Kemal Varol

İkinci Yeni şairlerinden geriye kalan külliyatta en ince kitabın Cemal Süreya’ya ait olması boşuna değildir. Bir yandan şiirleriyle bu yeni akıma yön veren Süreya’nın en az şiir kadar düzyazıya da vakit harcadığını düşünürsek diğer şairlere oranla neden az şiir yazdığını da anlamış oluruz. Gerek kendi kuşağı gerek genç şairler gerekse de daha eski kuşaktan şairler hakkında en kapsamlı tespitleri çoğunlukla onun yazılarında görürüz. Belki bu durumda onun iflah olmaz bir dergici olmasının da payı vardır. Ama öte yandan bu durumda şaşırtıcı bir yön de bulunur. Bir şairin hem kendi kuşağı hem de gençler hakkında bunca yazmış olması çok rastlanan bir durum değildir. Bu vefa Türk edebiyatında az rastlanır türdendir. Dahası, Cemal Süreya, dostları veya sevdiği şairlere olan vefasını sadece düzyazıyla da göstermez. Turgut Uyar ve Edip Cansever gibi kendi kuşağından şairler kadar, Metin Altıok gibi daha genç,  Pir Sultan ve Yunus Emre gibi daha “eski” şairleri kendi şiirlerinde anmaktan çekinmez.

Cemal Süreya’nın Papirüs deneyiminden de biliyoruz. Belirli aralıklarla çıkardığı bu dergi için genç şairlere bizzat ulaşır Süreya. Dergideki değerlendirmelerinde genç şairler hakkındaki övgülerini eksik etmez. Böylece bir yandan yeni bir akımının kanallarını açık tutar, bu akımdan başka şairlerin doğmasına önayak olur, diğer yandan da bitmez bilmez bir merak duygusuyla başka şairleri anlamaya çalışır. Kendi şiirini de bu yolla hep diri tutar. Şiirini yeni deneyimlere karşı açık tutar.

Yine de hep bir sorun var gibidir. Başka şairler, hatta ülkenin tanınmış simaları hakkında bunca söz alan bir şair, öte yandan kendisiyle ilgili pek konuşmaz. Mustafa Kemal’den Turgut Özal’a, Turgut Uyar’dan Edip Cansever’e, Ece Ayhan’dan Metin Altıok’a kadar dönemin hemen hemen tüm önemli simaları onun yazılarında kendine yer bulur. Över, eleştirir, inceler, önemli tespitlerde bulunur, öne çıkarır ama bütün bunları yaparken de kendini geriye çekmeyi de başarır. Ama neden?

Onunla ilgili algımızı şiirleriyle olduğu kadar mektupları ve günlüklerinin satır aralarına gizlediği kimi ayrıntılara da borçluyuz. Özellikle ilk şiirlerindeki ironi hiçbir şekilde ele vermez onu. Erotizmle kuşanmış bu ironik yapı onun bambaşka bir şekilde algılanmasını sağlar. Dahası sonraki dönemde daha ustalıkla kullanacağı bu yapı ona bambaşka bir hale, bir tür zırh sunar. Fakat yine de şiirlerinde zaman zaman sahici bir acı belirir. Aile üyeleri ve çocukluğa indikçe beliren bu acıyı bütünüyle deşmez. Yeterince konuşmaz, yeterince anlatmaz, anlattığında ise ortaya saçılan bilgileri bir süre sonra ironiyle kapatma ihtiyacı duyar Cemal Süreya. Garip bir tedirginlik içindedir hep. Atlatmaktan, deşmekten çekinir ama öte yandan anlatmadığında da sahici olamadığını fark eder. Bu yüzden hep bir ara bölgeden konuşur gibidir Cemal Süreya şiirleri. Bir süre sonra da, şiirlerinde sözü ya başkalarına getirir ya da ironi bu anlarda bir tür kurtarıcı vazifesi görür.

Ama neden? Günlüklerinde bile başına gelenleri uzun uzadığa anlatmaktan neden çekinir Cemal Süreya? Neden doğduğu şehri değil de yedi yaşındayken ailesiyle göç ettiği Bilecik’ten söz eder hep. Başka şair ve yazarlar hakkında bunca söz alan bir şair neden kendisiyle ilgili hep ketum davranır? Bir kere olsun ağız tadıyla “ben” demeye neden çekinir?

Bu soruların cevabına birkaç yerde birden yaklaşırız. İlkinde Ece Ayhan’la konuşmaktadır: “Ortaokulu bir serçe kentte okudum. Bilecik’te. Ailemiz sürgündü orada.” İkincisine de Zühal Tekkanat’la yaptığı bir söyleşi rastlarız: “Korkuya gelince, bu önemli Zühal! Her şeyden önce bir Dersimli olduğumu düşün. Devletin gölgesini duyumsasam korkarım! Yasa denen şeyin ne olduğunu bilmeme karşın ‘yasa’ geçen sözlerden korkarım.”

Cemal Süreya 1931 yılında doğar. Yedi yaşındayken Dersim meselesi başlar. Olan biten her şeyi bir çocuğun gözleriyle görmüştür. Sonra unutmuş, kendisini şiirle örtmüş, durmadan yazarak, başkaları hakkında durmadan söz alarak kendisini görünmez kılmaya çalışmıştır bir bakıma. Bu çabasında belki vefanın da payı vardır, kimbilir. Ama başkalarından çokça söz etmenin kendini gizlemenin bir yolu olduğunu çok erken fark etmiş gibidir Cemal Süreya.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 16.sayısında yayınlanmıştır.