Umur Çelikyay

Çevirmenliğe, dile ve teknik konulara yatkın olduğum için çevremden gelen talepler doğrultusunda başladım. Önceleri, tanıtım broşürleri, kullanım kılavuzları gibi teknik işler yaptım ve çeviriye olası bir meslek olarak bakmadım. Daha sonra daha fazla beceri, deneyim ve uzmanlık gerektiren onarım ve bakım kitapçıkları, yasal metinler, anlaşmalar ve sözleşmeler, şartnamelerle boğuşmaya başladım. Mühendislik, sanayi, elektronik, bilgisayar, inşaat, çevre, hukuk, petrol gibi geniş bir yelpazede titizlikle binlerce sayfa iş çıkarttım. Hacettepe Üniversitesi’nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı dalında eğitim gördüğüm sıralarda da keyif için edebiyat, özellikle de şiir çevirileri yapıyordum. Zamanla sanat, felsefe, psikoloji, sosyoloji, işletme, tarih gibi konulara da el attım. Çevirmenliğin yanı sıra, uzun yıllardır yazarlık ve akademik yazı hocalığı da yapıyorum. Bu iki uğraşın çevirmenlik mesleğini çok iyi tamamlayıp beslediklerini düşünüyorum ve bu açıdan kendimi şanslı sayıyorum.

2015 yılından beri, İngilizce dilinde yazılmış en karmaşık edebi yapıt kabul edilen James Joyce’un Finnegans Wake adlı romanının Türkçesi üzerinde çalışıyorum. Eserin birinci kitabı, Ocak 2016’da Aylak Adam tarafından yayımlandı; ikinci kitap ise Ekim 2017’de okurlarla buluştu. Bunun yanı sıra, 2017’de Koç Üniversitesi’nin Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi için Youssouf Bey adlı araştırma kitabının çevirisini de tamamladım. Bu aralar, Finnegans Wake’in çok bilinmeyen bir ön çalışması niteliğinde olan Finn’s Hotel adlı Joyce derlemesinin çevirisini de tamamlamak üzereyim. Finnegans Wake’in çevirisini tamamladıktan sonra çok sevdiğim Wallace Stevens ve Charles Olson gibi Amerikalı yazarların çalışmalarına yönelmeyi planlıyorum.

Yaklaşık otuz yıldır yaptığım ticari çevirilerin üzerinde adım yok. Ancak bu durumu çok da garipsemiyorum zira çevirmenin öncelikle görünmez ya da fark edilmez olması gerektiği kanısındayım. Daha doğrusu, çevirmenin kişiliği, kimliği, karakteri –özellikle de egosu– yapılan işin önüne çıkmamalı ve hedef dile aktarılan metin, kusursuz ve sanki hiç çevrilmemiş kadar doğal olmalıdır. Metin, çevirmenin süzgecinden geçip onun zihninde yeniden oluşsa bile, okurun sonuçta maruz kaldığı, çevirmenin dili ve sesi olsa da durum bu. Yazarın sesini ve tarzını doğru olarak yansıtabilmesi için çevirmenin aynı zamanda becerikli bir yazar da olması beklenir.

Çevirinin düzgün ve aslına sadık olabilmesi için çevirmenin her seferinde çalıştığı işe dair gerekli araştırma ve soruşturmayı yürütmesi, gerekli özeni göstermesi mesleki sorumluluğudur. Çevirinin bu etik yönünün yeteri kadar vurgulanmadığı kanısındayım. Üretilen işler bir çeşit denetleme mekanizmasından geçmiyorsa, niteliksiz çevirilerin piyasaya sürülmesi tehlikesi her zaman vardır. Durumun ne kadar vahim olduğunu anlamak için bazı televizyondaki dizi ya da belgesellerin çevirilerini incelemek yeterli. İyi bir çevirmenin hem hedef hem de kaynak dili çok iyi bilmesi gerekir.

Çevirmenin, ayrıca çalıştığı konularda bilgi sahibi olması, en güncel gelişmelerden ve terminolojiden haberdar olması, gerektiğinde konuya dair nasıl ve nerede araştırma yapacağını bilmesi beklenir. Araştırma, çeviri faaliyetinin getirdiği ek bir yük değil, ayrılmaz bir parçasıdır. Çevirmenin kaynak dil konusunda eksikleri varsa ve de bunları gidermek için araştırma yapmaktan kaçınıyorsa sonuç kötü olabilir. Hedef dil konusunda beceriksizse ya da özensiz davranıyorsa da kaynak metne karşı haksızlık yapmış olur. İyi bir çevirmen tek bir sözlük ile yetinmez. Gerektiğinde onlarcasına bakar, uzmanlara danışır, hedef ya da kaynak dilde emsaller bulmak için uzun ve karmaşık araştırmalar yapar. Sözcüklerin ve dilin nasıl kullanıldığına bakar; etimoloji, morfoloji ve dilbiliminden anlar.

Çeviri tamamlandıktan sonra metnin “tadına bakılması” yani doğal olmayan kısımların bulunup düzeltmesi için dikkatle yeniden okunması gerekir. 

Arka Kapak dergisi 27. sayı