Yeni, soruşturmacı, esprili bir yayınevi olan Dedalus, geçtiğimiz aylarda ikinci yaşını kutladı. Dedalus, kısa sürede okurun kitaplarını yan yana sıraladığı yayınevlerinden biri oldu. Başarılı kitap kapakları ve nokta atışı yazar tercihleriyle şimdiden okurun sevgisini kazandı. Biz de genç yaşında on altı dilden Türkçeye eser kazandıran Dedalus’un hikayesini merak ettik ve kurucusu Sedat Demir’le bir araya geldik. Kendini tek kelimeyle ‘okur’ olarak tanımlayan Demir, kitapla bağını Gollum’un evrenle ilişkisine benzetiyor. Yani “sevdiği kitapları en yukarıya koyan, sonra da onlara yakın durmak için tavanda yürümeyi öğrenen kişi” olarak tanımlıyor. Sedat Demir, harflerden başlayarak ince ince işlediği yayınevi Dedalus’un hikayesini anlattı. Söyleşi: Nihan Bora Dedalus Kitap’ın sahibi Sedat Demir’i tanımak isteriz… İnsanın kendini tanımlaması biraz zor. Dışarıdan bakamıyoruz ya kendimize. Ne diyebilirim? Benjamin ve Ong üzerine doktora tezi yazıyorum; daha önce de Eco çalıştım. Bu ikisinin arasında durmak epey sağalttı beni diyebilirim. Aslında bir tek şeyin yanında duramadım şimdiye kadar, yaklaştığımı fark ettiğimde o bir’i, hemen iki yaptım. Biraz karışık oldu sanırım. Şöyle diyeyim: Yaşam oldukça sıkıcı, sıkıcılık tek başına anlamsız, ikinci bir şeye daima ihtiyaç var. İroni ve mizah için. Böyle katlanılıyor hayata. Kültürün temel ihtiyacı da bu. Yine karmaşıklaştı iş. Yazının her yerinde yer aldım. Editörlükten, reklam yazarlığından çevirmenliğe kadar. Öncesinde Karaköy’de hırdavat peşinde koşuşturmuşluğum ya da bir ihracat firmasında İrlandalılarla Sultanahmet köftesi de yemişliğim var. Ciddiyim. Tek kelimeyle iyi bir okur olmaya çalışıyorum. Okurum! Şimdi oldu. Bir de üç kelimeye yürekten bağlıyım: Acemi, sarsak ve şaşkın. Kitapla olan bağınız, ilişkiniz nasıldı anlatır mısınız? Benzetme tanımak için en iyi yol. Mesela kitapla ilişkimi, Gollum’un evrenle ilişkisine benzetebiliriz. Sevdiği kitapları en yukarıya koyan, sonra da onlara yakın durmak için tavanda yürümeyi öğrenen. Yürürken tıslayan bir ilişki. Şaka bir yana hayatımın önemli bir bölümü böyle geçti. Bundan da kurtulmak için en değerli kitaplarımı sahaflara sattıktan sonra, biraz iyileştim. Acıydı icra ettiğim eylem ama sanırım biraz akıllandım. Küçük bir dipnot düşebilir miyim? Elbette… Kitaplarını sahaflara satmak zorunda kalanlara minik bir tavsiye: Hepsini birden götürmeyin, çantanızda en fazla beş-on tane olsun. Parça parça satın, daha çok para ediyor. Şöyle bir şey de oldu: 1890 baskılı Decameron’u gözümü yumup çantaya attım, ama bir türlü çantadan çıkarıp satamadım. Şimdi, sekiz bin ciltlik kitaplığımın kraliçesi. Harikaymış… Peki, “bu yayınevini kuracağım” dediğiniz âna gidelim mi? Korkunç sorular bunlar. En kötü günümde, ki insanın en fazla birkaç tane en kötü günü vardır, herkesin sadece akşamları doldurduğu, gündüzleri hiç uğramadığı bir çaycıda, sabah sabah otururken, “bu böyle gitmeyecek, neyi