Hasanali Yıldırım


Demirci millet…

Savaşçı millet…

Verili tarih içerisinde Türkler için komşuları, yani düşmanları tarafından yapılmış ve bize kadar ulaşmış tespitler bunlar. Dahası demirciliklerini savaşa, savaşçılıklarını demirciliğe taşımış milletmişiz. Hakikatle efsanenin, efsaneleşmiş hakikatle hayal mahsulünün sarmaş-dolaşlaştığı dolambaçlar: Ergenekon, Kavimler Göçü ve hatta belki ucundan-bucağından bir elif miktarı da Güneş Dil Nazariyesi’ne ulaşan belirsizleştirilmiş benlik kırıntıları…

Görece daha yeni zamanlarda düşmanları tarafından, biraz da tahfif maksadıyla Türkler için söylenen bir başka söz ise şu: Şair millet.

Sahiden de kimliğini, kişiliğini, ben idrakini şiiriyet üzerinden Türkler kadar kavi tebellür ettirebilmiş başka kaç millet daha gösterilebilir acaba? Şiiriyle varlık alanına kavuşan, kendini ancak (ve en çok) şiir içerisinde ifade edebilen millet… Şairine yarı peygamberane, yarı kâhin, yarı sihirbaz bir şaman paye vazifesi atfeden; kendisini, ötekini, çevresini ve tanrısını şiirle, şiir üzerinden anlayan, anlamlandıran ve anlatan bir tasavvur tarzı…

Üç Fikrin de Yerli Babası

Ötesini kurcalamaya hacet yok. “Ben kimim?” sorusunu, ilk kez mağlup olmaya başladığı Frenk üzerinden sormaya başlayalıberi Türklerin, handiyse yegâne düşünürleri şairler… Önceleri şairlere zaman zaman âlimlerin eşlik ettiğinin görülmüşlüğü de vaki. Ne ki o gün bugündür âlimleri, yahut bu makamın çağcıl çeşitlemesi sanılan bilim adamları veya siyasetçileri, hatta devlet adamları değil, hususen şairler… Günümüz Türkiyesi’nin efradının iğdiş edilmiş zihinlerine göre düşünceye, düşünme ameliyesine en uzak kişiler diye kabul ettirilen şairler, evet.

Başka milletlerde göremediğimiz bu hususiyet bir iftihar vesilesi mi, yoksa düpedüz bir zaaf mı?

Yalnızca mazisini değil, yakın ve uzak istikbalini de şiire emanet etmek tam manâsıyla ne demek acaba? Karganın kılavuzluğu ile şairin rehberliği arasında bağ kurmaya alıştırılan bizlerin bu meseleyi hakkaniyetle, üstelik bir çırpıda kavramasını beklemek, elbette haksızlık. Ne ki tarih başucumuzda yeniden yazılmakta; (Daha can acıtan biçimiyle yeniden belirtelim) ruh ve zihin irtibatımızı koparalıberi en iyimser ifadeyle “eski topraklar”ımızda üstelik. Dünkü kelimelerine eski derkenki gibi eski. Ve meseleyi bağdaştıracağımız kişinin adaşının, o pek iftihar edilen cümlesiyle “yeniden yazılan bu tarihte bizim yerimizi almak” gibi bir ihtimalimizden bahsetmek, en azından şimdilik muhal. Biz kendi işimize bakıyoruz çünkü çok şükür: Batılılaşıyoruz!

Batılılaştırılma maceramızı, kendi elimizle ruhumuzu iğdiş etmeye taşıyana değin üç tarzı siyaset üzerine odaklanabilmiştik: sosyalizm, İslâmcılık ve milliyetçilik. Tuhaftır, bu birbirinden çok farklı şeyler söyleyen, çoğun birbiriyle çelişen, hatta yakın bir geçmişte birbirleriyle çatışan bu üç siyaset tarzının bizdeki fikir babası aynı şahıs: Okul kitaplarında “vatan şairi” sıfatının cilâsıyla üstü örtülen; eseri, davası ve kıymeti ise anlaşılmazlığın lâhdine gömülen Namık Kemal.

