İlknur Urkun Kelso

Kendisine başarılı, deneyimli veya benzeri bir sıfat yakıştıramayan alaylı bir çevirmenim ve ciddi bir kitap dergisine yazı yazmaya normal koşullarda yeltenmezdim. Ama tam da Gizem Yiğit’in yönelttiği “Çevirmenlik nedir, nasıl yapılması gerekir, ne tür sorunlarla karşılaşılır?” sorularını kafama döndürdüğüm günlerde bu çağrıyla karşılaşmamı manidar buldum ve bu işe kalkıştım. O sırada, gündeminde çevirmenlerin sorunlarının da bulunduğu yeni bir yayıncılık girişiminin ilk toplantısı için hazırlanıyordum. Gündemimizdeki sorunları ne kadar çok yerde dile getirirsek çözüme o kadar yaklaşırız diye düşünerek bu yazıyı yazıyorum.

Çocukken edebiyatçı, üniversitede akademisyen olmak isterken mezuniyetten sonra çeviri yapmaktan büyük zevk aldığını fark etmiş bir şehir plancısıyım. Yüksek lisans döneminde bir dernek için gönüllü çeviriler yapmaya başladım. İlk çevirimi gönderirken pek çok eleştiri ve düzeltme bekledim ama hiç eleştiri almadım. İşte o noktada, nasıl bir özgüven geldiyse, elimde 600 sayfalık bir kitapla (1968, Mark Kurlansky) büyük bir yayınevine koştum. Çok tanınmış bir editörün deneme çevirime yaptığı yorumlardan sonra tekrar kitap çevirmenliğine heves etmem altı sene sürdü.

Bu “çevirmenliğe giriş” dersinden sonra serbest çevirmen olarak geçinmeye çalıştığım dönem üniversitedekinden çok daha ağır sınavlardan geçtiğim bir eğitim süreciydi. Bir bakıma çıraklık dönemiydi ama ustası olmayan bir çıraklıktı. Derken bir gün kitap önerilerimi heyecanla karşılayan bir yayınevi buldum. Yine bol bol eleştiri alacağımı düşünerek ilk çevirimi gönderdiğimde yeni kitaplarda birlikte çalışma teklifi geldi. Kendimi acemi gördüğüm için maddi beklentimi çok düşük tutarak bir süre daha bu şekilde çalıştım.

Ustasız çıraklık demiştim; elbette mesleki gelişim öncelikle kişinin kendi çabasına bağlı ve belki çevirmenleri her anlamda destekleyen güzel, köklü kurumlar da vardır. Fakat genellemeye çalışırsak yayıncılık dünyasında çeviri/çevirmen bol bulunan ve dolayısıyla değersiz bir emtia. Çoğu yayıncının çevirmenle uzun soluklu bir ilişki kurma, çevirmene bilgi, deneyim katma niyeti olmuyor; bunları yapabilen butik yayıncıların ise yeterli bütçesi… Benim uzunca bir süre deneyimsizliğime atfettiğim maddi sorunların en kıdemli çevirmenler için bile geçerli olabildiğini şimdi üzülerek fark ediyorum. Kitap çevirmenliğinde sosyal güvence, iş sürekliliği, asgari bir gelir, bazen sözleşme bile lüks. Künyede adı bile geçmeden çalışanlar, telif ödemelerini alamayanlar… Tabii ki çevirmenlerin maddi sıkıntıları için bir sürü gerekçe var: Telifler dövizle alınıyor, Türkiye’de kitap satılmıyor, kâğıt ithal, komisyonlar yüksek vb.

Sonuçta yaklaşık beş senedir sürdürülebilir yaşam ve popüler bilim alanlarında İngilizceden Türkçeye kitap çevirisi ve redaksiyon yapıyorum ancak arzu ettiğim gibi sadece kitap çevirmenliği yapamıyorum. En son Eylül ayında bir çevirim yayımlandı (Neandertal, Trend Yayınevi) ancak kısmen yukarıda bahsettiğim sorunlar nedeniyle şu anda üzerinde çalıştığım ya da sırasını bekleyen bir kitap yok. Bunun yerine yayıncının çevirmeni her anlamda desteklediği bir süreç, çevirmenin kaliteli çeviri üretebilmesi için (projeye yönelik araştırma, genel okuma ve emeğinin yeniden üretimi dâhil) yeterli süre ve bu süre için açlık seviyesinin üzerinde bir ücret gibi şeyler hayal etmekle meşgulüm. Diğer taraftan 2015 yılında çevirdiğim bir kitabı ve piyasa koşullarında yayıncı bulamayan benzer kitapları okuyucuya ulaştırmanın yolları üzerine kafa yoruyorum.

İşte bu tür hayalleri olan bir grup insanla da birbirimizi bulduk ve çalışmaya başladık. Bu tür “başka bir yayıncılık mümkün” girişimlerinin kaçıncısı olacak kim bilir; ama Goethe’nin deyişiyle, “Çözümde görev almayanlar, sorunun bir parçası olurlar.” 

Arka Kapak dergisi 29. sayı