İrem Uzunhasanoğlu

“Çocukluğum o kitaptaki oğlanınkine çok benziyordu… İnsanlara bundan bahsetmek büyük bir ferahlama getirdi” diyordu Jerome David Salinger, ona büyük ün getiren kitabı Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın ardından…

Bu, ormanın derinliklerindeki evinde inzivaya çekilmeden önce verdiği son röportajlarından biriydi. Salinger, kısa sürede sahip olduğu ünden ve yoğun ilgiden bunalıp, şöhretini elinin tersiyle itti, önce kitaplarının arkasından fotoğrafını çıkarttırdı ve yaşamının ikinci perdesinde neredeyse kimselere gözükmeden, tek kare pozunu bile çektirmeden yaşadı, ta ki doksan bir yaşında doğal yollardan yaşama veda edene dek.

J.D. Salinger, tam bir dâhi ve hikâye ustasıydı. Çavdar tarlasında Çocuklar, en çok bilinen eseri olmasına rağmen çok sayıda anlatı ve öyküleri de yayımlanmıştı. Dokuz Öykü, Franny ve Zooey, Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar; yazarın dilimize çevrilmiş diğer eserleridir. İlk çevirisi dilimize “Gönülçelen” olarak yapılan ve daha sonra orijinal başlığına sadık kalınarak tekrar çevrilen romanı Çavdar Tarlasında Çocuklar, basıldığı yıllarda “ahlâka aykırı” ve “açık saçık” bulunmasına rağmen yıllar içerisinde gerçek değeri teslim edilmiş ve hatta son yıllarda Amerikan okullarında en çok okutulan kitap olarak da tarihe adını yazdırmıştır. Eserinde ergenliği, masumiyetin kayboluşunu, toplumdan uzaklaşmayı kurduğu harikulâde dille ve bolca argo kelimeye yer vererek anlatan yazar, bunu yaparken de dikkatlice seçtiği metaforları ve sembolleri tüm roman boyunca ilmek ilmek işlemiştir.

Kendi gençliğini anlattığını okurlarından saklamadığı bu romanının, başkarakteri on altı yaşında asi bir delikanlı olan Holden Caufield. Holden, ilk bakışta toplumdan uzaklaşmış, insanlarla iletişim kuramayan bir ergen gibi görünür. Okuldan ayrılıp sokaklarda aylak aylak gezinir, bol bol küfür eder, kadınlarla beraber olup, ot içer. Kısacası Holden, bir protesto romanına yakışacak kadar asi bir delikanlı portresidir. Herkesin aileleriyle geçirdiği Noel dönemini sokaklarda geçiren, beyzbol oynayanlara katılmak yerine onları yukarıdan izleyen karakterimiz herkesten ve her şeyden nefret eder, öğretmenlerinin birer yalancı olduğunu, hayatın ta kendisinin koca bir yalandan ibaret olduğunu iddia eder. Ona göre burası –mış gibi yapanların dünyasıdır. “Phony” yani “sahte” sözcüğünü kitapta otuz beş kere tekrarlaması ise bunun en güzel kanıtıdır. Hayatın bir gösterişten ibaret olduğunu düşünür ve toplumun ondan yapmasını beklediği her şeyden nefret eder.

Holden, romana ilk bakışta kötü bir ergen profili gibi gözükse de aslında onun gerçekte aradığı üç şey vardır; masumiyet, aşk ve insanlık. Büyüdükçe insanların üçünü de kaybettiğini düşünüp, hayal kırıklığına uğrar, hayıflanır ve bunun dışavurumu olarak da küfür eder. Oysa ne kadar da sıkı tutunmaktadır yaşama… İsminin İngilizcedeki “hold”yani “tutunmak” kelimesinden türetilmiş olması da bir tesadüf değildir, çünkü Holden tüm yalanlara ve sahteliğe rağmen yaşama sımsıkı tutunan bir çocuktur. Bu esnada onu tüm bu sahtelikten ve kötülüklerden koruyan bir de nesne vardır; kırmızı şapkası…

