Enis Batur

Cem İleri’nin Okurun Belleği başlıklı kitabını yayımlanmadan önce okumuş, o konudaki düşüncelerimi yazmıştım (K 24). Bir tanıdığım, “çok önemli bir kitap” olarak sözettiğimde, ‘yakın’lığımız nedeniyle yargımdaki duygusallık payını sorguladığında yanıtladım:
Benimkisi hiç şüphesiz öznel değerlendirmedir, başka türlü nasıl olsun: Yazan, öznedir. Bu, değerlendirirken nesnel yaklaşıma bütünüyle sırt dönüldüğü anlamına kesinkes gelmez, kaldı ki, günü gelmiş, ‘yakın’ım bilinen yazarların yapıtlarını hafif sayılamayacak eleştirel yargılarla değerlendirmişimdir; küskünlük, bazan da öfkeli tepki yaratan ‘kopuş’lar doğuran çıkışlardı, anımsatmak isterim. Hiç mi kollamamışımdır ‘yakın’larımı, yazı masamda — pek az örnek gösterilebilir: Kollamaksa, susarak yaparım bunu: Evet, kırmayı göze alamayarak.
Dolayısıyla, Cem İleri’nin kitabını “çok önemli bir kitap” nitelemesiyle ele alıyorsam, bu, benim gözümde nesnel bir özne yorumu. Dahasını söylemeliyim: Okurun Belleği kuşağımın eleştirel okuma bağlamında ürünler ortaya koymuş temsilcilerinin (benim, Demiralp’in, Koçak’ın, Ergüven’in) bir basamak üstüne çıkmış bir ‘iş’ bana kalırsa: Çıtayı yükseltiyor İleri.
Diyebilirim ki, bu yükselişte ‘biz’im payımız vardır, yazdıklarımızın katkısı sözkonusudur. Başka türlüsü güç: Yol, böyle uzayıp gider. Bağımsız yazarlar ortamında, dayatanlar çoğunlukta olsa bile, bir hiyerarşiden sözedilemez: Kişinin ustası bellediği ‘büyük’lerine saygı duyması onların altında kalacağı anlamına gelmez, tam tersine, saygının gereği üste çıkma, çıtayı yükseltmeyi hedef tanıma anlamını taşır. ‘Büyük’lere düşen de, bu gerçekleştiğinde görmek, kabullenmek, giderek kıvanç duymaktır. Övünmek gibi olacak (öyle de), “Tahta Troya”yı yazdığımda çıtayı yükseltmiştim bana kalırsa. Orhan Koçak, Kara Kitap çözümlemesiyle; Demiralp Tanrı Bakışlı Çocuk’la daha da yukarı çektiler çıtayı: İleri, şimdi bir üst basamağa gönderiyor bizi, okuru.
Asıl sorun, Akademia’da oysa. Dostum Ömer Madra’dan dinlediğim bir yaşanmış olayı yeniden anacağım: SBF’den mezun olduğunda, Ömer asistanlık sınavı için başvurmuş; kürsü başkanı Seha Meray ona “ben, kendimden üstün gördüğüm Cem Sar’ı yardımcı seçtim; sen Cem’in yardımcısı olmak istiyorsun, ondan üstün olduğunu, olacağını düşünüyor musun?”.
Şimdi, doğrusu bu da, uygulamanın böyle yürüdüğünü söylemek çok güç: Hiyerarşik düzeni korumak, “üst”te kalmak kaygısı genellikle hükmedeceğine hükmettiği adayı seçme yönüne saptırıyor ‘hoca’yı. Bize özgü durum mu, hayır: Georges Steiner’ın canalıcı kitabı Ustalar ve Çömezler dehşetengiz panoramayı sunuyor. Öncesi var: Feyerabend’in dilimize de çevrilen anıları. Öncenin çok öncesi : Daidalos’un kendisinden parlak olabileceğinden şüphelendiği öğrencisini eliyle öldürmesinin öyküsü, kökün hangi derinliğe indiğinin kanıtı.
Akademia, özgüveni yüksek ustalara yeraçtığı ölçüde bu tıkanıklık olasılığını bertaraf edebilmiştir. Collège de France’a aday gösterme süreci baştan uca doğru yaklaşımların anekdotlarıyla dolu. O kesitte hiç mi kıskançlığa, çekemezliğe, çirkin gözardı etmelere rastlanmıyor, şüphesiz örnekler sıralanabilir; gene de, sistem oranı düşük tutmanın yolunu bulabilmiş, bulabiliyor.
Kendi payıma, anlamakta güçlük çektiğim konu, görmezden gelme eğiliminden ne umulduğudur. Karşımıza çıkan “iş” önemliyse, bizim ona sırtımızı dönmemiz de, tersini öne sürmemiz de gerçeğin özünü değiştiremez.
Tersine, çıtanın yükseldiğini görmek, kendi ayarlarını gözden geçirmek akıllı uslu davranış sayılmalı.
Okurun Belleği, bana Livingstone’un The Road to Xanadu’sunun çıkışını, yarattığı hizayı düşündürdü. Anglosakson eleştirisi, Akademia’sı ister istemez çıtanın yükseldiğini görmek durumunda kalmıştı.
Yerinde saymak isteyenler, olsa olsa, bir süreliğine ortamın yerinde saymasını sağlayabilirler — devran durmaz.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 9.sayısında yayınlanmıştır.