yapmak istiyorsan onu yap, ama en iyisini yap, belki hayatta kalırsın” demiştim. Bu konuyla ilgisi olmayan başka bir şeye; duyguya ya da düşünceye-düşüncesizliğe o kadar saplanıp kalmıştım ki- çıkamıyordum. Sanırım ona duyduğum ilginin yoğunluğunu, sevdiğim başka bir şeyle yaşarsam iyi olur diye akıl etmiştim. Ama oldukça kişisel meseleler bunlar. Karar verdim ve sabırlı olmak zorunda olduğumu biliyordum. Ne derler, bilirsiniz, “Yaşıyorsanız ölmemişsiniz demektir.” Ya karardan sonrası? Sadece editörlüğü biliyordum ve birkaç kişiyi tanıyordum. Dedalus’a benzemeyen başka bir yayınevinde arkadaşımla ortak oldum ve orada bir anlamda staj yaptım. Bir iki yıllık bir süreçti ve birlikte Dedalus’u zaten kuracaktık. Daha sonra ona edebiyat yayıncılığının olası güçlüklerini anlattım ya da o hissetti ve benimle ortak olmaktan vazgeçti. Daha sonra isimler, marka isimleri çıkardım ve çok ünlü bir romancı arkadaşımla Dedalus ismine karar verdim. Dedalus kelimesi çok köklü bir yayınevi ismini çağrıştırıyor şimdiden. Önce kelimenin sizdeki anlamlarını öğrenebilir miyiz? İki kere okudum, yine yanlış söylüyorsam adını affedin, ama düzeltmeyin ne olur, Joyce, ‘Bir Genç Sanatçı Olarak Adamın Portresi’ adlı roman kahramanını ilginç bulurmuş. Özellikle adını. İlginç çünkü, ne işi var mitolojide parlak fikirlere sahip olan bir insanın isminin bu romanda? Ben de ilginç buldum. O yüzden. E tabii bir de koca Umberto’nun nickname’i olarak bilinir, kendi piyasasında, Dedalus. Emin değilim ama bir de Dedalus, sorunları bilgece ve kurnazca halleden adama deniyormuş Yunancada. Bu saydığınız anlamları, Dedalus’un yayın çizgisini de belirliyor sanki? Açıkçası bazen, “Ya ben şimdi burayı bırakıp gitsem ne olur, aslında ne iyi olur” gibi düşünceler de taşıyorum. Tam bunun yollarını bulmuşken, karşıma Nobel ödüllü Johannes V. Jensen’in ‘Kralın Düşüşü’ adlı kitabının çevirisi çıkabiliyor. Okuyunca keyif alıyorum. “Tamamdır” diyorum, devam! Ama daha net olacaksam, anahtar kelime gruplarını söylemeliyim. ‘Yeni’, ‘kendi içinde edebiyatın varlığını soruşturan’, ‘hey, ironi de olmalı’, ‘sosyal bilimlerden bahsediyorsa azıcık renkli olmalı ama işin suyunu çıkarmamalı’ gibi. Yayınevi kurmak pek de zor değil. Sanki artık sürdürülebilir olmak daha kıymetli. Ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili? Aslında benim için kurmak da zordu. Herkesin on dakikada hallettiği bir evrak işini ben aylar içinde tamamlayabiliyorum. Ama yaptım işte, bu benim için büyük başarı. Sürdürülebilir olma konusunda düşündüklerim, şikayet kutusundan çıkacak olanlara benzeyecek ve ben sözcüklerimi sevmeyeceğim. Ama özetleyeyim, bu işin sürdürebilirliğini engelleyenler daha çok kitap dışı konular, kişiler. Bir de herkesin bildiği piyasa şartları. Özellikle yine herkesin, dediğimde şaşırmayacağı, yayıncılıkta dağıtım aşaması. Basacağınız kitapları neye göre seçiyorsunuz? Öncelikle yenilik. Sonra yazarının ne yaptığının farkında