Tuğba Bozdaş

Dijital Devlet Teorisi, düşünmeye ve sorgulamaya pek de vakit ayıramadığımız bu hız çağında hayatın birçok alanında meydana gelen köklü değişimleri genel kamu hukuku bağlamında ve bütüncül bir sistem içerisinde okuyucunun ilgisine sunarak bunun üzerine düşünmeye teşvik etmektedir.

Eser, devletin konumunu anlamlandırma çabası içerisinde, tarihi olaylar ve olgular ile onlara paralel bir şekilde ortaya çıkan siyasi, hukuki, ekonomik ve teknolojik gelişmeleri karşılaştırmalı bir şekilde ele almaktadır. Üç bölümden oluşan kitapta yazar dijital devlete dair önemli tespitlerde bulunmakta, Karl Doehring’in devlete yaklaşımını esas alarak dijital devletin ortaya çıkışı, unsurları ve insan haklarına yaklaşımı üzerine bir değerlendirme sunmaktadır. İnsanlığın, dijitalleşmeyle beraber artık alışılagelmiş devlet kavramının ve kamusal düzenin ötesinde farklı ve çokta iyi olmayan bir düzene evrildiği, eserde gözler önüne serilmektedir.

Kitabın ilk bölümü, I. Dünya Savaşı sonrasında küresel devletten dijital devlete giden yol ve dijital devletin kurumsallaşma sürecine ayrılmıştır. Temelleri 1913 yılında ABD Merkez Bankasının kuruluşuna dayandırılan küresel devletin etkisi, II. Dünya Savaşıyla kurulan uluslararası ve bölgesel örgütlerle beraber önemli derecede artmıştır. Sıcak savaşlardan sonra yaşanan Soğuk Savaş döneminin (1947-1991) bitmesiyle beraber dijital devlete geçiş süreci başlamış ve 1991-2020 yılları dijital devletin doğuşu (ilk sürümü) olarak kabul edilmiştir. Son yıllarda yaşadığımız küresel salgın dönemiyle beraber de artık kurumsallaşma dönemine geçilmiştir.

Söz konusu süreçte öncelikle devletlerin egemenlik haklarının önemli bir kısmından lehine vazgeçecekleri uluslararası örgütlerin kurulması, siyasal iktidarların belirlenme mekanizmalarının dönüşümü, hukuk düzenlerinin tek tipleştirilmesi, devletlerin birer açık pazar haline getirilmesi gibi unsurlarla devletlerin kontrolünün sağlanması, sonrasında ise insanın kontrolünün sağlanmasının amaçlandığı ifade edilmiştir.

Ayrıca sözde geri kalmış ülkelere demokrasi ihraç edilmesi ve insan haklarının korunması gerekçeleriyle bu ülkelere yönelik yeniden dizayn ve kontrol altına alma çalışmaları tamamlanmaya çalışılmıştır. Soğuk savaş döneminde iki kutuplu bir dünya algısı oluşturularak yeniden inşa süreci için uygun ortam yaratılmıştır. Soğuk savaş döneminin bitmesiyle de bu yeni dünya düzeni büyük ölçüde kurulmuştur. Teknolojik gelişmelerle birlikte her şeyin dijitalleşmesi de bu süreçte önemli rol oynamıştır.

Bu bölümde okuyucuya küresel devletten dijital devlete giden süreçteki önemli olgu ve olaylar tarihsel bağlamda oynadıkları roller ile birlikte sunularak, günümüzdeki düzenin anlamlandırılması açısından bir perspektif kazandırılmaya çalışılmıştır.

İkinci bölümde ise dijital devletin unsurlarının neler olduğu açıklanarak, dijital devletin sistemsel niteliği tartışılmıştır. Devletin unsurları Jellinek’in kuramı dikkate alınarak belirlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda klasik anlayışta bir devlette olması gereken ulus, ülke ve egemenlik unsurlarının dijital devletteki görünümleri nasıl olduğu tartışılmıştır. Ancak dijital devletin bilinen bir tüzel kişiliğinin olmamasından dolayı onu oluşturan unsurlarında klasik hukuk argümanlarıyla tespitinin zor bir süreç olduğu vurgulanmıştır.