Muhtemel bir yanlış anlaşılmayı peşinen tashih edelim: Peyami Safavâri bir fikir zikzağından bahsetmiyorum burada. Kendi içerisinde kısmen anlaşılabilir bir biçimde Peyami Safa, yaşadığı zaman diliminde revaç bulmuş fikir anlayışlarının hepsine tarafgir olmuş, hatta bazıları hakkında yeni şeyler de söyleyebilmiş, buna rağmen son tahlilde “fikrimin rüzgârgülü” şeklinde tahfif edilmeyi mazur gösterecek bir biçimde çelişkiler kumkumasından ibaret. Belki de bu nasipsizliğini şair olamamasında aramak gerek.

Bir Fikrin Bayraktarı

Peki ya fikrinin uğruna vatanını terketmeye mecbur bırakılan Nâzım Hikmet’e ne demeli? Utanmadan “vatan haini” ilân edilirken de, büyük vatan dostu kabul edilirken de aynı kavrayışsızlığın kurbanı Nâzım Hikmet’in, doğrusunu söylemek gerekirse bir düşünür hüviyetiyle sosyalizme belirgin bir katkı sağladığını kimse zaten iddia etmiyor. Yine de bir fikir davasının ismiyle özdeşleşecek bayraktarlık az paye midir?

Ya Büyük Doğu’nun kurucusu Necip Fazıl’ın, tebellür etmiş “mesleği” şiirden başka neydi? Türkiye’de bir fikir çerçevesi hüviyetinde (sonraki adlandırmasıyla) İslâmcılık düşüncesini sistematikleştirmeyi denemiş yegâne mütefekkir-şairdir Necip Fazıl. İdeolocya Örgüsü, şiire bürünmüş fikrin şahikası. İkna etmeye gayret eden bir tahlil değil, ihsas etmeye çalışan bir terkip kaygısı…

Bugün aşıldığına inanılan Necip Fazıl’dan dava bayrağını devralan Sezai Karakoç, aynı zamanda üstadının şarihi olmaktan yüksünmeyen bir şair.

Bayrağı Sezai Karakoç’la zaman zaman paylaşan, kimileyinse bir başına taşıyan Nuri Pakdil ise yürüdüğü fikir güzergâhının has ve hususi bir yolcusu kalmak makamında. Evet, tıpkı Nâzım Hikmet gibi.

Aslında bu ülke için son derece yerinde bir zeminden hareket ederek ilgiyi hak eden şeyler dile getirdiği hâlde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın zıddına, bugün fikir sahasında Tanpınar’ın esamesi belli bir miktar okunuyorsa bunun sebebini şiirle ünsiyetinde aramak gerek. Tıpkı hocası Yahya Kemal kadar.

Uzun bir Bayrak Yarışı

Hasılı yaklaşık üç yüz yıllık Batılılaşma maceramıza bakın, Batılılaşma, yani “Ben kimim?” sorusuna, yenilginin ıstırabıyla zehir kazanlarından çare devşirme ameliyesine… Bize mazimizi, hâlimizi ve istikbalimizi tasvir ve hatta tahlil etmeye yeltenen her hususi zihne bakın, o zihni tebellür ettiren vasfı hemen tanıyacaksınız: Şiir! Eğer Anadolu Beylerbeyliği’nde hâlen daha Türklerin şöyle veya böyle varlığından söz edebiliyorsak, kuşkusuz bu durumu, bize hâlimiz kadar istikbalimizden haber vermekten yorulmayan, düşünen şairlerimize borçluyuz. Vakti saati geldiğinde vazifeyi kendinden sonrakine devrederek ve çığlık çığlığa bizi ikaz etme vazifelerinden geri durmamalarına… Tıpkı bir bayrak yarışı gibi… Zaman zaman birbirlerinin sesini bastırsalar da tehlikenin yönünü ve türünü işaret etmekten vazgeçmemelerine…