olması. Bu kolay bir şey değil bu arada. Yazar, yazdığının kastını iyi bilecek. Metin, kendisinden öncekilere ve sonrakilere de yaslanacak. Biçim yeni olacak ama dünyaya anlam katacak. Ucuz bir raconu kesiyor gibi görünüyorum, ama pratikte dediğim şeyleri umursayan üç beş kalem vardır dünyada. Onlara yakın durmaya çalışan yazarların kitaplarını önemsiyorum. Yazınsal olana kafa yoran herkesin metnini din, dil, ırk, cinsiyet, yaş ve dünya görüşü ayırt etmeden önemsiyorum. Dedalus’un en büyük iddiası nedir? Düşüneyim. Aslında avcıyım. Yani Dedalus bir tür avcı. Avcıyken bir şeyin, nasıl iddiası olur, bunu da düşüneyim. Eğer az önce bahsettiğim sözcük gruplarını gözden geçirecek olursam, bu dizge içine dahil olabilecek herhangi bir yapıtı eklemek. Paradigma oluşturmak. Yani bahsettiğim özelliklere sahip kitaplardan bir katalog yapmak. Sanırım asıl iddia şu: Bu katalogda harika duracak ilk yapıtlara yer vermek. Özellikle gençlerin yapıtlarına. Ve bunları arıyorum. Dedalus, kapaklarıyla da dikkat çekiyor. Sizin için nedir kitap kapağı? Teşekkür ederim. Evet önemliymiş. Sanırım öncelikle estetik önemi var. İçerikle el ele olması da önemli. İçeriği birebir yansıtması önemli değil ama. Editör, tasarımcı ve okur için kapak, kitaptan ayrı, farklı bir zemin. Hepimiz önce oraya bakmayı seviyoruz. Kitap kapaklarını yaptırırken en çok neye dikkat ediyorsunuz? Şöyle oluyor: Oturuyorum. Kitabı düşünürken bir imge geliyor aklıma. Bu çağrışım, duvardaki kedili saatimden bile çıkabilir. Çağrışımımı doğru yönlendirebilecek tasarımcılarla, çizerlerle çalışıyorum. Ortaya güzel bir şey çıktığında da dikkat edecek çok bir şey kalmıyor. Okur kapağı sevdiğinde, ben de çok seviyorum kitabı. Bir yayınevi kurmak hep hayalini kurduğunuz şey miydi? Aslında değildi. Hayalimde olan istediklerimi okuyabilmemdi. Dedalus bana bu imkanı veriyor. Kitaplarınızı insanların elinde görünce ne hissediyorsunuz? İnanır mısınız tuhaf bir aşk duyuyorum gördüğüm kişiye. Bugüne kadar ‘Koşan Köpeğin Rengi’, ‘Uğultu’, ‘Çöl Savaşları’ ve ‘Joyce’un Öğrencisi’ni gördüm. Bir gün Taksim’den metroya bindim, bir okurun elinde ‘Koşan Köpeğin Rengi’. Heyecanlandım. Gizli gizli, korkuyla onun mimiklerini izledim. Mecidiyeköy’de inecektim, Levent’e kadar gittim. O kişi devam etti yolculuğuna. Şimdi keşke nereye gidiyorsa gitseydim diye düşündüm. Kafelerde Dedalus’tan konuşulduğunda kendinizi tuhaf hissediyorsunuz. Masada bir şiir kitabı ya da Beşinci Köşe. Biliyor musunuz bazen şunu diyorlar: “Şu adam var ya, Dedalus’un sahibi.” Yanındaki de “hadi canım” diyor. Gülümsüyorsunuz haliyle. Bir yayınevi sahibi olarak sizce yayıncılığın en zor tarafları neler? Kitapla işi olmayanlarla çalışmak zorunluluğu. Okura müşteri diyorlar. Okura hangi yollarla ulaşıyorsunuz? Şimdilik elimizde klasik, standart yöntemler var. Bazen eğlenceli, organik oluşumlar gerçekleşiyor. Ama o zaman da tanıtım yaptığınızı düşünmüyorsunuz. Ancak parlak fikirlerimizi