Sadi Tekelioğlu

Benim çevirmenlik hikâyem; doğumumu takip eden aylarda, bana henüz ad konmamışken aileme hediye edilen bir Kur’an-ı Kerim tercümesiyle başlar. Eski başbakanlardan Prof. Dr. Sadi Irmak tarafından Türkçeye çevrilen Kur’an’ı inceleyen babam başbakanın adından ve yapılan işten etkilenerek benim de Sadi Irmak gibi çeviriler yapan alim bir adam olmamı dileyerek onun adını bana vermiş. Yani ben, “Çeviriyorum, öyleyse varım,” derken şaka yapmıyorum.

2011 yılında Kopenhag’da düzenlenen edebiyat festivali, CPG: LITT esnasında Kalem Ajans yetkililerinden sayın Mehmet Demirtaş’la tanışmam, çevirmenlik dünyasına geç de olsa profesyonel olarak adım atmamı sağladı. Geç başladığım edebiyat çevirileri alanında aradan geçen sürede arayı kapattığımı düşünüyorum. 6-7 yıllık süre içinde bugüne kadar 10’u Dancadan Türkçeye çeviri olarak Türkiye’de, biri de Türkçeden Dancaya çeviri olarak Danimarka’da yayımlandı.

Başlıktaki yargıya nereden vardım? Bugüne kadar Dancadan Türkçeye çevirdiğim 10’u yayımlanmış 14 kitaplık dil yolculuğu boyunca girip çıkmadığım alan kalmadı. Tarım aletleri pazarlayan şirketlerin ürün sayfalarındaki balya makinelerinin çalışma yöntemlerinden Stockholm şehir planına, askeri rütbelerden eski Yugoslavya’nın tarihine, Freud’dan Beyaz Rusya’ya, 18. Yüzyıl’da yazılan vodvil ve kasidelerden psikoloji, fizik, kimya, matematik, arkeoloji ve daha aklınıza gelebilecek birçok alan… Dünyanın dört bir köşesini ve meselelerini görmemi sağladığı için çevirmenlik artık bir yaşam biçimi, dünyayı algılayıp özümlememi sağlayan bir uğraş haline geldi benim için.

İngiliz edebiyatı eğitimi almış, 30 yıldır yaşadığım Danimarka’da anadilim düzeyinde Danca öğrenmiş biri olarak bu dillerde üretilmiş, film, müzik ve edebiyat eserlerinin keyfini özgün dillerinde bolca çıkarmış biriyim. Bu keyfi, bu dilleri bilmeyen okuyuculara da yaşatmak, onların da bu güzelliklerden haberdar olmalarını sağlamak inancı, profesyonel edebiyat çevirmenliği alanında iyi bir itici güç oldu benim için. İşte tam da bu yüzden yaptığım çevirilerde cümlelerin çeviri kokmamasına azami özen gösteriyorum; okuyucuya sanki o eser ilk olarak Türkçe yazılmış duygusu yaşatmaya çalışıyorum.

Danimarka’nın küçük bir ülke ve kültür merkezinin başkent Kopenhag olması, kitaplarını çevirdiğim yazarlarla çeviriye başlamadan önce oturup bir şeyler içme olanağımın bulunması -ki bunu çok yaptım- ve en önemlisi de Türkçeye aktaracağım dili konuşan insanlarla bir arada yaşamam işimi kolaylaştırıyor ve daha eğlenceli hale getiriyor.

Danca dar bir dil. Dardan kastım dilsel fakirlik değil. Gramer yapısı, Türkçeden tamamen farklılık gösteren bu dil yaklaşık 5 milyon kişi tarafından konuşuluyor. Danca’nın sınırlı sayıda insan tarafından kullanılması ve bu dilde iki yönlü çeviri yapan emekçilerin sayısının azlığı bilgi-görgü alışverişini sınırlayan bir durum. Zaten çevirmenlik yalnız bir iş, bir de üstüne sizin yaptığınız işi yapanların azlığı eklenince yalnızlık duygusu daha da artıyor. Bunun çözümünün yayınevlerinin, edebiyat ajanslarının çevirmenlerini arada bir de olsa buluşturacak atölyeler olduğunu düşünüyorum, ki bu konuda parasal ve mesleki destek sağlayacak büyükelçilikler, kültür kurumları mevcut.

Çevrilen metnin yayına hazırlanma sürecinde editörlerle çevirmenlerin mutlak surette yakın bir diyalog içinde olmaları gerekiyor. Örneğin, çevirdiğim bir kitapta benim yazdığım dipnotu beğenmeyip kendi dipnotunu yazan ve tamamen yanlış bilgileri kitaba koyan editörü asla unutmayacağım. Halbuki, beni arayıp dipnotu biraz açıklamamı istese durum bu kadar acıklı hale gelmeyebilirdi.

Bugüne kadar hep roman ve öyküler çevirdim. Hâlâ masamda çevirmeyi çok istediğim 3-4 roman duruyor. Bunlarla ilgili çalışmalar da devam ediyor, ama roman ve öykülerden sonra Kuzey mitolojisi, Vikingler gibi konuları ele alan kapsamlı kurgu dışı kitapları da Türkçeye kazandırmak istiyorum. Umuyorum bu konuya el atacak yayınevleri çıkacaktır. 

Arka Kapak dergisi 36. sayı