Bu bağlamda dijital devlette öncelikle homojen bir ulusun varlığı hedeflenmiş, bu hedef doğrultusunda uluslararasındaki farklılıkların ortadan kaldırılması için çalışmalar yapılmıştır. Farklılıkların ortadan kaldırıldığı, fikir üretmenin belirli kriterlere, unvanlara bağlandığı, bilginin ve aktarımının tamamen kontrol altında olduğu bir devlette istenen insan modeline de hiç olmadığı kadar inşa edici bir şekilde ulaşabilecektir. Bu süreçte teknolojik araçlar ve eğitim sistemi de tek tip insan modeli oluşturmak için kullanılan etkili unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Belirtmek gerekir ki eserde iddia edildiği gibi tamamıyla homojen bir toplum oluşturulmasının gerçekten mümkün olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Teknolojinin tek bir merkezden yönetilmesi halinde bu soruya evet cevabı verilebilir. Ancak bu yönetim merkezinin paylaşılması halinde ortaya farklı özelliklere sahip toplumların çıkması da muhtemel olacaktır. Öte yandan sistemin dışında kalabilecek topluluklarda olabilir. Ancak genel anlamda eserde belirtilen görüşler çerçevesinde bir süreç yaşandığı da görülmektedir.

Devletin diğer unsuru olan ülke, yani sınırları belirli toprak parçası ise dijital devlette belki de hiç olmayacaktır. Küresel analog devlette belirlenen sınırlar artık ortadan kalkmaktadır. Dikkat çeken diğer bir husus ise sanal dünyada kara, hava, deniz ögelerinden bağımsız olarak sanal devletlerin kurulabileceği tespitidir. Böyle bir fikrin hayata geçmesi toplumların yeniden şekillenmesi ve en başta hukuk olmak üzere birçok şeyin de değişmesi anlamına gelmektedir.

Egemenlik unsuru ise dijital devlette karmaşık bir problem halini almıştır. Gerçek egemenin kim olduğunun tam anlamıyla tespit edilemediği, ayrıca artık aracı kurumların ya da kişilerin olmadığı doğrudan insan üzerindeki egemenlikten bahsedilmektedir. Esere göre dijital devlet ile birey arasındaki sözleşmeye dayalı yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkmaktadır. Klasik anlamdaki devlete bağlılık ve bir ulus olma anlayışı da ortadan kalkacaktır.

Bu bölümde dijital devletin bir diktatörlük olup olmadığına da değinilmiştir ve dijital devletin diktatörlüğün farklı bir versiyonu olduğu kanaati ortaya konulmuştur. Gerçekten de yaşadığımız çağda bireyler üzerinde insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar ciddi bir tahakküm kurulmuştur.  Dikkat çeken en önemli nokta ise tarihsel süreç içerisindeki diktatörlüklerden farklı olarak bu tahakkümün insanların rızalarına dayanmasıdır.

Günümüzde bireylere ait her şey bir veri haline gelmiştir. Dijital devlet topladığı veriler ile istediği şekilde kurabileceği ve yönlendirebileceği bir toplumsal düzen yaratmaktadır.

Bizi bekleyen gelecekte ise bu sürecin modern bir köleliğe ya da faşizme dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceğimize ilişkin tespit ise korkutucudur. Bölümün sonunda da aklımıza takılan dijital devletin iyi bir tarafının hiç mi olmayacağı sorusu kısmen cevaplandırılmaktadır. Yazar dijital devlet küresel adaleti sağlayabilir mi sorusuna karşı tarihi tecrübelerden hareketle olumsuz bir cevap vermektedir. Homojen bir ulus devletinin oluşturulduğu, yeni bir dünya düzeninin kurulduğu bir süreçte belki de değişmeyecek en önemli şey güçlü olanların tahakkümü ve zayıfların ezilmesidir.

Kitabın son bölümünde ise insan hakları anlayışının tarihsel süreç içerisinde yaşadığı değişim süreci Hammurabi Kanunları ve Veda Hutbesi örnekleri ile mevcut insan hakları belgeleri üzerinden ele alınarak, dijital devlette hak ve özgürlüklerin nasıl konumlandırıldığı incelenmektedir. Eserde modern devletin insan haklarını tamamen tekeline alarak bir hakkın varlığını ve korunmasını ancak anayasal ve yasal belgelerle düzenlenmesine bağlı kıldığı belirtilerek dijital devlette bu durumun nasıl değiştiği anlatılmaya çalışılmıştır. Dijital devlette insanı korumayı esas alan bir insan hakları anlayışı yerine kapitalist düzeni ve devleti korumayı amaçlayan bir anlayışın ortaya çıktığı tespiti yapılmıştır. Ayrıca yazar bu bölümde dijital devletteki insan tanımının da değiştiğini söyleyerek “dig-insa” olarak yeni bir kavram ortaya koymaktadır. “Dig-insa” biyolojik olarak bir insandır, ancak politik olarak bir robota benzemektedir. Değişen insan ilişkileri ile birlikte “dig-insa” da dijital ortamda arkadaşlık yapan, eğlenen, okuyan, toplumsal –yüz yüze- ilişkisi sınırlanmış, dijital mecralarda taraf olan, sorgulamayan ve düşünce yapısını da dijital ortamda kendisine sunulan bilgilerle şekillendiren yeni bir varlık türü olarak tanımlanmaktadır. “Dig-insa” ile birlikte insan hakları anlayışı da değişmiş, artık temel hak ve özgürlüklerin belirlenmesi için gerekli olan anayasal belgelerin ve kanunların yerini sanal ortamda onay verilen sözleşmelerin alacağı böylelikle de aslında insan hakları hukukunun yeniden yapılandırılacağı değerlendirilmektedir. Özetle dijital devlette insan verilerden ve sayısal değerlerden oluşan, kontrol altında tutulan ve yönlendirilen bir nesne haline gelmektedir.