uygulamanın zamanı geldi. Kitabın varlığından haberdar olmak okurun hakkı. Sıkı bir Dedalus okurunun nasıl bir yolculuğu oluyor sizce? Çok çıtır bir yayınevi olmamıza rağmen okurlarımızı on altı farklı dilden kitaplarla tanıştırdık. Kitapları yan yana koyup, onların fotoğrafını çeken okurlardan öğreniyorum ben de serüvenlerini. Benim farkında olduğum bütünlüğe okur da yaklaşıyor. Çıkacak kitaplarla bu bütünlük güçlenecek. Bir yayınevi kurarken iyi okur olmak dışında gereken nitelikler neler? Sizinle konuşurken açık olmaya ant içtim. Öncelikle ticaret ve onun içindeki tanıtım ve pazarlama unsurları. Bu konuda, diğerine göre daha fazla eğitime ihtiyacım olduğumu söylemeliyim. Kaç kişilik bir ekibiniz var? Freelance çevirmen ve editörlerle çalışıyor musunuz? Yanımda birçok kişi var. Dedalus’un çalışanı değiller ama çalışıyorlar. Öte yandan evinden çalışan birçok profesyonelle de işbirliği içindeyim. Fırsat elimdeyken, onlara teşekkür edeyim. Yerli yazarların kitaplarını basmak için nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Türkçe yazan yazar, alışılmış olana yumruk atmalı. O yumruğu hissettiğimde hemen arıyorum onu. Sizin hayran olduğunuz yazarlar kimler? Mesela kimleri basmak istersiniz? Vonnegut diye söze başlasam anlamlı bir çıkış yapmış olmayacağımı biliyorum. Ya da Grass’ın muhteşem yapıtını dillendirsem. Hem çeviri hem de çeviri olmayan edebiyatta şöyle bir makus talihim var: İstediğim yazarları zaten basmışlar. O zaman tek çıkar yol, aslında çok keyifli bir yol kalıyor: Benim değerlendirdiğim yazarların her yayıncı tarafından istenmesi. Çok istenmesi ama. Kitaplarınız e-kitap olarak henüz okurla buluşmadı bildiğim kadarıyla. Neden tercih etmediniz ya da yakında var mı e-kitap projeniz? Aslında var. Hatta yeni açılan, bu konuda yetkin firmaları da araştırıyorum. Dedalus gelecekte nasıl bir yayınevi olacak, olmasını hayal ediyorsunuz? Sizin de takdir ettiğiniz çizgisini sürdürecek. Yani yatay bir gelişme. Dikey değil. Aslında gelişmeyecek. İstediği kitapları basmaya devam edecek. Dedalus daha gencecik yaşında bir de ödül kazandı değil mi? Gamze Güller’in Beşinci Köşe kitabı Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü kazandı. Nasıl bir hikayesi var kitabı basmanızın? Harika bir hikayesi var inanın. Çıraklığını sürdürdüğüm yayınevinin çatı katında sigara içip, oldukça asabi bir güneşle terlerken Gamze aradı. Fazla konuşmamıştık o güne kadar ve sadece benim bir gazete için onun eseri hakkında yaptığım uzun bir kritik aracılığıyla tanışıyorduk. Tam o günlerde çıraklıktan da epey sıkılmıştım ve iyi bir yayınevi nasıl olur diye düşünüyordum. Gamze – Hanım ifadesini ekliyordum onunla konuşurken- dedi ki, “Sedat Bey, bir dosyam var, beni yönlendireceğiniz bir yayınevi var mı,” diye sordu. “Sabredebilir misiniz?” dedim. Aynen böyle oldu. Bence onunla da konuşun, böyle olduğunu onaylayacatır. Gamze Güller, Dedalus’un nedenlerinden birisidir. yayinevi