Erkan Şimşek

90’lı yıllarda taşrada bir üniversite dersliği… Sınıf kalabalık lakin çıt çıkmıyor. Herkes merakla hocayı bekliyor. Kadife ceketi, elinde Dunhill sigarası ve küçük küllüğü ile hoca içeri giriyor. Ders Kültür Tarihi, Sanat Tarihi ya da Estetik… Merhaba faslından sonra derse başlıyor ve ders hep aynı sırayla ilerliyor: Önce kavramlar, sonra kavramların tarihi, sonra analizi, sonra da bu kavramların Avrupa’da, dünyada ve Türkiye’deki yolculuğu. Evet, klasik bir Ahmet Cemal dersinden bahsediyorum. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde dersine girenlerin unutamadığı Ahmet Hoca’dan…

1997 yılında okula başladığımda fakültede herkes ondan bahsediyordu. Dersine girmek için o dersi almak gerekmiyordu, kapısı herkese açıktı. Yoklama almadığı halde kontenjanın çok üstünde bir sınıfa ders anlatıyordu. Derslerinde müfredata bağlı değildi, hayattan, sanattan, Avrupa’dan, dünyadan, Türkiye’den konuşuyorduk. Konuşuyorduk diyorum çünkü dersleri birer açık oturum gibiydi. İfade özgürlüğümüz hocanın garantisi altındaydı. Her şeyi tartışabiliyorduk. Kantinde, kafede tartışırken hoyratlaşan bizler, hocanın dersinde, yine hocanın hissettirdiği medeniyet çizgisine kendiliğinden geliyorduk. Karşıt fikirler havada uçuşuyordu. 28 Şubat’ın şedit günleriydi. Fakültenin ve kampüsün genel havası bu atmosferden fazlaca etkilenmiş olsa da Ahmet Hoca’nın derslerinde çok farklı bir hava vardı. Özgürdük. Bizi konuşturmak için bütün o büyük anlatıları bizim dünyamıza uyarlamasını iyi biliyordu.

Yazar, çevirmen, eleştirmen, hoca, hukukçu, en geniş manasıyla kültür insanı… Ahmet Cemal bütün bu sıfatları layıkıyla ve hakkını vererek üzerinde taşıyordu. 1 Ağustos 2017 günü bu dünyadan göçene kadar da bunların altında ezilmeden, kimseyi de ezmeden yaşadı. Zaman zaman yazılarına yansıyan sitemlerinden de anlaşılıyordu bu. Postmodern kalabalıklar içinde modern bir yalnızdı.

Kafka’nın, Benjamin’in, Musil’in, Broch’un, Canetti’nin Türkçedeki sesiydi. Çeviri tercihlerindeki modernist bütünlük kendi metinlerinde de dikkat çekiyordu. Aydınlanma konusunda tavizsiz bir duruşa sahipti. Geciken, kesintiye uğrayan “Türk aydınlanması” kişisel yazı ve fikir dünyasının merkeziydi. Kendisiyle tartışmalarımız da burada düğümleniyordu. Ancak ilginçtir Aydınlanmanın bir tür eleştirisini yapan Frankfurt Okulu’na da hem derslerinde hem çevirilerinde değinmesini biliyordu. Felsefenin, bilimin, teknolojinin anavatanlarından biri olan Almanya’nın aynı zamanda Yahudi soykırımını da yapmış olmasını sorguluyordu.

Türkiye’de laikliğin kurumsallaşma mücadelesini yine ısrarlı bir aydınlanma temelinde anlıyor ve o şekilde anlatıyordu. Laiklik konusunda Niyazi Berkes’e; ulusal kültür konusunda Attila İlhan’a benzetirdim hocayı. 90’ların güncel politik tartışmalarını takip ediyor, derslerde de değiniyor ama asla dersi güncele feda etmiyordu. Tarihsel perspektiften çıkmıyor ve kavramların hakiki manalarına olan hassasiyetini terk etmiyordu. Bilhassa Almanca kavramlar söz konusu olduğunda anlattıkları bir şölen gibiydi. Lebensraum, Weltanschauung, Einfühlung kavramlarını kendisinden derste veya ders dışında öğrenmek saadetine erişmiştim. Kültür kavramına da a priori pozitif güçler atfeden paradigmanın dışından bakıyordu. Kültür, uygarlık kavramlarına da mesafeliydi. Kültüre Canettivari bir pencereden bakıyor ve beraberinde tehlikeli bir kibir getirdiğini söylüyordu. Bosna’daki savaş üzerinden de Avrupa’nın iki yüz yıllık “uygarlık” birikiminin nasıl bir anda buharlaştığını anlatmıştı. Bütün bunlar kafamızdaki Cumhuriyet yazarı, batılı seküler aydın klişelerinin elbette dışındaydı.

Ahmet Hoca ile ayrı dünyaların insanıydık ve yukarıda dediğim gibi hemen her ders hocanın esprili tabiriyle kültür savaşına girişiyorduk. Hatta yine bu vesileyle kulturkampf kavramını kendisinden öğrenmiştim. Derse olan ilgim, kendisine yaptığım itirazlarım ve tartışmalarımız neticesinde beni ve bazı arkadaşlarımı final sınavından muaf tutmuş ve doğrudan 100 vermişti. Öğrencisini ikna etmeye çalışmamasındaki erdemi, özgüveni ve insan ilişkilerindeki demokratik tavrını asla unutmayacağım. Allah rahmet eylesin.

Arka Kapak dergisi 24. sayı