Nilüfer Altunkaya

Kehanet, Dedalus Yayınları’ndan Sina Baydur çevirisiyle çıkan bir Drago Jancar kitabı… Daha önce Jancar’ın Joyce’un Öğrencisi adlı kitabı da Dedalus yayınlarından Sina Baydur çevirisiyle çıkmıştı. Dedalus Kitap, böylece Avrupa Edebiyatı’ndan farklı rüzgârlar estirirken okurun ilgisini aynı yazarın tek bir kitabıyla sınırlı bırakmamış oldu.

Drago Jancar, Avrupa’nın yaşadığı sosyal travmaların, siyasi kavgaların, savaşların, ideolojilerin, demokratikleşme çabalarının, militarizmin, sosyalizmin, soğuk savaşın yani Avrupa Birliği’ne uzanan tüm süreçlerin yoğun atmosferini soluyan bir ülkenin, Slovenya’nın önemli edebiyatçılarından. Batısındaki İtalya’yı, kuzeydoğusundaki Macaristan’ı, kuzeyindeki Avusturya’yı çok daha iyi tanıdığımız Slovenya, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyet’inden 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş olan bir Avrupa Birliği ülkesi bugün. Jancar, işte böyle bir ülkenin yakın tarihinden bugüne yansıyan izleri öyküleştirirken insanın evrensel acılarını da kendine özgü bir duyarlılıkla gün ışığına çıkarmayı başaran bir yazar. Onun öyküleriyle ‘başka’ bir edebiyatın kapısından geçmiş oluyoruz ve orta Avrupa’nın bizde çok fazla bilinmeyen bir kültürüne de ‘başka’ bir dilin coğrafyasında adım atıyoruz.

Kehanet’teki öyküler tam bir Avrupalı yazarın derin gözlem gücünü kullanarak yalın ama vurucu bir dille kurguladığı dört ‘uzun’ öyküden oluşuyor. Hem bireyin trajedisini hem de sosyal yaşantıların genel eleştirisini birbirine karışan olay örgüleri ile iç içe aktarırken ‘kehanet’in gerçeğe dokunduğu sınırda gezdiriyor okuru. Bana göre, Sina Baydur, Drago Jancar’ın anlatımındaki yalınlığın derinliğine inmeyi göze almış ve bunu başarmış bir çevirmen olduğu için yazarı kendi dilindeki karakteristik özellikleriyle duyumsayabiliyoruz.

Kehanet’i okurken antimilitarist olmadan devrimci olunabilir mi diye düşünebilirsiniz? Daha önce Milan Kundera okumadıysanız bile işgalin ideolojisinin olamayacağını, amacın kutsallaştırılmasıyla şiddetin örtüşemeyeceğini, egemen olanla yaşanan çatışmaların bireyin yazgısında açtığı yaraların kolay kolay iyileşemeyeceğini de düşünebilirsiniz. Bunları sorgularken bir yandan da kendi ülkenizde yaşanan bir darbenin sonrasını anımsar gibi Sırpça ve Hırvatça’nın birbirine karıştığı ve her yerin bir askeri üsse dönüştüğü bir atmosferi solumaya başlayabilirsiniz… Kim bilir?

