Feridun Andaç

Her Hermann Hesse okumasında beni durduran bir şey vardır. Ondaki ilk sözün anlam derinliği/yoğunluğuyla birlikte, insana doğru çıktığı yolculuğun seyrine dair anlatacaklarının ne denli sarsıcı olabileceğini hissettirmesi… Evet, Hesse’nin anlatılarının neredeyse tümündeki bu “başlangıç”lar etkileyicidir. Ve onu her okuyuşta, yapıtının hemen bitmesini istemezsiniz. Hesse’nin kurduğu labirent-anlatı değildir, döngüseldir anlatılarının her biri. Olay örgüsündense “durum”dan yola çıkar. Bir insanlık durumudur anlattığı.

Düşlerdense düşünce derinliğidir orada sizi sarsalayan. İnsan ruhunun döngüsünü anlatır Hesse. Benim gözümde Bozkırkurdu’nu bir başyapıt kılan da budur. İnsanın öylesi bir döngüde yaşamasının anlamı nedir, diye de siz sorgulamaya başlarsınız, hem hayatı hem de kendinizi. İşte iyi bir yapıtın sırrı da burada yatmaktadır. Size sorular sordurması, değişimin kıyısına vardırması.

Hesse’yi okurken hem metnin içinde gezinirsiniz hem de dışa çıkar hayatla/yaşananlarla, başka insanlar/olaylar/durumlarla bağlantılar kurarsınız. Yaşama tutkunuzun ne olduğunu hatırlatır, ardından da onunla birlikte bellek yolculuklarına çıkarsınız. Adı yalnızlık, hüzün olan bir bakışı kuşanırsınız onunla. İlerleyen zaman, yaşanan an, açılan bellek havuzları Hermann Hesse ile sizde derin bir başkalaşma yaratır.

hermann_hesse1927 yılında yayımlanan romanın yazıldığı dönemi/ortamı da düşünecek olursak; savaştan çıkmış ama yeni bir savaşa da hazırlanan Avrupa’nın orta yerinde sıkışıp kalmış “insan”ın dramını anlatmayı seçer Hesse. Kendi öyküsü/durumu da ister istemez buna yansır. Özellikle Jung’a yakın duruşu Doğu mistizmine ilgisi yaratıcılığında etkili olmuştur. Bozkırkurdu’nu onun yazın/düşün dünyasının odağına oturttuğumuzda şunu görürüz:

Hermann Hesse, modern çağdaki bireyin yaşama/düşünme durumunu yansıtırken, ruhsal gerçekliğini her türlü çatışma, dönüşme anlarıyla iç içe vermesiyle edebi ikon konumuna erişir. Ki; 1946 Nobel Edebiyat Ödülü gerekçesiyle de pekiştirilir. “Yazınlarındaki geleneksel insanlık idealleri ve tarzındaki yüksek kaliteli örneklerindeki cesaret ve anlayış ile büyüyen, ilham veren yazıları için.” Bunun arka planındaki düşünce durumu, yaşantı zenginliği Hesse’yi çağının çağdaşı bir yazar kılmaktadır.

Hesse’yi okurken, yeni düşünceler/duygularla olduğu kadar başka bir evrenle de karşılaşırsınız. Size insana/hayata dair gösterdikleri bir bakışın/düşününün yansıları olduğu kadar, insandaki çözülmezliklerin, bilinmezliklerin de yansılarını içerir. Anlatıcının yarattığı gerçeklik duygusunu yalnızca insanı anlamaya dönük değildir, evrenin kavranılışını da içerir. Yaşananlardan çıkarılan “ders”lerin ötesine geçirerek; bireyin varoluş sorgusunun hangi döngülerden geçtiğini gösterirken bunu bir yerde/düşüncede de konumlandırır.

Sartre’ın edebi düşüncesinde uç veren “yaşanmayan zaman” sorgusu, Hesse’de, “yaşanan zaman” sanrısına dönüşür. O “durum”daki insanın/bireyin yaşadığı açmazlar, sürüklenişi bütün yönleriyle anlatılır. Öyle ki; ilk gençlik/yetişkinlik/yaşlılık dönemlerinin ruh durumları farklı zamanlardaki anlatılarına yansır. Hermann Hesse ile okuma yolculuğunuzda, kendinde olana bakışın ve kendi olmak düşüncelerinin anlamına dönersiniz yüzünüzü sıklıkla. Bu yanıyla bakınca, Hesse şaşırtan bir anlatıcıdır. Bir yerde, bir minvalde durmaz. Hayatın neredeyse tüm metaforlarını çıkarır karşımıza. Burada, Bozkırkurdu’nda karşımıza çıkardığı kahraman Harry Haller’in öyküsü bu metaforların bazılarının yansıtılmasında araçtır bir bakıma da.

Bir “yaban” insanın ruhuna sinenlerin anlatımı…

Dostoyevski’nin “yeraltı” insanı ve Kafka’nın “böcek”leşen insanından sonra karşımıza çıkan bu “bozkırkurdu” adamı ileride Camus’nün Yabancı’sını, Yakup Kadri’nin Yaban’ını, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ını doğuracaktır.

Kendi kendisinden ve yaşamından memnunluk duymayan insanın anlatımını yazıya/romana yansıtan bir anlatıcıdan başlamak her zaman her şey için yeni bir başlangıçtır…

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 35.sayısında yayınlanmıştır.