Farsçadan Çeviren: Dr. Musa Balcı

Sayın Bekâyî, Hermann Hesse’ye ilginiz nasıl başladı?

Amerika’da bulunduğum yıllarda, Hermann Hesse’in eserlerinin kitap okurları arasında büyük ilgi gördüğüne şahit oldum. Her kitapçıda, bu yazarın kitaplarının bulunduğu bir bölüm vardı. Amerikalılara göre çok satanların bir parçasıydı. Bu eserlerden birini okuduktan sonra, yazarın düşüncesiyle doğu düşünürleri arasında büyük bir yakınlık bulunduğunu fark ettim. Yapılacak bir karşılaştırma sonucunda, Hesse’in yaklaşımıyla İran irfanı ve Fars edebiyatı arasındaki benzerlik görülebilir. Özet olarak Hayyam, Mevlana ve Attar ile fikrî yakınlıkları var. Aynı şekilde doğu mütefekkiri İkbâl-i Lahorî’nin eserlerini incelediğimde de gördüm ki; Hermann Hesse’in eserlerinde ortaya konulan bazı hususlar, İkbal’in yaklaşımıyla büyük benzerlik ve yakınlık göstermektedir. Bu durum, dünyaca ünlü yazarın eserlerine daha derin bir bakışla eğilmem gerektiğini gösterdi. Zaman içerisinde onun diğer eserlerini okudukça, doğu düşüncesinin tesirinde olduğunu gördüm. Bildiğiniz üzere Hesse bir dönem Hindistan’da yaşamış ve bu yolculukları sırasında dünyanın doğusu ve doğulunun düşünceleriyle tanışmıştı. Bir zaman sonra tevafuken, İkbal’in Cavidnâme adlı eserinin Almanca çevirisi için Hesse tarafından yazılmış olan özel bir önsözle karşılaştım. İkbal-i Lâhorî’nin bu önemli eseri Annemarie Schimmel tarafından Almanca ve Türkçeye4 çevrilmiştir. Hesse yazmış olduğu önsözde İkbal’in düşüncelerinden övgüyle söz eder. Bu, onun eserlerine olan ilgimi artırdı. Ondan bir kitap daha çevirdim ve bununla Hesse’den çevirdiğim kitap sayısı on oldu. Eserlerinde ortaya konan düşünceler şark düşüncesiyle, özellikle de İkbal’in öğretileriyle ilişkilidir.

Hermann Hesse ve İkbal-i Lâhorî’nin konu ve düşüncelerindeki benzerliklere ilişkin daha açık örnekler verebilir misiniz?

Bu iki yazar ve düşünür “şeytan” konusunda aynı düşünceye sahiptir. İnsanlık düşüncesinde “iblis” kovulmuş olarak tanınmıştır. Fakat bu iki mütefekkirin düşüncesine göre şeytan “seçilmiş” olarak tanıtılır. Onlar, şeytanı kötüyü iyiden ayırma amili olarak görürler ve derler ki eğer şeytan olmasaydı insanoğlu için kötü bilinemezdi. Hesse ve İkbal, eğer İblis olmasaydı iyi olarak bildiğimiz şeylerin değerini belirleyemeyeceğimize inanırlar. İyilikleri tanıyıp takip edebilmemiz için şeytanın varlığını gerekli görürler. Aynı şekilde eğer zulmet (karanlık) olmazsa nurun değerini anlayamayız. Bu iki yazarın yaklaşımlarına göre iblisin varlığı zaruridir. Bu düşünceyi ilk olarak İkbal ortaya koydu. Hermann Hesse de Demian adlı meşhur romanında bu konuyu ifade eder.

Narziss ve Goldmund romanının mazmunlarından biri de aşktır. Acaba bu iki yazar, aşka aynı pencereden mi bakıyorlar?

