Enis Batur

Türkçe versiyonu 2016’da yayımlanacak bir kitabın özgün baskısı 2015 sonu Fransa’da okur önüne çıktı: Une Enfance Turque. Çocukluğu Türkiye’de geçmiş yerli ve yabancı otuzu aşkın insanın katılımıyla gerçekleşmiş bu kolektif kitabın tanıtımı için Paris’in en iyi üç kitapçısından biri olan Compagnie kitabevinde (öbür ikisi, bence, Tchann ve L’Ecume des Pages’dır), bir avuç katılımcı, bir avuç meraklı önünde söyleşi yaptık. Bir aşamada, Nedim Gürsel konuyu Philippe Lejeune’ün yaşamöyküsü bağlamındaki önemli kuramsal çalışmalarına getirdi ve yazarın “doğruluk kontratı” üzerinde durdu. Söz sırası bana geldiğinde çizgiyi sürdürdüm ve kontratın karşı yakasına eğildim:

Hiçbir yaşamöyküsü yazarı sonuçta okur önünde and içmese bile, varsaydığımız, onun bize “doğru”ları anlattığıdır. Burada, birinci sorunun bunun yazarın ne ölçüde elinde olduğunu, olabileceğini tartmakta yattığını söylemeliyiz: Bellek tuzaklarla, “alt”a sıkışmış verilerle, bilerek bilmeyerek silgi kullandığı kesitlerle doludur. İkinci sorunu, yaşamöyküsü yazarının yazmaya yanaşmadığı, bir bakıma bile göre özdenetim uyguladığı geçmiş tabakaları bağlamında görebiliriz: Etik, narsistik nedenlerle örtmeyi yeğlediği alanlar. Üçüncüsü, ola ki en kavurucu sorun: Yazarın yanlış anımsadıkları. Yazmasına yazmıştır, ama farkına varmaksızın saptırmıştır olup biteni. Beş kişinin katıldığı bir akşam yemeğine katılanları, sonradan, aynı yemeğe katılmış iki kişinin birden doğrulamaması, durumu açığa çıkarabilir — örneğin. Eleştirel basımlarda çok sayıda onarım çabası gerektiğini biliyoruz.

Une Enfance Turque
Elif Deniz
Bleu autour

Özyaşamöyküsü (autobiographie), yakın geçmişte yanına aykırı bir gölge olarak sokulan özkurmaca (auto-fiction) tarafından sallandı. Çakıştırılmayan, kaldı ki çakıştırılması uygun düşmeyecek iki yazı türü. İlkindeki “doğruluk kontratı” beklentisini “kurmaca”yı içleştirerek bertaraf ediyor ikincisi: Ondan tamıtamına gerçeği yansıtması, temsil etmesi beklenmiyor.

Her yazarın yöneldiği yol değil yaşamöyküsü kurmak. Yazarlara özgü, edebiyatın tekelinde bir tür hiç değil: Bugün, her meslek dalından her uğraştan insan ‘hayatını yazma’ isteğiyle yanıp tutuşuyor. Yazmayanlar çevrelerindekilere anlatıyorlar. Geçmişini susarak kendine saklayan pek az kişiyi alabildiğine çekici kılan, sisin ortasında durmayı yeğlemeleri.

Compagnie kitabevi seansında, özgün olmayan bir düşünceyi dinleyicilere anımsattım: Çocukluğumuzu daha çok icat ediyoruz. Şüphesiz anımsayabildiklerimizden hareket ediyoruz anlatmaya koyulduğumuzda; gelgelelim, özkurmacadan, auto-fiction’dan öteye geçmek ne kadar elimizdedir bilemiyorum. Çocukluğumuzu cennete ya da cehenneme yaraşır ortamlarda geçirdiğimizi dile getiriyorsak, bu genel kanımız uydurmadır, demek istemiyorum: Anımsayabildiklerimizin arasını kateden geniş boşlukların bir bölümünü kuruyor, evet, düpedüz icat ediyoruz.

Aragon
Philippe Forest
NRF

2015 yılı sonunda yayımlanan bir başka kitap, Philippe Forest’in Aragon biyografisi, bu efsunlu şairin özyaşamöyküsel düzlemde pek çok efsane uydurduğunu, çarpıtmalara başvurduğunu, kimi temel bilgileri sakladığını kanıtlayan belgeler içeriyor. Kitapla aynı günlerde ölen, yüzyılın en ünlü pezevengi “Madame Claude”la ilgili bir belgesel, kadının handiyse bütün yaşamsal verilerini uydurduğunu göstermişti. Uğur Tanyeli ise, daha önce de konuya değinmiştim, Sedat Hakkı Eldem’in, “cv”sinde bile isteye yanlış verilere yer verdiğini, hiç tanışmadığı Le Corbusier ile çalıştığını ileri sürdüğünü belgelemişti. Yaşamöyküler kataloğu, benzeri daha nice yanlışlar barındırıyor.

Biyolog Jean Rostand’ın cümlesini ikidebir anarım: “Kuramlar geçer, kurbağalar kalır.” Bana öyle geliyor ki, Lejeune ve arkadaşlarının çalışmalarını yabana atmak aklımdan geçmese de, onların bıraktığı yerden, “doğruluk kontratı” yeniden ele alınmalı.

Bu yazı Arka Kapak dergisinin 8.sayısında yayınlanmıştır.