Anton Kovaç’ın peşine düştüğü ‘kehanet’ bir halkın söylenceleriyle hem ironik hem de trajik bir hâl alır. Aslında bu kehanetin kahramanları küfürün militarist söyleme karıştığı bir zamanın anısında kalmıştır. Anton Kovaç, kütüphanede çalışan kıdemli bir asker olarak terhis olacağı günleri beklerken ancak yıllar sonra Slovenceye çevireceği tuvalet kapısına yazılmış çarpık çurpuk bir yazıyla karşılaşır. Bu yazı bir casusluk şüphesiyle sivil hayata geçişini geciktirebilecektir. Kovaç’ın kehaneti yıllar sonra çözüşü, unutulmuş diller profesörü Milanko Paniç (Profesör Rotten) ile Yugoslav Halk Ordusu’nun bir binbaşısı tarafından yaşanan diyalogda gizlidir. O günler eski, çürümüş Yugoslavya’nın çöktüğü ve yeni sosyalist Yugoslavya’nın kurulduğu günlerdir. Oysa Profesör Rotten, hâlâ gizli gizli İncil okumaktan kendini alamayan ve belki de yeterince materyalist olamayan bir ‘eski zaman’ insanıdır. Balkanlar’da hürriyet için yapılan savaşları umursamayanlardan biridir belki de… ‘Kehanet’in Babil Kralı’yla değil de onuru incinmiş ve inançlarından alıkoyulmuş, başka bir gerçekliğe zorlanmış bir insanın hıncıyla bir ilgisi olmalıdır öyleyse.

Bu öyküyle yazar yaşamöyküsel bir anlatımla bir askerin adının ya da bir komutanın hangi ordu için savaştığının ne kadar da önemsiz olduğunu anlamamızı sağlar… Geçen zamanın değiştirdiği koşullarla yüzleştirir ve yaşanan bunca dramın bedelsiz kalmaması gerektiği duyumsatır.

Göle Bakan Adam adlı öyküde Drago Jancar, ideolojik oluşumların sosyal yapı içerisindeki etkinliğini farklı bir açıdan ele alır. “İdeolojinin tarihi yoktur.” diyen Althusser’e selam çakar gibidir. Althusser ve Gramsci’den beri biliyoruz ki devlet varsa, devletin ideolojik aygıtları da vardır. ‘Aile ve medya’ kurumları ise bunların başında gelir. Öyleyse her ideoloji kendi öznesini yaratacaktır. Jancar bu öyküsüyle farklı ekonomik modellerin içinden geçmiş bir algıyla bugünün liberal dünyasının tüketen ve değersizleştiren yapısına da eleştirel bakmayı başarmıştır. Militarizmin tek tipleştiren yanını eleştirdiği gibi bireysel özgürlükleri kendi yararına öğüten bir sosyal yapıyı da ironik ve gerçekçi bir anlatımla harmanlayarak eleştirir.

Rovenskalı Hayalet adlı kitabın en hacimli öyküsüyle yazar, zaman ve mekân çeşitliliği içinde masalımsı bir dünyaya çağırıyor okuru. İlginç bir şekilde kurgunun her katmanında akılcı bir bakışla da gerilimi dengede tutuyor. Böylece birçok kapıdan geçerek çoğalan bir anlatının içinde arıyoruz soruların cevabını. Yazar hınzır bir gülümseyişle sona saklıyor cevapları ama bir yandan da bizi hem savaşın hem de deliliğin çağlarında dolaştırmayı ihmal etmiyor.

Kitabın son öyküsü olan İki Fotoğraf , ‘Cumartesi Anneleri’nin öyküsü sanki. Kayıp oğullarını arayan annelerin aynı ırktan olduğunu anlatan bir öykü… Çoğul bakış açıları ve zamansal sıçramalar öyküyü tek bir düzlemden kurtararak tekrarlanan yaşantıların birbiriyle kesiştiği Borgesvari bir anlatıma taşıyor. Annenin aradığı oğul zaman ötesi bir simgeye dönüşürken yaşantıların birbirine karıştığı sınır gene hem düşlerin hem de gerçekliğin sonrasında kalıyor.

Sonuç olarak kısaca söylemek gerekirse gerçekten ‘yeni bir yazar’la tanışmak isteyenler için Kehanet çok güzel bir tercih olacaktır. Günümüzün tartışılan pek çok sosyolojik kavramı edebiyatın lezzetiyle daha derinden düşünmek adına Kehanet’ten daha iyi bir bahane olamaz. Okuyun ve bir kez daha düşünün: Kültürel devrim mümkün mü?

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Kehanet  – Drago Jancar
Dedalus