Çavdar tarlasının kenarından düşen çocukları yakalamaya çalışma çabası da onların büyümelerini engellemekten başka bir şey değil. Çünkü düşerlerse büyüyecekler… Çünkü ismini 115 kere geçirdiği sevgili küçük kız kardeşi Phoebe, atlıkarıncadan düşerse büyüyecek… Ve bu yalan dünyada büyümek hiç de güzel bir şey değil. Kitapta masumiyeti simgeleyen başka metaforlar da var, örneğin rahibeler… Ve tabii ki kitap boyunca kışın nereye gittiklerini sorguladığı Central Park ördekleri…

“Hey, bakar mısınız?” dedim. “Güney Central Park’ın hemen yanındaki o gölde bulunan ördekleri biliyor musunuz?” O küçük göldeki hani. Acaba göl donduğunda o ördekler nereye gidiyorlar, biliyor musunuz? Haberiniz var mı acaba?”

Çocukluk ve erginlik arasına sıkışıp kalmış Holden Caufield’ın yazarın kendi çocukluğu olduğunu söylemiştik. Bir diğer önemli detayı daha atlamamakta yarar var, o da Çavdar Tarlasında Çocuklar romanının, Salinger’ın katıldığı savaş sonrası biriktirdiği agresyonla yazılmış olması. II. Dünya savaşında Amerikan ordusunda asker olan Salinger, Normandiya çıkartmasına katıldığında cebinde Holden Caufield taslakları vardı. Savaş sonrası da esirleri sorgulama görevine atanan ve Dachau’daki toplama kamplarına giren Salinger, sonrasında uzun süre akıl hastanesine yatıp, tedavi görmek zorunda kalınca kitaba da ara vermiş oldu. Bu dönemde yaşadığı tüm duyguları ise Holden’da toparladı. Yaşadığı savaş sonrası travmanın büyüklüğünü, kızına yazdığı şu cümlede net bir şekilde görebiliyoruz Ne kadar uzun yaşarsan yaşa, yanmış insan eti kokusunu burnundan asla tamamıyla atamıyorsun.”

For Esme, With Love and Squalor öyküsünde travma yaşayan bir askeri anlatmış ve savaşta muhabirken tanışıp mektuplaşmaya başladığı ve çok değer verdiği ünlü yazar Ernest Hemingway’den de tam puan almıştır.

İşte, tüm bu savaşın ve agresyonun izleri sadece öykülerinde değil, Holden’ın derinlerinde bir yerinde de protesto etmektedir.

J.D. Salinger “eserini bastırmamakta müthiş bir huzur yatıyor, yayımlatmak özel hayata müdahale gibi yazmayı seviyorum, yazmaya aşığım ama sadece kendi kendim için, zevkim için yazıyorum” derken aslında öykülerindeki tüm o içine kapanık karakterlere de bir nevi ışık tutmaktadır. O saklamak istedikçe devleşen eseri Amerikan halkına mal olmuş hatta fanatik düzeyde takıntılı hayranlara sahip olmuştur. Hepimizin bildiği örneklerden biri de John Lennon’ı öldüren katilin olay yerinde bu kitabı bırakmış olması ve olay yeri inceleme ekiplerinin kitabın kapağını açınca karşılarına çıkan o kan dondurucu cümledir “Benim ifadem bu kitaptır”. Ronald Regan, suikastçısının evinde de bu kitap bulununca Holden’dan feyz alan katillerden korkmaya başlar insanlar. İşte Çavdar Tarlasında Çocuklar, böylesine güçlü bir metindir. Holden ise sahibini bile aşmış, romanesk ve Donkişotvari güçlü bir edebi karakterdir.

“… büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.”

Münzevi yaşamıyla tanınan, Amerika’nın dahi çocuklarından biri olan J.D. Salinger, birgün plajda küçük bir kızla tanışır, sohbeti ilerletir ve mektuplaşmaya başlarlar. Mektuplarından birinde ismi Jean olan kıza şöyle der “Bir gün benim izimi kaybedersen, öykülerimi oku…” 

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 25.sayısında yayınlanmıştır.