Sosyalizm, İslâmcılık ve nihayet milliyetçilik…

Namık Kemal’in aynı ânda fikir babalığını üstlendiği bu üç fikir yolunun üçünü de, şairane bir kıvraklıkla yekdiğerinin hakkını yemeksizin bünyesinde telif etmenin yordamını keşfetmiş biri hüviyetiyle İsmet Özel, şiiri fikrinden neşet eden, fikrini şiiriyle besleyen bir isim.

Tarih yazan millet olmakla övündürülen Türklerin ruh iklimlerinde yeni ve bambaşka bir tarih yazılıyor şimdilerde ve bizim oralarda olup-bitenlere dair hiçbir sahici fikrimiz yok. Oralarda olup-bitenler kadar buralardakilerden de… Çünkü yaşayan en son iki şairimizin ikisini de büyük bir dikkatle takip edenlerimiz dahi beherinin söylediklerini lâyığınca kavramaktan fersahlarca uzaklaştırıldığının farkında bile değil.

Olanca karamsarlık ithamlarını çürüten bir gerçekçilikle ve ipucu sadedinde ifade etmeyi deneyelim: İsmet Özel’in şiirine fikir muamelesi çekeceğimize ve (artık nasıl bir menemse…) “anlamak” için çırpınacağımıza, fikrine şiir muamelesi ettiğimiz gün, pek yakında, bir daha geri dönülmezcesine neyi kaybettiğimizi de kavrayabileceğiz. Elbet nere(ler)de arayacağımızı da… Ve hatta ancak hangi noktada bulacağımızı da…

Mohikanların Sonuncusu

Sorarım size, şiirimizin sonunun görünmesini “Kara göründü!” narasıyla karşılayanlardan mısınız yoksa film setlerinden çıkma aparatların yardımıyla akıtılmış iki sevecen gözyaşı damlası eşliğinde bir ağıt yakmakla mı yetineceksiniz?

Bayrak yarışı bitmedi. Ama 1400 küsur yıl önce yenilenen beş bin yıllık bayrak yerde şu ân.

Demem o ki “İsmet Özel şöyle büyük şairdi.” veya “Yok efendim, asıl böyle büyük bir şairdi.” ve hatta “Ne demezsiniz! Ah bir de şu son zamanlarda icat ettiği fikirleri olmasaydı, değil mi efendim?” tarzında cümlelerin ne kıymeti harbiyesi kaldı ki? Buradan bakınca İsmet Özel, bu kadar büyük şair yerine şu kadar büyük şair olmuş, ne yazar! Nihayetinde en az şiirleri denli aziz bellenesi fikirlerini şiiriyetinin kefareti saymadık mı?

Hasılı şairi üzerinden düşünen bir millettik biz. (Kendisine yalan söylemeyi tercih edenler için … milletiz.) Şairiyle hisseden ve şiirle tefekkür edebilen bir millet. Ne ki Frenklerden aldığımız tefekkür tarzını bizdeki en ulviyle, şiirle mezcetmenin sırrını şimdilerde bilen, değerini anlayan kalmadı.

Cumhuriyet sonrası ilkin pozitivizmin havuzunda demlendirilen, ardından şovenizm çukurunda yıkanan ve nihayet Batılılaşma adı altında kimliksizleştirilme ve kişiliksizleştirilme potalarında eritilip herhangi bir kalıba dökülmeden paslanmaya, çürümeye ve etrafını da em’a-i galizeden fırlamışçasına kokutmaya terk edilen bu ülkenin zihin haritasında, bahis açmaya niyetlendiğim bu bayrak yarışını İsmet Özel’in devredebileceği bir aday, hatta aday adayı, görmekte misiniz? 

Arka Kapak dergisi 26. sayı