Onur Caymaz

Arkadaşları ona Arnavut Prensi dermiş. Oysa hiçbir zaman prens yaşamı sürmemiş. Onu unutuşa terk edecek miyiz? Öykümüzün ikinci yenisi, öykümüzün mareşali, Muzo Baba… Terk edeceğiz galiba. Kitapları için reklâm, video çalışmaları yapılmıyor; basın bültenleri hazırlanmıyor, tanıtım kokteylleri düzenlenmiyor oysa kalender meşrep bir yazar.

1930, Niğde doğumlu. Ece Ayhan’ın çocuklarından, hani orta ikiden terk olanlardan. Aşçı yamaklığı yapmış, birahanelerin tarihinde yeri var. Kunduracılık, inşaat işçiliği, odacılık, malzeme ofisinde memurluk. Terk edeceğiz galiba. Babasının kapıcılığını yaptığı gazete hikâye yarışması açınca Buyrukçu kazanmış. Küçük Langa’da geceler. Paltoların iç cebinde taşınan Yeditepe Yayınları’nın kitapları.

Ölüsü cami avlusunun köşesindeydi. Yazdı, terliyordum. Tomris Uyar’ı da buradan uğurladık. Bir çelengin üzerindeki kuşakta Cemal Süreya yazıyordu, siyah karton kuşak üzerinde sarı yaldızlı kâğıttan kesilmiş harfler ikindi güneşinin ölgün ışığında parlayıp sönüyordu. Sanki halen yaşıyor da böyle bir çelenk göndermiş Süreya. İki kadim dostlu, Orhan Alkaya galiba, çiçeklerle birleştiriyordu.

Ustası Orhan Kemal; şimdi Cibali’de yeşile boyalı bir ev. Tütün fabrikası yok ki artık tütüne giden kızlar olsun. Talat yok artık. Adana Kebabevi yok, İkbal Kıraathanesi; bunlar yok! Orhan Kemal’in Devlet Kuşu’nda görünür Buyrukçu. Avare Mustafa ve çevresi, biraz da Buyrukçu’nun yaşamından parçalardır.

Arkadaşı Edip Cansever; Kapalıçarşı’da şiire, hayata çalışan biri. Kuyumcuların çiğ ışıkları, lokumların üzerinde hindistancevizi, nişan, sünnet, düğün alışverişi, kumaş almaya gelenler. Pasaj içleri, rutubetli lokantalar, sigara. Yoksulluğa rağmen ceketli – kravatlı bu adamları unutacak mıyız acaba?

İlk kitabının adı Katran, 1956; ikincisi Acı, 1957 (kapağını Metin Eloğlu çizmiş). Karanlık kelimeler seçmiş kitap adlarına. Sonra günlükler, bana kalırsa Buyrukçu’nun günlükleri Türk edebiyatı tarihinin en özel eserlerinden: Sıcak İlişkiler, Dillerinde Dünya.

Bir İstanbul yazarıdır Buyrukçu. En çok bildiği şehri yazmıştır. Bir kitabı var, kimse yayınlamıyor artık (terk edecek miyiz onları): Dumanı Tüten Çay Gibi. O kitabın kapağındaki buruşuk etekli kadın kim acaba? Pencereden izlediği ne, kim bilir?

Bir başkası: Aydan Gemi Yapanlar. Bu kitapta ananın, oğula baktığı kahve falını anlatan hikâye Türkçe kitaplarına ders olarak girer mi? Sanmam. Niye girsin ki… Devlet, iyi edebiyatla ilgilenmez çünkü.

Lümpeni en iyi anlatan yazarlardandır Buyrukçu. O kadar canlı anlatır ki klişedir ama orada bulursunuz kendinizi. Oysa elli sene öncesinde yazılmıştır o metin. Renkli ampullerle donanmış gazino, kareli örtülerin serildiği masa ve bir şeyler olup biter. Olup bitmenin yazarıdır o. Bu yanıyla klasik bir olaycıdır, gel gör ki şiirli…

Gazeteler sadece ölümüyle ilgilenmişti, üstelik edebiyatçı olarak değil, yaşamından parça iliştirilerek haber yapmış, aşk üçgeni demişlerdi: Mualla, Misli, Muzaffer… Otuzdan fazla kitap yazmış adamın ardından eserlerine değinmeyip sonradan görme kabalıkla özel yaşama girmişlerdi. Çamurlu ayakkabılarla tertemiz odaya…

Hep kitaplardan medet umdum: Şarkılar Seni Söyler… Adam Yayınları. Haziran 1982. Dünyaya küstüğüm bir gün dalmıştım bu sayfalara. Bir kadının belli belirsiz gözleri, ıslak dudakları, alevli geceleri vardı harflerin arasında. İsteğin sıcacık çağrısı… Sis içinde karpuz lambalar, dolunay ve dans.

Ölmeden önce devletten bir tekerlekli sandalye ister Buyrukçu. Talep reddedilir. Orhan Kemal’e pasaport vermeyen devlet Buyrukçu’ya da tekerlekli sandalyeyi çok görecektir. Vefa yoktur. Sadece bir ilkokul bahçesidir vefa. Onun hikâyelerinden kaçan bir kızla bir erkek Aksaray’da buluşur, boza içerler. Vefa o kadardır. Sonra unutulur. Vefa bir futbol takımının siyah beyaz posteridir.

Bir avuç insan, kimseler yoktu cenazesinde. Terk edecek miyiz onu? Yağmur yağmıştı sonra… Şehirden akıp gitti hikâyeler. O gece gömleğimden usulca söküp bir kitabının arasına koydum, cenazede ceketime iğnelediğim fotoğrafını. Unuttum gitti sonra. Birkaç yıl geçti. Bir gün kitaplarını karıştırırken Sevincin Damarları adlı hikâyenin ilk sayfasında buldum yine. Doğum ve ölüm tarihleri, bir çizgi arasında bütün yaşam. Ama okumadım o hikâyeyi, hiç okuyamayacağım herhalde.

yazar-kitap