Eser alışılmış kıstasların ötesinde bir değerlendirme yaparak, içinde yaşadığımız ancak varlığı tam anlamıyla somut bir şekilde öngöremediğimiz bir devletin teorisini ve tanımını ortaya koymaya çabası bakımından önem arz emektedir. Diğer eserlerden farklı tez konusu olan dijital devletin birden fazla tanımının yapılmış olması da dikkat çekmektedir. Bu tanımlardan bazıları şöyledir;

  • Dijital devlet, belli bir bayrağı, belli bir ulusu, belli sınırları ve tüzel kişiliği olmayan bir devlettir.
  • Dijital devlet sahip olduğu teknik araçlarla yeryüzünde belki de insanlığın daha önce görmediği, şekilde insanlar üzerinde denetim/egemenlik kuran küresel bir yapıdır.
  • Dijital devlet, sahip olduğu teknik gücün şımarıklığıyla Tanrı iradesine meydan okuyan küresel analog devleti aşarak kendini bizzat Tanrılaştırmak isteyen bir devlettir.

Devletin varlık sebebi temelde bireyin ve toplumun huzurunun ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Ancak içinde yaşadığımız dijital devletin yapılan tanımlardan da anlaşıldığı üzere varlık sebebinin pek de böyle olmadığı görülmektedir. Yazara göre dijital devletin savaşmak, para kazanmak ve yönetmek dışında bir ideali bulunmamaktadır. Hukukun üstünlüğünü vurgulayan ancak hukuku kendi menfaatleri doğrultusunda istediği düzeni oluşturmak için kullanan bir devlet yapısının oluştuğu vurgulanmaktadır.

Yazarın içinde bulunduğumuz devlete ve düzene ilişkin tespitleri önemli ve dikkat çekici olduğu kadar korkutucudur. İnsanı özne olmaktan çıkarıp egemen güç tarafından yönlendirilen bir nesne haline getiren ve kontrolün kimlerde ya da hangi otorite de olduğu belirli olmayan, görünmez bir egemenin varlığından bahsedilmektedir. Ancak ulus devlet anlayışının değişerek yeni bir dünya düzeninin oluştuğu görülse de tek bir egemenin olacağı iddiası tartışmalı olan bir konudur. Çünkü dünya üzerinde farklı egemenler hep olmuştur ve gelecekte de olmaya devam edecektir.

Kitabın en büyük katkısı aslında düşünmeye ve sorgulamaya vaktimizin olmadığı, teknolojinin hayatımızın her alanına nüfuz ettiği bu çağda,  yaşadığımız dünyanın bu noktaya hangi süreçlerden geçerek hangi amaçlarla geldiğinin/getirildiğinin ve şu anda var olan tabloyu ortaya koymasıyla birlikte okuyucuyu bunun üzerine düşünmeye teşvik etmesi olmuştur.  Ayrıca hukuk alanındaki çalışmalarda genelde pek karşılaşılmayan bir şekilde konuyu multidisipliner ve çok yönlü bir bakış açısıyla ele alması ve genel kamu hukuku bağlamında dijital devlet, “dig-insa” gibi yeni kavramların tanımlarını ortaya koyması bakımından hukuk literatürü için değerli bir çalışma olmuştur. Bu bağlamda dijital çağın temel hukuk kavramlarını ve sistemlerini tartışmaya açtığı veya açacağı, yerleşik siyasal ve hukuki mekanizmaların dönüşebileceği kitap boyunca ve oluşturduğu akademik argümantasyon sonucunda anlaşılmaktadır. Bununla beraber eserin çizmiş olduğu tablonun çok karamsar olması onu distopik boyuta yaklaştırmıştır. Öte yandan teknolojik ve bilimsel gelişmelerin kullanılma amaçları doğrultusunda olumlu ya da olumsuz olarak nitelendirilebilecekleri de göz ardı edilmemelidir. Fakat toplum hukuk ve siyaset bağlamında köklü değişikliklere yol açacağı da temel bir gerçeklik olarak karşımızdadır.

Dijital Devlet Teorisi
Mehmet ÇATLI
Adalet Yayınevi
2021, Ankara