Bakınız, Hermann Hesse batıda insana dair var olan tarife göre antropik ilke öğretisini de bilir. Bu düşünce ve insana dair farklı bakışın bir başka biçimi de İkbal’in eserlerinde vardır. Doğal olarak denilebilir ki insana ilişkin onların ortak yaklaşımında, insanî konular ve aşkta farklılıklar da mevcuttur. Hermann Hesse eserlerinde insana büyük değer verir. İdeal insan arayışındadır. İkbal de aynı şekilde ideal insana (insan-ı kâmil) ulaşma arzusundadır. Kendi ideal insanına ilişkin ortaya koyduğu özellikler, Nietzsche’nin özellikle üstün insanıyla5 benzerlikler taşır. İlginç olan bir husus da her iki yazarın Nietzsche’ye ilgi duymalarıdır.

Narziss ve Goldmund romanında bir tür ezeli-ebedi aşk ve akıl karşılaşmasını da görüyoruz, katılır mısınız?

Hermann Hesse aşk kavramını açıklarken sonunda muhatabını öyle bir noktaya çeker ki hakiki aşk başka bir şeydir. Roman kahramanı aşkın türlerini insan olarak tecrübe eder. Aşıkâne serüvenler çoğunun başından geçer fakat roman kahramanları, dile getirmeksizin okuyucuya aşkın başka bir şey olduğunu telkin ederler. Kanaatimce eserlerinde ortaya konulan bu değerli düşünceler dolayısıyla, dünyanın büyük üniversitelerinde kitapları inceleme konusu olmuş ve Hesse’yi tanıma kürsüleri Kolombiya ve Harward’da kurulmuştur. Eserlerinde çok katmanlı yapıyı ortaya koyan Hesse, felsefeyi romana taşımıştır. Hesse’nin romanları felsefi, psikolojik ve irfani olarak tanımlanabilir. Bunların birleşiminden ortaya Hesse adında bir kişi çıkar. Aktarıcılığın/romancılığın kurucuları arasında öncü bir isimdir ve yazı dili benzersizdir. Elbette çeviri sırasında nesrinin güzelliği bir açıdan kayboluyorsa da onun yaratıcılığı övülmeye değerdir.

Yazarın diğer eserlerinin yanı sıra, Narziss ve Goldmund romanı temsili manada çok daha renkli bir eserdir.

Doğrudur. Dediğiniz gibi Hermann Hesse’in bu romanı temsilidir. Bu romanında iki karakteri anlatı boyunca karşı karşıya getirir. Bu durumu anlatının sonuna kadar devam ettirir. Goldmund karakteri aşkın anne şefkati/merhamet yönünün göstergesidir. Narziss ise aklı sembolize eder. Bu da Jung psikolojisinin etkisini taşır. Jung insanların şuurunun anima ve animus olduğuna inanır. Yani her insan hem “erkek ruhu” ve hem de kadın ruhu taşır. İnsanların bir kısmında bu ruhun biri ötekine üstün gelir. Bu anlatıda Goldmund kadınlığın göstergesidir. Aşka inanma, mutluluk ve anın fırsat olarak değerlendirilmesidir. Jungcu deyişle kadınlık ruhuna bağlıdır; fakat Narziss düşünsel bir hadisedir. Bütün ömrünü keşiş olma ve nefsi arındırma arzusuyla geçirir, felsefi yaklaşımları vardır fakat Goldmund ötekinden farklı bir dünyaya sahiptir. Onların yola çıkış yerleri aynıdır fakat yolun ileriki aşamasında birbirlerinden ayrılırlar. Hermann Hesse bu romanında farklı maceralar ve serüvenler oluşturur ve okuyucuları bu düşünüşün derinliklerine daldırır. Bazen muhataplarını Narziss’e ve bazen de Goldmund’a doğru sürükler. Sürüklediği yer öyle bir yerdir ki okuyucu akıldan mı yoksa aşktan mı yana olduğuna kolayca karar veremez. Hesse öyle güçlü bir kaleme sahiptir ki okuyucunun seçimini de belirler ve bunlardan hiçbirinin tek başına bir kişinin isteklerinin sözcüsü olamayacağı anlatının sonunda anlaşılır. Goldmund, romanının sonunda âşıklığın bütün dünyevî lezzetler, sayısız maddî ve zahirî aşklarla iç içe geçmiş olduğunu; biraz olsun Narziss takip edilirse hayatın daha iyi tecrübelerle süreceğini itiraf eder. Goldmund’un aşkın tecelligâhı ve hayatın asıl anlamı (mutluluğu) olması ilginçtir. Fakat Narziss’in akıbeti manevî bir özellik taşır.

