Barış Yıldırım

René Descartes, Meditasyonlarda bugün artık felsefecilere oldukça uzak görünen bir tarzla, modern felsefenin temellerini attı. Rönesans etkisiyle gelişen sorgulayıcı düşünce, Tanrı’nın varlığını yadsımaya varan bir tutumla birleşmişti. Orta Çağ’ın devasa donuk yapısı tehdit altındaydı ve dönemin entelektüellerinin ve sanatçılarının yazıları, oyunları, eserleri sadece Tanrı fikrini değil uzun ve yıkıcı Orta Çağ’ın tüm dogmalarını sarsmıştı. Daha sonra modernizm, Aydınlanma, pozitivizm gibi isimlerle anılacak olan bir düşünüş tarzının temelleri atılıyor ve bu temel, eski dünyaya güçlü darbeler indiriyordu.

Ancak sorun bununla sınırlı değildi. Kilise’nin resmi ideolojisi diyebileceğimiz bir Aristoteles yorumu mevcuttu ve bu yorum özellikle Aristoteles’in hareketsiz ve donuk evren tasarımına dayanıyordu. Ancak Galileo gibi bilim insanlarının bu kabulü sarsan ve yok eden çalışmaları, dünyanın merkez olmadığı yönündeki bilimsel nitelikteki çalışmaları eski dünyanın krizini şiddetlendiriyor ve onu akıl kaynaklı her şeyi topyekûn reddetmeye yöneltiyordu.

René Descartes tam bu kriz anında ortaya çıktı. Bir yandan Galileo’nun fikirlerine katılıyor ve onu destekliyor; kendisi de fizik, mekanik, geometri alanında benzer bilimsel çalışmalar geliştirmeye çabalıyordu. Ancak tüm bunlar, Tanrı’nın varlığına inanmayı reddetmek şöyle dursun Descartes için aksine akla dayalı rasyonel düşünceyle de Tanrı’nın varlığını ispatlamaya dönük güçlü bir motivasyona dönüşüyordu.

Descartes için mesele, tüm bu krizi çözecek, bünyesinde eritecek bir felsefe ve daha da çok bu felsefenin temellerini oluşturmaktı. Meditasyonlar tam da bu amaçla yazıldı. Daha kitabın önsözünde filozof kitabın amacının Tanrı’nın varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü ispatlamak olduğunu belirtir. Evet, inananlar için kutsal metinler yeterlidir. Ancak Tanrı’ya inanmayan birisini Tanrı’nın gönderdiğine inanmadığı bir metne inandırmak mümkün olmadığından; kutsal metinlere inananların Tanrı’nın varlığına ilişkin bir bilgiden çok inanca dayanmalarından hareketle, Tanrı fikrini tehdit eden akıl silahıyla Tanrı’nın varlığını kanıtlamak sorunu çözecek ve böylesi bir felsefeyi sağlayacak temel ilkeler, geleceğe uzanan bir felsefenin temellerini de oluşturabilecekti.

Descartes, bu amaçla yazdığı Meditasyonlarda, her biri ayrı bir gün yapılan altı meditasyon kaleme alır. Meditasyonlar, adından da anlaşılacağı gibi filozofun kendisini önce tüm dünyadan ve giderek tüm duyum alanından soyutlayarak aklın içsel ilkel kaynaklarına ulaşma amacını yansıtıyordu. Ancak bu sorunlu bir uğraştı. Aklın duyumlardan arındırılması mümkün bile olsa, kendi içindeki kabulü nesnel/bilimsel bir bilgi için yeterli değildir. Aklın yanılmadığı önsel olarak kabul edilemezdi. Ancak Descartes bu soruna da bir yanıt buldu ve böylece modern felsefeye giden oldukça bir yol açtı. Bu yanıt, Balzac’ın daha sonra, bir başka bağlamda, “iffet ondan ibarettir” diyeceği “şüphe” kavramıydı.

Böylece sadece duyumlarımızla algıladığımız şeylerden değil aklımız aracılığıyla düşündüğümüz şeylerden ve hatta düşüncenin kendisinden de şüphe ederek kendi varlığını onaylamaya yöneldi. Şüphesinde haklı ya da haksız olsa da değişmeyen gerçek şuydu: Şüphe eden biri/bir şey vardır. Böylesi basit görünen bir çıkarımın ardından Descartes, kendi varlığını onaylamasını sağlayan akıl yürütme yöntemini kullanarak altı meditasyon boyunca Tanrı’nın varlığını ve Ruh’un ölümsüzlüğünü ispatlamaya çalıştı ve bunda, kendisine göre, başarılı da oldu.

Ancak ortaya bir sorun çıktı ve Descartes’ın şüpheci akılcılığı cisimsel varlığın, yani cansız ve/veya maddi şeylerin varlığının ruhani ve dolayısıyla Tanrı’nın kendisinden bağımsız olarak var olduğunu iddia etmek durumunda kaldı. Bu Kartezyen sistem olarak nitelendirilebilecek yeni varlık hiyerarşsi, Hıristiyanlık’ın ve tüm semavi dinlerin alışık olduğu Tanrı fikrinin çok uzağındaydı ve Descartes’ın Tanrı’nın varlığını ispatlamaya dönük çabasına rağmen dinsel otoriteler tarafından dışlanmasına neden oldu.

Böylece Descartes, hem kendisinden sonra gelecek Hume, Kant gibi isimler ve aslen tüm modern batı felsefesi için bir temel sağlamakla kalmaz, ki kendisi bu durumun bilincindedir, aynı zamanda filozofun trajik karakterine ilişkin de bize bir veri sunar: Tanrı’nın varlığına yönelen tehdidi bertaraf etmeye çalışırken tam da o tehdide hizmet eder hale gelmek ve Tanrı’nın varlığını daha da büyük bir riske atmak. Nitekim aslında Descartes Tanrı’nın cisimsel dünyanın dışında varlığını ispatlamaya çalışırken, cisimsel dünyanın Tanrı’dan bağımsızlığını ispatlayarak Tanrı fikrine de ölümcül bir darbe vurmuş olacaktı. Kendisinin ide ve bilginin kaynağı konusundaki öğretisine karşı sarsılması kolay olmayan bir “bilgini kaynağı olarak tecrübe/deneyim” öğretisiyle Hume, Tanrı fikrinin kalıntılarına son büyük darbeler vuracak, Spinoza cisimsel dünyanın bütününü Tanrı haline getirecek ve böylece Nietzscheci Tanrı’nın ölümü nosyonu giderek güncel hale gelecekti. Descartes’ın çağdaşı olan ve onun Tanrı tasavvurunu şiddetle eleştiren Pascal, Leibniz gibi düşünürler de yine Descartes felsefesinin trajik karakterine yapılan vurgular olarak görünebilir. Kitap aynı zamanda, Descartes’ın modern felsefe geleneğinde bugün artık biraz geride kalmış yerine bir giriş anahtarı olarak da işlev görüyor. Bu anahtarla Descartes, örneğin Ruhun İhtirasları çalışmasında oldukça özgün beden ve ruh tariflerine ulaşıyor ve Descartes’ın ifadesiyle “tamamlanması yüzyıllar sürecek” bir felsefe kurma çabasının ilk adımını teşkil ediyor.

Bu ürüne babil.com‘dan ulaşabilirsiniz.

Descartes’ın Meditasyonlarına itirazlar ve bu itirazlara yanıtları da içeren baskısı, Meditasyonlar, BilgeSu yayınları, Çev. İsmet Birkan. 190 sayfa, 2007.