüklerin Efendisi’nde Gandalf’ın dönmesiyle yüzüğü teslim etmek zorunda kalır. Bir anımsatma sonrası yüzük gücünün devredilmesi gerçeği. İnsan içinde, birçok çaldığı(!) yüzükler barındırır ve bir gün sakladığı yüzüklerle yüzleşmek zorunda kalır.

İnsanın yüzleşme yeri de Orta Dünya’dır. Tolkien anlatısında ya da filminde okuru/izleyiciyi içine alır ve etkiler. O zaman insan kendi yaşamındaki Elfleri, Cüceleri, Entleri, Urukları, Hobbitleri ve Kuzeyin insanlarını düşünür. Daha doğrusu düşünmek zorunda kalır. Yine tekrar da yarar var: İnsan doğası meselleri sever.

Bu bakımdan gerek masal gerçekliği gerekse filmler gerçek olma olasılığı çok mu çok yüksek kurgulardır. Çünkü hiçbir şey “Dünyayı sonsuza denk dışarıya hapsedemez. İnsan, yüzüğün gücü ile yani parıltısı ile karşı karşıyadır. Anımsayalım, yüzük hep parlayan bir altındır. Bizce,yüzüğün altın olması özelde Batı’nın genelde ise insanın altınla varoluşunu sorgulamasıdır. O zaman ya gücü elde edecek ya da gücü dengeye getirmek için savaşacak.

Her gücün bir kendi ahlakı vardır. Önemli olan ahlakı dönüştürme olasılığının hiç unutulmaması gereğidir. Yüzük kalıcı değildir, arızi yani geçici bir durumu simgeler. İnsan adil bir kralken kara bir şövalyeye, bir Elf iken bir Ork’a dönüşebilir. Orta Dünya bu gerçekliğin gün yüzüne çıkmış somut mekanıdır. İç dünyadaki çatışmanın dışa yansımadır. Bunu söylerken kitaba ya da filme mistik hezeyanlar yüklüyor değilim. Ama bir gerçektir ki-herkes kendine sorsun bunu ve kendini sorgulasın- meseller mistik/mitolojik hezeyanlar üzerinden kurulur.

Her yüzük bir mistik hezeyan iktidarını simgeler ve yüzüklerin sayısı mistik hezeyanlarımızın kat saysını gösterir. Anımsayalım, Elf krallarının üç yüzüğü, Cücelerin yeni taşı vardır. Ve bunların ötesinden içinde bütün yüzük iktidarlarının gücünü barındırılan altından tek bir yüzük. O yüzük, modern insan için kapitalizmin kendisidir. Tolkien kurgusunu oluştururken bunu düşündü mü orasını bilemem ama o tek yüzük 1950 sonrası dünya için küreselleşme onto’dur bize göre.

Yüzüklerin Efendisi’nde karşıtlıklar çatışması, bir dönüşebilme anlatısıdır. Yukarıda da değindiğim gibi kimin neye, ne zaman, nasıl dönüşebileceği belli değildir. Çünkü insan paylaşmak için bir süreç yürütürken bazen gücü/yüzüğü elde ettiğinde paylaşmayı unutur ve kendi yüzük gücünü sağlamlaştırma yoluna gidebilir. Kendi kişisel hayatımız, içinde bulunduğumuz toplumsal yaşantıdaki yüzükler ve küresel dengeler açısından yaşananlara bakmak meselleri daha iyi anlamamıza yardımcı olur.

O zaman anlatının gücü, istediği kadar fantastik olsun gerçekle ilişkisindedir. Orta Dünya önce insanın bütün içsel faaliyetleridir. Sonra yaşadığı zaman ve mekândaki olan her şeydir. İnsan bir 24 saati içinde bazen bir Elf bazen de bir Ork ya da Kara şövalye olabilir. Bu toplumlar için de geçerli, doğal yasadır.

Kitap 1954’te yayımlandı, üzerinden 63 yıl geçmiş. Ortalama bir insan ömrü eder. Yüzüklerin Efendisi serisinin ilk filmi de 2001’de çekildi. Üzerinden bir 16 yıl geçti, neredeyse bir nesil ömrü ediyor. O zaman kitabın yada filmin ya da yüzüğün gücü, insana kendini anımsatıyor olmasıdır.

Şimdi biz, hangi yüzüklerin efendisiyiz? 

Arka Kapak dergisi 22. sayı