Hermann Hesse’in anlatılarında Narziss’in Hristiyan kilise zühdünü taşıdığı ve bunu eleştirdiği de söylenmiş olsun; anlatıcı salt bir Narziss taraftarı değildir. Goldmund’un ortaya koyduğu itiraflarda da Narziss’e dair bazı eleştiriler yer alır.

Evet, söylediğiniz gibi. Aynı şekilde, tat alma ve âşıklık gibi güç konuları Goldmund’da ele alır; Narziss’te de eksiltme durumunun amacı, tartışmanın öne çekilmesi, muhatabında bir düşünce uyandırma ve en sonunda muhatabın kendisinin hüküm vermesinin hedeflenmesidir. Bu anlatıda görürüz ki, yazar, Narziss’in mistiklik yaklaşımlarını, bu karakterin mutluluğu tatmayı istemeyişi nedeniyle eleştirir. Evet, Hristiyan münzevi ve nefsi arındırma anlayışına dönük kinayeli eleştirileri var. O, Hristiyanlıktaki ataleti ve dünya hayatını terk anlayışını eleştirir. Bu sebeple de bu eleştiriler için zaman olarak, bilinçli biçimde Ortaçağ’ı seçer, henüz Batı dünyasında da karşı yaklaşımları içinde barındıran Hristiyan ruhbanlık anlayışını eleştirir. Sonunda yazar şu kanaattedir: Hayattan kopma ve züht hiçbir zaman tek başına yaşamın ifadesi değildir.

Narziss ve Goldmund eseri bir otobiyografi olarak kabul edilebilir mi?

Evet. Böyle bir eserdir. Hermann Hesse’in bütün eserleri yazarının hayatından izler taşır. Doğuya Yolculuk kitabı Hayat Gemisi, Bilge ve diğer eserleri bir nebze de olsa yazarın hayatından ve düşüncelerinden bazı kesitler yansıtır. Bunların tümünde onun hayatından bir kesitin varlığı çok açıktır. Herman Hesse’in gerçek hayatına bakınca, kitaplarının birçoğunda kendisinin hayat serüvenini anlattığını kavrarız. Eserlerini yazarken, eserlerinin ana fikrini kendi hayatından alır; sonra bir roman yazarı olarak ona dal ve yaprak verir. Mesela Bilge kitabını, kendi çocukluk dönemi hadiselerinden yararlanarak yazmıştır. Fakat romanın sonu ile kendisinin yaşamış olduğu gerçek hayat arasında farklılık vardır. Ve bu farklılık da yaratıcı bir yazar için doğaldır. O, çok farklı deneyimler elde etmiş ve mühendislik, gazetecilik, kitapçılık gibi farklı meslekleri tecrübe etmiş ve romanlarında bundan yararlanmıştır. Fakat anlatımını öyle tatlı bir üslupla ortaya koyar ki okuyucu yazarın kendi hayatından aktardığını fark edemez bile. Siddhartha romanında da eski ve yeni kuşak karşılaştırmasını yapar. Sert mizaçlı ve mutaassıp babasıyla yaşadığı çatışmalar vardır. Gerçekte eski kuşak-yeni kuşak çatışması, yazarın kendi babasıyla yaşamış olduğu çatışmanın yansımasıdır. Sonunda babasıyla yaşamış olduğu çatışmalar onu dinî okuldan (medreseden kaçış) ayrılmaya sürükler. Hesse bu konuyu Narziss ve Goldmund kitabında ustaca ortaya koyar. Elbette olayın esası Siddhartha kitabında Buda karakteri üzerinden anlatılır.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 3.sayısında yayınlanmıştır.